28 Ocak 2024

Hakkı Baba'nın anısına saygıyla

Ben vefa duygusunu çok önemserim. Bu manada Hakkı Baba'yı, baba mizacıyla Atina Maraton sürecinde verdiği desteği unutmadım

Bu hafta sizlere, koştuğum en zorlu parkur olan Atina Maratonu öykümü anlatmak istiyorum. 2004 yılında ter döktüğüm bu maraton Beş Kıta projemin ikinci maraton etabıydı. Maraton hazırlıklarına girişmeden önce engelleyici tutumlarla karşılaşmıştım. Öncelikle bu tutumlarla mücadele etmem ve yılgınlığa kapılmamam gerekiyordu.

2002 New York maratonu dönüşü Beş Kıtada Beş Maraton Beş Zirve kararımı çevreme açıkladığımda, ilk tepkiler negatifti. Dostlar arası bir sohbette veterinerlik fakültesi öğretim görevlilerinden bir arkadaş, "Necdet, projen göz kamaştırıyor ama nasıl olacak bu iş! Bursa'da insanlar Heykel önüne zor gidiyorlar, Sen dünyanın dört bir yanında maratonlar koşmaktan, tırmanışlar yapmaktan söz ediyorsun." demişti.

Toplumsal bir maya ayrımcılık

Bursa'da yaşayanların Heykelönü semtine zor gidebilmeleri örneği aslında sembolik bir anlatımdı. Bu anlatımın örtüsü altında körlüğümün ima edildiğini ve akademisyen arkadaşın hiç ama hiç farkında olmadan ayrımcı bir tutum sergilediğini biliyorum. Zira bizlere yönelik ayrımcı zihniyet en entellektüelinden en cahiline kadar pek çok ama pek çok kişinin içinde ur gibi taşıdığı ve hiç beklemediğiniz anda karşınıza çıkabilecek bir olgu. Özel ve spor yaşamımda maruz kaldığım bu manada o kadar hadise var ki, anlatsam şaşırıp kalırsınız. En üzücü olanı da yakın çevrenizdeki eğitimli gözüken kişilerin sergiledikleri tutumlar. İçine doğdukları kültür hiç farkında olmadan onları da ayrımcılık mayası ile mayalamış durumda. Toplumun geçmişten gelen kültürel kodları ile ilgili kapsamlı, bütüncül bir konu bu. Bu mayalanmanın tesirlerini sadece engelliler alanında değil, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde, farklı dini ve etnik yapılara karşı yaklaşımlarda da görmek mümkün.

Beş Kıta projeme farklı bir bakış spor bölümü mezunlarından, Cahit Taş olmadığında bana klavuzluk yapan Zekine'den geliyordu. Zekine de yapmak istedikleri anlamında rektörlükçe engellenen, bu nedenlede potansiyeli değerlendirilmeyen bir arkadaştı. Onunda içinde olduğu durum bir tür ayrımcılıktı aslında. Uludağ Üniversitesi kampüsünde antrenman yaptığımız bir gün "Necdet, güzel şeyler düşünüyorsun ama burası Türkiye... Çok zor. Yapamazsın, hayal kırıklığına uğrarsın, üzülürsün." demişti.

Şu an geriye döp hatırlamaya çalışıyorum da, Beş Kıtada Beş Maraton Beş Zirve projemi gerçekleştirebileceğimi düşünen hiç kimse yok gibiydi. Finansman bulabilmenin zorluğu dışında bazı kişiler görme engelli olduğumdan başarabileceğime inanmıyorlardı.

Ben de yüreğimden gelen sese bakıyor, "Olsun," diyordum. "Yapabildiğim kadar, gittiği yere kadar. Olduğu kadar." 

Nitekim öylede oldu. İlk kez milli olduğum New York Maratonu sonrası gecikmelerle de olsa iradem ve yüreğimle belirlediğim süreç ilerliyordu. İki yıl sonra 2004 yılında Uludağ Üniversitesi Spor Bölümü öğretim görevlilerinden Cahit Taş ile Atina Klasik Maratonu'nu koşacaktım. Bursa Nilüfer Belediyesi'nin desteklediği Atina Maratonu büyük bölümü yokuşlardan oluşan zorlu bir parkur olmakla birlikte Avrupa Kıtası'nda gerçekleştirebileceğim en masrafsız organizasyondu.

Nazlı da bizimle koşuyor

Cahit Taş ile Uludağ Üniversitesi kampüsünün çam ağırlıklı koruluğunda yaklaşık beş ay hazırlık antrenmanları yapmıştık. Bu çalışma bana ODTÜ arazisinde yaptığımız koşuları anımsatıyordu. Mutluydum. O süreçte Uludağ Üniversitesi kampüsünün toprak yollardan oluşan çamlık bölgelerini iyice ezberlemiştim. Bu ezbere alış ya da belleğimde oluşturduğum zihin fotoğrafları sonraki maraton hazırlıklarımda çok yararlı olacaktı. Beni koşturan kılavuzlara araziyi bilmeseler de gideceğimiz yerleri, koşacağımız yolları ben tarif ediyordum. Çünkü zihnimde görüyordum oraları. Zihnimle gördüğün ve bana coşku veren bir güzellikte kampüsün koruma altındaki geyikleriydi. Bulundukları alandan geçerken Beni koşturan kılavuz arkadaşlara onları sorar, güzelliklerini zihnimde tazelerdim. Bir küçük geyiğimiz vardı. Ona Nazlı ismini takmıştık. Tel örgüler yanından geçerken eğer oralardaysa nazlı da bizimle hoplaya zıplaya koşardı. Sevgiyle seslenirdim ona. Benim sevgimi hissediyordu muhakkak. O hissedişle olmalı, biz tel örgülerin dışında o içinde yan yana koşuyorduk.

Hakkı Baba ile tanışıyorum

Maraton günü yaklaşırken Türkiye atletizm camiasının tanınmış isimlerinden Münür Yaraş'a ulaşıp Atina'da kimlerden yardım alabileceğimizi sordum. İstanbul Rumlarından kendisi de master atlet olan Hakkı ağabeyi referans verdi. Hakkı ağabeyin asıl adı İraklis Hercules Vasilyadi'ydi. Çevresindeki Türk dostları hem daha kolay söylenildiği hem de İraklis ağabeyi çok sevdikleri için ismini Hakkı olarak telaffuz etmeye başlamışlardı. O atletizim camiasının Hakkı Babası'ydı artık. Hakkı Baba Erzurum'da askerlik yapmış, üniversiteyi bitirip elektronik mühendisi olmuş, bir süre Kanada'da kaldıktan sonra Atina'ya yerleşmişti. Münür Yaraş'tan aldığım telefon numarasıyla ona ulaştım. Hakkı Baba telefon görüşmelerimizde çok pozitif davranıyordu. Hangi konularda desteğe ihtiyacım olabileceğini anlatırken; "Sen buraya bir gel, gerisi kolay" diyordu.

İraklis Hercules Vasilyadi (Hakkı Baba)

Günler geçip, hazırlıklar da tamamlanınca Cahit Taş ile Atina'ya uçtuk.

Hakkı Baba Yunanistan'a ayak basışımızdan ayrılana değin bizimle ilgilendi, Atina Havaalanı'nda yanında İstanbullu sporculardan ha Günermengi'yle bizi karşıladı. Önce Arabasıyla maraton kayıtlarının yapıldığı yere gittik. Maraton koordinatörlerinden biri olan Hakkı Baba beni Rum atletlerle tanıştırıyordu. Bazılarının aileleri Ege'nin Anadolu yakasından göçmüşler. Bilhassa onlar içtenlikle bana sarılıyorlardı. Yaşlı olduğunu tahmin ettiğim bir atlet, kendine özgü şivesiyle "Rumca şeyler söyleyip Aydin, Aydin..." diyerek beni kucaklamıştı. Sormam ardından Hakkı Baba onun Rumca ve sevgi dolu ifadelerini tercüme etti ve "Ailesi Aydın'dan göçmüş," oraların hasreti ile kucaklıyor seni." dedi. Maraton kayıt işlemleri sonrasında kalacağımız otele gittik. Hakkı Baba da yanımızdaydı. Resepsiyondaki Rum da Türk olduğumuzu öğrenince bize İngilizce "Komşu" diye hitap ediyordu. Sanki Türkiye'den hiç ayrılmamışız Rum kapı komşularımızla sohbet ediyormuşuz gibiydik. Ünlü bir Rum maratoncu, Cahit'e parkur hakkında teknik bilgi vermişti. Süha'dan onun her zaman ipek benzeri ince eldivenlerle koştuğunu ve Yunanistan'ın en ünlü maratoncusu olduğunu öğrenmiştik. Hakkı Baba aracılığıyla Atina'da tanıştığım Rum sporcular bana ilgi göstermiş ve çok içten davranmışlardı. Bu yazım vesilesiyle bana ve kılavuzum Cahit Taş'a Atina'da gösterilen içtenliğe ve verilen desteğe canı gönülden teşekkür ediyorum. Tabii asıl teşekkürüm 6-7 yıl önce rahmetli olan Hakkı Baba'ya. Ben vefa duygusunu çok önemserim. Bu manada Hakkı Baba'yı, baba mizacıyla Atina Maraton sürecinde verdiği desteği unutmadım. 2022 yılında Rodop Bisiklet ve Doğa Sporları Grubu Başkanı Mehmet Latif'in davetlisi olarak Batı Trakyalı soydaşlarımıza konuşma yapmaya gittiğimde söyleşim esnasında Hakkı Baba'da Gümülcine'de anlatıp yâd ettim.

Hakkı Baba'yla son karşılaşmamız Bursa'da oldu. O da Tarihi Kent Yarı Maratonu'nu koşmak için Atina'dan gelmişti.

Japon nineler

Ve iki gün dinlenme sonrası 7 Kasım 2004 sabah erken saatlerde Maraton Ovası'ndaydık. Etrafımızda çok yaşlı Japon kadın koşucular görüyorduk. Cahit bana, "Necdet burada Japon nineler var," diyordu. Minyon, sevimli, sporcu yeleklerinde enerji içecekleri taşıyan yaşlı kadın koşucular dolaşıyordu çevremizde. Türkiye'ye döndüğümde onları örnek kişiler olarak anlatacaktım.

Start verilince, sağ elimde 25 km taşıyacağım bir şişe sporcu içeceği ile koşmaya başladım. Cahit ile aramızdaki uyum gayet iyiydi. Cahit Hocam'a ayrıca teşekkürler ediyorum. O olmasaydı Atina Maratonu'ndaki başarım da olmazdı. Hayli zorlu olan etabın ilk 30 km bölümü yokuşlardan oluşmaktaydı. Parkur çevresindeki Yunan halkı bizi "Kalimera, kalimera" diyerek karşılıyordu. O gün hayret edilecek bir performansım vardı. Yokuşları hiç tükenmeden çıkıyordum. Cahit zaman zaman beni kutluyor, onore ediyordu.

Küresel Projem çerçevesince koştuğum beş 42 km etap arasında en sert maraton olan Atina'yı 47 yaşımda başarıyla (3:53) koşmuş olmamda kaslarımdan ziyade zihnimin belirleyici olduğu kanaatindeyim. Daha önce T24 Haftalık'ta yayımlanan "Zor aslında kolaydır" yazımda söz ettiğim gibi koşacağım maratonu abartıyla düşünüp henüz koşmaya başlamadan kendimi takatsiz bırakmamış, Kırkayak takıntısıyla bir çukura düşmemiştim. Maraton öyküsünün doğduğu tarihi bir parkuru bitirebilir miyim endişesinden uzak mutlulukla koşuyordum.

Üzücü bir olay

Yokuşların başlamasından bir süre sonra sol tarafımızda yerde uzanan bir sporcuya ilk yardım yapıldığını gördük. Daha sonra o atlete ilişkin Hakkı ağabeyden aldığımız haber üzücüydü. Kurtarılamamış, geçirdiği kalp krizi sebebiyle vefat etmişti. Son 10 km iniş olmasına karşın yokuş aşağı pek başarılı değildim. Bunu da 30 km yokuş ardından kaslarımın ters çalışmasına ve yorgunluğuma bağladık. Sonuç: 03.53'tü.

Başımda barış tacı, göğsümde ay yıldız

Daha öncede vurguladığım gibi Atina klasik koştuğum beş uluslararası maraton içinde en zorlu olanıydı. Böylesine zorlu bir parkurda dört saatin altında finale ulaşmak 47 yaşında görme engelli bir atlet olarak bana onur vermişti…

Atina Maratonu'nda bizi onurlandıran bir diğer konu ise şeref konukları için hazırlanılmış Barış taçlarından bana ve Cahit''e de verilmiş olmasıydı. Maratonu bitirmem ardından Hakkı Baba zeytin dallarından yapılmış bir tacı kendi elleriyle tarihi Atina Stadyumu'nda başıma koymuştu, o esnada alabildiğince mutluydum...

Yaklaşık 20 yıl önce koştuğum Atina Maratonu sürecine dair şu an belleğimde, yüreğimde nelerin olduğu, neleri unutamadığım sorulabilir. O günlerden hafızamda kalan, yüreğimi dolduran bilhassa iki şey var başımda taşıdığım: Barış Tacı ve güzel, sevimli geyiğimiz Nazlı...

Yüreklerinizi dolduran güzellikleriniz olması dileğiyle herkese sevgiler.

Yazarın Diğer Yazıları

O muhteşem kanyon, o muhteşem gün!

Benim yüreğim o nehirde, o kanyonda, o sularda kaldı...

Direnmek ve umut etmek

Mumla aydınlatılan o küçük mekânda bana acıyan vatandaşla şu an karşılaşsak acaba nasıl bir şaşkınlık yaşar ve bana neler söyler bilemiyorum. Fakat benim ona söyleyeceğim ilk sözler; "Umutsuzluk hastalıktır. Kördüm ama güzel günlerimin de olacağını umut ediyordum. Şiirler söyledim, zorluklara direndim, kendimi bırakmadım ve mutluluk sonradan geldi ve bugünlere ulaştım." olurdu düşüncesindeyim

Ölümcül maraton Kasumigaura

Alabildiğince zorlu, fizik kapasitemi hayli aşan o süreçleri nasıl göğüsleyebildim? Mantıksız inadımın kaynağında ne vardı?