21 Nisan 2024

O muhteşem kanyon, o muhteşem gün!

Benim yüreğim o nehirde, o kanyonda, o sularda kaldı...

T24 Haftalık'ta 16 Temmuz 2023 günü yayınlanan "Denver'daki Ses ve Colorado Anıları" başlıklı yazımda "Hele dağdan indikten sonra gittiğimiz Salida kasabası yakınındaki Arkansas Nehri'nde yaptığımız 25 km rafting, o muhteşem kanyon, o muhteşem gün..." pasajı yer alıyordu. Bu hafta sizlere bu pasajda sözünü ettiğim Colorado Arkansas Nehri'ndeki o muhteşem günü anlatmak isiyorum.

Madenci kasabası Salida ve Arkansas Nehri'nde rafting

ABD'de yaşayan ekip arkadaşlarımız Doğan Çömez, Hakan İnanoğlu, İlker Tünay ve Nevzat Öntaş'la 2014 Colorado Sherman tırmanışımız aksama olmaksızın gerçekleşmişti. Tırmanışa ayırdığımız günler haricinde Colorado'dan ayrılmamıza 2-3 gün daha vardı. İlker Tünay'ın önerisi Fourmile Kampı'ndan Arkansas Nehri kıyısındaki Salida Kasabası'na gidip burada her yıl yapılan Kızılderili Festivali'ne katılmak ve sonrasında Salida yakınındaki Arkansas Nehri'nde rafting yapmaktı. Festival ve rafting Sherman Zirve tırmanışımızın armağanları olacaktı. Fakat benim rafting yapıp yapamayacağım tartışmalıydı. Bu konuda arkadaşlar karar veremiyor, net birşey söyleyemiyorlardı. Zira İlker rafting parkurunun uzunluğundan söz ediyor ve yer yer tehlikeli şelale düşüşlerinden geçildiğini söylüyordu. Konuya dair sohbetimiz netlik kazanamamıştı ancak Salida'ya gidip festivali görmekte hepimiz istekliydik.

Nevzat  Öntaş, Necdet Turhan ABD Boston yolcusu. (Atatürk Havalimanı 2014)

Fourmile Vadisi'nden ayrılıyoruz

Sherman tırmanışı için kamp yaptığımız Fourmile Vadisi'nden güzel duygu ve anılarla ayrılmıştık. Belleğim beni yanıltmıyorsa üç dört saat araç yolculuğu sonrası Salida'ya ulaştık, minik, butik tarzıyla bir evi andıran otelimize yerleştik.

İspanyol sömürgecileri tarafından kurulmuş olan bu sessiz ve şirin kasabanın geçmişi 1800'lere değin uzanıyor, ve Salida ismi "dağların çıkış yeri" anlamına geliyordu. Çevre dağlardan toplanan değerli taşlar, madenler ve bilhassa altın buraya getirilerek, demiryolu ile diğer şehirlere naklediliyormuş. Kasaba merkezinde o günlerden kalmış tuğla yapıları görebiliyorsunuz. Yani Kızılderili topraklarının istila edilip sömürgeleştirilmesine şahitlik eden yapılar halen ayakta.

Büyülü yerlerdeydik sanki! 

Salida kasabasını, nehir kıyısındaki restoranlarını çok sevdim. Enerjisi yoğun bu mekânlarda güzel saatler geçirdik, hoş sohbetler ettik. Büyülü yerlerdeydik sanki. Her yanı kuşatan doğal bir estetik ve ferahlık içindeydik. Oralarda oturup Salida'ya özgü içeceklerle serinlerken bana oldukça ilginç gelen ve tekrar tekrar anlattırdığım olay, hemen yanımızdan akan Arkansas Nehri'nden ayrılmış bölümdeki kanolardı. Bu kanolardaki sporcular, kanolarıyla nehrin akışına ters yönde yukarı doğru yol alabiliyor ve bu da yetmiyormuş gibi bir bir buçuk metre civarında yüksekliği olan akarlardan bir üst bölgeye geçebiliyorlardı. Ancak bu zorlu tırmanışı her defasında başaramıyor, aşağıya düşüyor, tekrar tekrar deniyor ve bir şekilde üst bölgeye geçiyorlardı. Onların kas gücüne ve tekniklerine hayran kalmamak mümkün değildi. 

Kano sporcularını izlerken bizim rafting konusu tekrar gündeme geldi. Daha önce buraya gelip rafting macerası yaşamış olan İlker Tünay, parkur ve rafting botunda kürek çekme tekniği hakkında bize bilgiler verdi. Sessizce onları dinliyordum. Yüreğimdeki korku hepsinin "Necdet bota binmesin, risk almayalım," demeleriydi. Fakat o akşam bana dair hiç konuşulmadı.

Yapamazsam bottan inerim, bir deneyeyim!

Ertesi sabah kahvaltı bitiminde rafting hizmeti veren firmanın nehir kıyısındaki tesislerine gittik. Bana "Yapamazsın, burada kal!” denilmesi halinde kabul etmeyip "Yapamazsam bottan inerim, bir deneyeyim," demeyi aklıma koymuştum. Nevzat onunla bu konuyu hiç konuşmuş olmayışımıza karşın, "Necdet gelmezse ben de onunla birlikte burada kalayım" diyerek rafting sürecimi kolaylaştırdı. Yıllarca dağ klavuzluğumu yapan, beni iyi tanıyan bir kişi olarak, Nevzat Öntaş yüz ifademe bakıp beynimdeki düşünceleri okumuş olmalıydı. Onun bu sözü ardından, "Peki o halde firmaya soralım," denildi. Görme engelli oluşumdan ve sporcu öykümden söz edilerek teknik ekipten bir görevliye rafting yapıp yapamayacağım soruldu. Yanıt olumluydu. Arkadaşlar, "Tamam Necdet, sen de geliyorsun," dediklerinde rahatlamıştım. Bu kez bedenimi rafting heyecanı kaplamıştı. "Bot nasıl acaba? Nasıl otururum? Nehirde nasıl bir akıntı var? Botla düşülen şelalelerin yüksekliği ne kadar acaba?" gibi düşünceler zihnimde dolaşıyordu.

Bu sorularımın büyük bir bölümünün cevaplarını bot yöneticisi genç arkadaşın yaptığı teknik açıklama esnasında alacaktım. Bilgilendirme ardından binaya girip üstümüzü değiştirip tüm vücudumuzu kaplayan plastik rafting kıyafetlerimizi giydik. Balıkadamlar gibiydik adeta. Daha sonra başımıza kasklarımızı taktık. Her birimizde üst gövdemizi neredeyse tümü ile kaplayan cankurtaran yeleklerimiz vardı. Her yeleğin ense kısmında, düşüp bot dışında kalma olasılığına karşı tutma yerleri yapılmıştı. Bir şelale inişindeki düşüş sırasında da yerimden fırladığım için hemen arkamda oturan bot yöneticisi bu tutma yerimden beni yakalayıp olduğum yere sabitlemesiyle nehire düşmekten kurtulacaktım. Beş-altı metre yüksekliğindeki bu şelaleden inme esnasında ekip olarak yaşadığımız ve filmlere konu olabilecek o sahneleri birazdan anlatacağım. Önce botumuzu Arkansas Nehri'ne indirelim dilerseniz.

Arkansas Nehri'nden çocukluk günlerime! 

Hacmine karşı hayli hafif olan şişme rafting botumuzu hep birlikte taşıyıp nehre bıraktık. Bilgilendirme esnasında söylenildiği gibi herkese birer plastik, kısa kürek verildi. Kürekler çift elle çekiliyordu ve sap bitimlerinde parmakların içine geçip rahat ve güçlü kullanılmasına yarayan üçgen boşluklar vardı. Bot tahmini üç dört metre uzunluktaydı. Düz olan tabanı tümüyle delikli plastik bir malzemeden oluşuyordu. Tabanın deliklerle dolu olduğunu düşmeler esnasında sulara dalıp çıkmamız sonrası botta hiç su kalmayışını fark edince tabana elimle dokunduğumda anlamıştım. Bota ana şeklini ve asıl yüzme fonksiyonunu veren malzeme ise bana kamyon tekerleklerinin iç lastiklerini anımsatmıştı. Şambrel dediğimiz bu kamyon ya da diğer araba iç lastikleri çocukluk yıllarımdan hâlâ belleğimdeydi. Botun lastik gövdesine dokunuyor, çocukluğumu anımsıyordum.

Denizin deniz olduğu günler 

Marmara Denizi'nin akvaryum misali tertemiz ve berrak olduğu 1960'lı yıllarda Bursa Tayakadın Semti'nden ailece hafta sonları Mudanya Gemlik arasında kalan Kurşunlu sahillerine giderdik. Deniz kıyısındaki zeytinliklerin altına yayılan kilimler, bu kilimler üzerine serilen sofra bezleri, sofra bezleri üzerine konulan bakır siniler, anneciğimin bir gün önceden hazırladığı börek ve poğaçalar, dolma ve köfteler, mahalleden geçen roman satıcılardan alınmış saz ya da söğüt dalı selelere konulmuş tabaklar, gıdalar, çay takımları, Aygaz kamping tüplerinde ya da pompalı benzin ocaklarında pişen nefis yemekler, demlenen nefis çaylar, kenevir urganlardan salıncaklar, iki ağaca çift urgan ip çekilip üzerlerine kilim atılarak yapılan hamaklar, velhasıl bambaşka günler, her şeyin tadının tuzunun yerinde olduğu, Marmara Denizi'nin yosun ve iyot koktuğu, denizin deniz olduğu bambaşka yıllar...

Ve o yıllarda Bursalıların denizde kullandığı halk tipi botlar yani şambreller, araba iç lastikleri bizler için hem birer bot hemde cankurtaran yeleği gibiydiler. Ayaklarımız dışarıya gelecek şekilde sırt üstü içine uzanır, iki elimizi kürek misali kullanarak dilediğimiz kadar açıklara giderdik. Şambrel ile deniz oltacılığı yaptığım günler olurdu. Bu konuda en usta olan balık avcısı rahmetli Nail Ağabeyimdi. Şamrelle açılır, çapari denilen çok iğneli her iğnesinde kaz tüyü bağlı oltalarla istavrit avlardı. Tuttuğu balıkları kucağında taşıdığı sepete doldurur kilolarca istavrit balığı ile dönerdi. Ama dediğim gibi Marmara'nın bir akvaryum gibi olduğu günler, deniz olduğu günlerdi...

Rafting başlıyor

Beni çocukluk yıllarıma götüren rafting botumuzun ana gövdesibir elips şeklindeydi. Bu elipsin iç kısmında da aynı çapta ve elipsi 90 derece açıyla dışa doğru destekleyip sabitleyen birbirlerine paralel iki şişme bölüm daha vardı. Bunlar oturma yerleri olarak kullanılıyordu. Benim yaptığım gibi botun kıyısına oturup oradan da kürek kullanmak mümkündü.

Rafting tesislerinin olduğu bölgede nehir suları yaygınlaşıyor ve yavaş akıyordu. Botu elbirliğiyle suya bırakıp yerlerimizi aldık. Kuyruk kısmında bot sorumlusu ABD'li genç arkadaş bota binerken bana yardımcı oldu. Bu esnada onun güçlü, kuvvetli, uzun boylu, sportif bir kişi olduğunu fark etmiştim. Bot yönetmede hayli usta olduğunu da daha sonra yaşadıklarımızla öğrenecektim.

Bot sorumlusunun sağ tarafında, biraz önünde ben bulunuyordum. Kendimi sıkmıyor, üst gövdemi esneterek botun iniş çıkış ritmine bedenimi uyumlamaya çalışıyordum. Yöneticinin verdiği komutlara göre kısa küreklerimizi suya daldırıyor ve elden geldiğince aynı anda önden geriye doğru çekiyor, bazen hiçbir şey yapmıyor kürekleri kucağımıza alıyor, bazende su akışının ters yönünde hareketlerimizi yapmaya çalışıyorduk. Her şey botun akışa göre en uygun yönde emniyetle yol alabilmesi içindi. Unutmadan söyleyeyim; bot sorumlusununda elinde bir kürek vardı. O da botun kuyruk kısmından küreğini suya sokuyor ve bir dümen formunda ustalıkla bota yön veriyordu.

Yüreğim orada kaldı! 

Danver'in 220 km güney batısındaki Buena Vista'daki Arkansas Nehri'nde yaşadığım rafting macerası benim için hayli özeldir. Türkiye'de beni adeta büyüleyen o muhteşem kanyondan söz ederken, "Yüreğim orada kaldı," diyorum. Bana huzur ve adrenalin yükleyen bu özel etkinliği gerçekliğiyle anlatmak için Nevzat Öntaş'ı telefonla aradım ve sorular sordum. Bu sohbetimizi de paylaşmak isterim.

- Nevzat Hocam senin de desteğinle etkinliğe katılabileceğim kararı oluştu ve rafting kıyafetlerimizi giydik. Sonrasını biraz anlatır mısın?

Nevzat Öntaş: Evet, plastik elbiseleri giydik. Kask ve cankurtaran yeleği verildi. Sonra bize topluca eğitim verdiler. Bot üzerinde nasıl duracağımızı nasıl kürekleri kullanacağımızı, verilen komutlarda neler yapacağımızı anlattı bize rafting yaptıracak rehber. Sonra botumuzu alıp yürüdük, nehrin kıyısında suya bıraktık. Birer birer çıkıp yerlerimizi aldık. Oturma düzenimizde şöyleydi: Doğan Hoca ve ben yan yanaydık. Bizim önümüzde Hakan ve İlker vardı. Sende bizim arkamızdaydın. En arkada kuyrukta da botu yöneten genç rafting rehberi oturuyordu. Bu şekilde akıntıyla aşağılara inmeye başladık. Rehberin verdiği komutlara göre bazen sağdakiler, bazen de soldakiler kürek çekiyordu. Bazende hepimiz birden kürek çekiyorduk. Başladık bazı yerlerde daha yavaş bazı yerlerde daha hızlı, kimi zamanda çok hızlı inmeye. Küçük büyük şelalelerden ine çıka gidiyorduk. 

- Nehrin aktığı yer için kanyon diyebilir miyiz?

Nevzat Öntaş: Evet orası bir kanyondu. Kanyon olduğu için de bazı kısımlar daha dar ve derindi. 

- Evet oraları hissediyordum. Botun da daha hızlandığı yerler buralardı değil mi?

Nevzat Öntaş: Evet, Nehrin daralan bölgelerinde botun hızı artıyordu. Kanyonun nispeten genişlediği bir yerde rehber fotoğraflarınız çekilecek demişti. Ama orada da bir şelale inişi vardı. Sen bize, "Fotoğraf çekilirken bana söyleyin o tarafa bakayım" demiştin. Ama ne mümkün sulara karıştık, paldır küldür indik şelaleden aşağıya. O hengamede nasıl bakacaksın fotoğrafçıya mümkün değil. 

"Beni sularda arayabilirdiniz!" 

- Ama hocam yinede güzel fotoğraflar çıkmış. Hatta ben ikisini web ve Facebook sayfalarıma da koydum. O şelaleden düşerken, hiç unutmuyorum, rehber adrenalin dolu bir sesle sürekli bağırıyordu: "Paddle forward, paddle forward, paddle forward" diye. Siz ne yapıyordunuz bilmiyorum ama göğsüme kadar vuran sularda ben küreği gelişigüzel sallıyordum. Bot sular içinde çalkalanıyordu. Her taraftan sular vuruyordu. O kaosta ben küreği nereye vurayım, nasıl çekeyim belli değildi! Fakat bir yerde çok sert düştük. En yüksek şelale orasıydı değil mi? Sence ne kadar vardı yükseklik? 

Nevzat Öntaş: Evet orada 5 ya da 6 metre aşağıya düştük. Bot bir ara sular içinde kayboldu. Ön taraftan battı çıktı. Hepimiz suların içindeydik. Bir baktım, İlker ve Hakan yerlerinden kopmuşlar, Doğan Hoca ile benim ayaklarımızın önüne düşmüşler. Ben orada bayağı korkmuştum. Döndüm baktım sana yerinde duruyor musun diye.

- Hocam orada ne oldu biliyor musun? Ben önce bot rehberinin biraz önünde sağda Doğan Hoca'nın arkasındaydım. Biliyor tabii bu düşüş en riskli olanı. O şelaleye yaklaşırken rehber solak olmalı, beni biraz önünde sol tarafına aldı. Düştük, sulara vurduk. Ben yerimden fırladım fakat rehber arkadaş beni cankurtaran yeleğimin üst kısmından, tutma yerinden kuvvetlice yakaladı ve olduğum yere sabitledi. Yoksa beni sularda arayabilirdiniz. İşte o an benim için raftingin en vurucu anıydı. Endorfin anlamında; huzur ve hoşluk anlamındaysa hani zaman zaman nehrin durgun geniş yerlerine geliyorduk. Oralarda sadece sağ ya da soldakiler kürek çekiyor, bot tam bir daire yaparak olduğu yerde dönüyor, siz çevreyi 360 derece seyredebiliyordunuz. Cennetti sanki oralar, benim yüreğim oralarda kaldı. Zaten ABD'den döner dönmez aklım yüreğim Arkansas'da, Boston 'a, Hakan'a yazdım, "Benim yüreğim o nehirde, o kanyonda, o sularda kaldı. Yine gidelim," diye…

Nevzat'la yaptığımız rafting sohbetimiz böyle.

Arkadaşların 360 derece, botu olduğu yerde çevirerek karşı dağlara değin çevreyi seyrettikleri nehrin durgun ve geniş bir bölümünde öğle molası verildi, kıyıya çıktık. Hizmet satın aldığımız firmanın personeli burada yemeklerimizi dağıtıyordu. Rafting macerası yaşayan bir grup daha vardı. Onlar bizden önce buraya ulaşmışlardı. İçlerinden bazı gençler yüksek bir kayaya çıkıp suya balıklama atlıyorlar, yüzüyorlardı.

Mola esnasında da sohbetlerimiz filmlere konu olabilecek o şelale inişimiz üzerineydi. Herkes birbirlerine heyecanla o anda yaşadıklarımızı, botun sulara gömülüp nasıl çıktığını, Hakan ve İlker'in fırlayıp gerilere Nevzatların ayakları önüne nasıl düştüklerini anlatıyordu. Oradaki adrenalin hâlâ üzerimizdeydi, kahkahalarla gülüyorduk.

"Şelaleler, göğsümüze vuran sular artık yoktu" 

Mola sonrasındaki nehir seyahatimiz daha yumuşak geçti. Sert iniş çıkışlar, şelaleler, göğsümüze vuran sular artık yoktu. Çoğunlukla biz kürek çekmiyorduk. Rehberimiz gerektiği yerlerde küreğini arkaya uzatıyor ve bir dümen formunda kullanıp bota yön veriyordu. Buraları nehrin alt kısımları olmalıydı. Akşam üstüne doğru kıyıya yaklaşıp bottan ayrıldık. Burada bizleri bekleyen araçlar vardı. İstikamet rafting hizmeti aldığımız firmanın olduğu tesislerdi. Arabada giderken "Sence rafting parkurumuz kaç kilometreydi?" soruma, Hakan İnanoğlu: Yaklaşık 25 km aşağılara indik." yanıtını veriyordu.

Üzerlerimizi değiştirdikten sonra dinamik ve becerikli genç bot rehberimizle vedalaşarak, tesislerde bıraktığımız arabalarımızı alıp Salida'ya geri döndük. İki gün sonrada Colorado Denver ve Massachusetts Boston üzerinden Türkiye'de olacaktık. Ama yüreğim Arkansas Nehri'nde, o muhteşem günde, o muhteşem kanyonda kalmıştı.

Yazarın Diğer Yazıları

Direnmek ve umut etmek

Mumla aydınlatılan o küçük mekânda bana acıyan vatandaşla şu an karşılaşsak acaba nasıl bir şaşkınlık yaşar ve bana neler söyler bilemiyorum. Fakat benim ona söyleyeceğim ilk sözler; "Umutsuzluk hastalıktır. Kördüm ama güzel günlerimin de olacağını umut ediyordum. Şiirler söyledim, zorluklara direndim, kendimi bırakmadım ve mutluluk sonradan geldi ve bugünlere ulaştım." olurdu düşüncesindeyim

Hakkı Baba'nın anısına saygıyla

Ben vefa duygusunu çok önemserim. Bu manada Hakkı Baba'yı, baba mizacıyla Atina Maraton sürecinde verdiği desteği unutmadım

Ölümcül maraton Kasumigaura

Alabildiğince zorlu, fizik kapasitemi hayli aşan o süreçleri nasıl göğüsleyebildim? Mantıksız inadımın kaynağında ne vardı?