17 Mayıs 2020

Zihin ve düşüncelerin dansı

Zihninizin genç kalmasını istiyor musunuz? İstiyorsanız sükunetle baston kullanmaya devam edin. Zira baston kullanmak zihin antrenmanı yapmaktan başka bir şey değil

Oturduğumuz sitenin bahçesindeki uzun beton yolda elimde baston, yüzümde maske bir uçtan diğerine seri adımlarla gidip geliyorum. "Koronalı günlerdeki antrenmanım bu. Yaklaşık 300 - 400 metre olan bu hatta 5-10 kez dolanmam yeterli oluyor. Yıllardır yaşadığımız site olduğundan hayli iyi bildiğim, hemen her yanını beynimde gördüğüm bir bölge burası. Bastonumun dokunup takip ettiği işaretler var. Yürüyüş sonrası bu işaretlerin desteklediği zihin fotoğraflarım ile kolaylıkla bloğumuzun merdivenlerini, ardından girişini, iç merdivenlerini ve nihayet daire kapısını bulabiliyorum. Fakat geçtiğimiz gün bloğun merdivenlerine ayrılan patikayı bulmakta hayli zorlandım. Sitenin içinde bir süre kayboldum. Ara sıra başıma gelen bir durum bu. "Nasıl olur, hani siteyi gayet iyi biliyordun?" diyeceksiniz. Evet, iyi biliyorum bilmesine de ancak zihnim başka yerde, bedenim ise sitede olduğunda başıma geliyor bu durum.

Böyle olduğunda ne yaptığımı soracaksınız. Önümde iki seçenek var; ya bir komşu durumu fark edip bloğun giriş merdivenlerine kadar beni getiriyor. Oradan eve çıkıyorum. Bu istemediğim bir şey aslında. Yardım almaktansa kendi başımın çaresine bakmak bana daha iyi geliyor. Zihnimi takıldığı imgeler ve düşüncelerden geri çekip bedenimin olduğu gerçekliğe transfer etmeye çalışıyor ve bildiğim işaretleri dikkatlice aramaya koyuluyorum. Bastonumun dolayısıyla belleğimin aşina olduğu bir yeri bulduğumda sorun çözülüyor, kayboluşum ortadan kalkıyor, beynim aydınlanıyor, rahatlayıp eve gelebiliyorum. Tabii bu sürece dokunma haricindeki diğer duyu organlarımın da katkı yaptığını söylemeliyim. İçeriye girince emekli öğretmen ablam Nazile Turhan niye geciktiğimi soruyor. "Sitede yine kayboldum" diyorum. Gülüyor ve "Ne oldu? Bu kez aklın neredeydi" diyor ve beyin, bellek, zihin üzerine sohbete koyuluyoruz. İki ucu açık olan sürekli araştırılan ve güncellenen zor konular bunlar. Size "görme engelliler aslında görüyorlar" dersem inanır mısınız? İnanmanız gerekiyor, zira imajların oluştuğu beynimizdeki ilgili bölüm bizlerde de aktif durumda. Sadece oraya giden veriler gözlerimizden değil de diğer duyu organlarımızdan akıyor. Bu akış ne kadar detaylı ve doğru ise o oranda kaliteli zihin haritaları, fotoğrafları oluşturabiliyoruz.

Sonrasında, her şey aynı. Genel manada beynin çalışma prensipleri neyse bizlerde de benzer süreçler işliyor. Örneğin rüya görebiliyoruz. Düşüncelerin dansı bizlerin zihnini de huzursuz yapabiliyor. Geçmişin sıkıntıları, geleceğin kaygıları derken bizler de anı unutuyoruz. Oysa geçmiş de, gelecek de imgeler, hayaller dünyasından başka bir şey değil ve bir tek gerçeklik var. Soluklarımız tarafından belirlenen ve her soluk alış verişimizde geride bıraktığımız "an".

Burada yazdıklarımdan hayallerimizin, arzu ve umutlarımızın tümüyle sakıncalı olduğu sonucu çıkartılmamalı. Ancak içine doğduğumuz ego temelli sistemin psiko - sosyal kayıtlarınca belirlenen huzursuz bir zihne sahip olduğumuz da fark edilmeli. Böyle bir zihinden beslenen kontrolsüz arzular, düşünceler ve hayaller uzun erimde bizlere mutluluk getirmiyor.

Profesör Ahmet Sait Dinççağ 'Zihin Sizsiniz' adlı kitabında bir çocuğun doğumundaki zihinsel masumiyetine dikkat çekip sonrasında toplumun değer yargılarıyla "zavallı bir insan" haline geldiğini anlatıyor. Şu sözler de aynı kitabından; "Zihnimiz arsız bir çocuk gibi gelişiyor. Her zaman daha fazlasını istiyor, hiç doymuyor."

Sayın Dinççağ hocamızın üzerinde durduğu konu; toplumun, sistemin bireyselliği gerçek değerler gibi gösterip aslında beynimizi aldatan sözde değer kalıplarının olduğu. Buradan kendi düşüncelerimle devam edersem; odağında kâr olan iktisadi sistemin ve kültürünün ne denli insana, doğaya aykırı olduğunu Covid-19'un bir kez daha gözler önüne serdiği kanaatindeyim. Ve milyonlarca insan bu kültürün kalıplarıyla düşündü, düşünüyor ve belki de tüm olup bitenlere rağmen düşünmeye devam edecek. Nereden başladım, nerelere geldim değil mi? Zihin işte böyle bir şey; peş peşe gelen düşüncelerin mütemadiyen dans ettiği bir platform. Sitede kaybolmuştum, kapitalist sistem ve kültürüne değin geldim. Dilerseniz buradan tekrar körlüğe dönelim. Fakat o da ne! Zihnimde beliren siyaset bilimi içerikli bir düşünce daha var. Onu da kısaca yazmalıyım; "reconstruction of events".

ODTÜ'de Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi okuduğum üniversite yıllarımdan belleğime aldığım bir konsept bu. Bu konsepti ve gerçekliğe bakış paradigmasını oluşturan diğer konseptleri medya derslerinde bize kazandıran değerli hocamız Prof. Raşit Kaya'ya buradan sevgiler, saygılar. Reconstruction of events, yani olay ve olguların yeniden kurgulanması sistemin ulusal ve küresel ölçekte iletişim araçları yoluyla kullandığı, baş tacı ettiği bir yöntem. Bu yöntemle beyinler, zihinler aldatılıyor ve yaşam egemenlerin istediği kalıplar üzerinden yeniden kurgulanıyor. Aldanmayacak beyinler için çoklu düşünmeye, felsefeye ihtiyacımız var. Deyip, körlüğe dönüyor ve bilhassa kırk yaşını geçmiş arkadaşlara bir öneride bulunmak istiyorum. Zihninizin genç kalmasını istiyor musunuz? İstiyorsanız sükunetle baston kullanmaya devam edin. Zira baston kullanmak zihin antrenmanı yapmaktan başka bir şey değil. "Sükunetle" dedim. Sükunet ve sakinlik zihin kimyamızın pozitif olmasını sağlıyor. Böyle bir kimya ile yürümek en güzeli. Tüm engellere karşın öz güvenle göğsünüzü gere gere yürüyün. Ortalık kör görsün. Onlar bizi görmüyor zannetsinler. Biz onları gönül gözüyle seyredelim.


Not: Bir engelliler ya da "Engellenenler" haftası daha geride kaldı. Bilhassa Twitter'da "engellenmek istemiyoruz" etiketiyle yapılmış anlamlı pek çok paylaşım var. Her arkadaş güzel ve öz ifadelerle feveran etmiş ve söylenebilecek her şeyi söylemişler. Ben daha önce T24'te yayımlanan 'Korona'lı günlerde engellileri anlayabilmek' başlıklı yazımın son paragrafını almakla yetiniyorum:

"Ancak engellilere kent, iş ve eğitim ve diğer alanlarda sorunlar yaşatanların ve bürokrasinin bilmesi, unutmaması gereken bir şey var; engelli bireylerin yaşamın istisnasız tüm alanlarında yer almaları en doğal insanlık hakları. Yani engelliler imtiyaz değil, haklarını istiyorlar. Zaten bu durum Türkiye'nin de imzaladığı Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi'nde, anayasamızda ve diğer yasalar ile tanımlanıyor. Yani engelliler Engelsiz Erişim Derneği dergisine adını veren engelsiz eşit erişilebilir bir hayatı istiyorlar."

Yazarın Diğer Yazıları

O muhteşem kanyon, o muhteşem gün!

Benim yüreğim o nehirde, o kanyonda, o sularda kaldı...

Direnmek ve umut etmek

Mumla aydınlatılan o küçük mekânda bana acıyan vatandaşla şu an karşılaşsak acaba nasıl bir şaşkınlık yaşar ve bana neler söyler bilemiyorum. Fakat benim ona söyleyeceğim ilk sözler; "Umutsuzluk hastalıktır. Kördüm ama güzel günlerimin de olacağını umut ediyordum. Şiirler söyledim, zorluklara direndim, kendimi bırakmadım ve mutluluk sonradan geldi ve bugünlere ulaştım." olurdu düşüncesindeyim

Hakkı Baba'nın anısına saygıyla

Ben vefa duygusunu çok önemserim. Bu manada Hakkı Baba'yı, baba mizacıyla Atina Maraton sürecinde verdiği desteği unutmadım