Devlet ve genel olarak halk tarafından düne kadar bir terör; Kürt halkı ve Türk solcularının çoğu tarafındansa baştan beri bir mücadele ve direniş örgütü olarak tanınan ve yarım asırlık kanlı bir sürecin sonunda bugün devleti dize getirmeyi başaran bir örgüt tabii ki şu anda Kürt halkının ve “artık” barış isteyen bir grup insanın kahramanıdır.
Örgüt, talep ettiği hakları almak üzere bir devlet tarafından yasal muhatap kabul edilmiş ve devletle pazarlığa oturmayı başarmıştır. Bundan sonra elde edeceği ve edemeyeceği başarılar, bu uğurda vereceği ya da vermeyeceği ödünler onun sorumluluğundadır. Dağlardan inip masalarda devam etmeyi planladığı politik görüşmelerde neyi ne kadar gözeteceği, kimi ne kadar korumak isteyeceği ve nihayetinde menfaatlerine göre neyi hedefleyeceği Kürt meselesini sahiplenenlerin bileceği iştir.
Geri kalanlara ise kara kara düşünmek düşer.
İşte kara kara düşünebileceğiniz şeyler:
Kürtler devlet tarafından “Bebek Katili” olarak damgalanan ve yıllardır hapiste tutulan liderlerini özgürlüğe kavuşturuyorlar. Hatta artık dağlarda değil ülkenin meclisinde Kürt politikalarının sözcüsü olarak yer almasına olanak sağlayacak bir hukuksal düzenlemeyi yaptırmak üzereler. İktidara Kürt ve Türk halklarının adlarının yan yana yazılacağı yeni bir anayasa hazırlatmalarına ramak kaldı. Bu ülkeye demokrasiyi getirmeyi ve yüzyıldır süregiden bir adaletsizliği sona erdirmeyi vaat ediyorlar.
Ve tüm bunları ülkenin en sağcı ve en milliyetçi politik hareketiyle el ele vererek, cumhuriyet ve laiklik düşmanı İslami bir iktidarın himayesinde yapıyorlar.
Irkçılıktan vazgeçen, barışçıl anlaşmalar için dilini değiştiren, hukukunu yenileyen ve alışık olmadığı bambaşka söylemlerle dünkü düşmanına el uzatan sağcı bir siyasetin, tüm muhaliflerini “terörist” diyerek içeri tıkıp, üniversiteli gençlerini döve döve gözaltına alan ve bunlarla eş zamanlı olarak Kürtlerle barış getirmek için kollarını sıvayan “alicenap” bir iktidarla yaptığı bu anlamlı çıkışın sonuçlarının tüm anaların gözyaşlarını dindirecek, ekonomiyi düzeltecek ve ülkeyi yeniden refaha kavuşturacak olmasını aklınızın neden almadığını düşünebilirsiniz.
Dilini ırkçılık üzerine kuran ve hem yeryüzündeki hem de yeraltındaki karanlık ilişkilerde kilit roller oynayan kişileri bünyesinde barındıran bir siyasi yapının hukuku hiçe sayan iktidarla el ele verip Kürt sorununu tertemiz çözüyor olmasının altında bir hinlik arayabilirsiniz.
“Bu sorunu itinayla yaratan askeri ve sivil inisiyatifler zamanında kimlerle iş birliği içindeydiler, hangi güdümlerle sorunu köpürttüler, terör neye yarar, nereden beslenir, neye hizmet eder, o legal ve illegal silahların ekonomisi hangi ilişkilerle nasıl döner?” gibi sorularla ortalığı karıştırabilir, “Bir savaş kim isteyince başlar, kim isteyince biter?” gibi kavramsal sorunsallarla zihinleri bulandırabilirsiniz.
Tarihin tekerrürden ibaret olması, insanın hatalarından ders almamasının cilvesidir. “Ben ille de hatalarımdan ders alacağım” diye tutturmanın hiçbir anlamının olmadığı şu dünyada, güdümlü dış politikaların karanlığında gerçekleşen ve ana hatları o karanlığın gölgesinde kaldığı için taraflar arasında nasıl bir alışveriş yapıldığı resmen belgelenemeyen barış sürecine dair iki farklı hissiyat taşınabilir.
Ya tüm şüpheleri bir kenara bırakıp silahların susmasına, her iki taraftan da bundan sonra kimsenin ölmeyecek olmasına ve halklar arasındaki eşitlik ilkesinin vurgulanacağı yeni bir anayasanın yolda olmasına sevineceksiniz…
Ya da Lozan’a kafayı takacak, Amerika’nın Orta Doğu politikalarıyla dertlenecek, İsrail’in bölgedeki hain planlarını kurcalayacak, İran’daki Suriye’deki silahlı güçlerin akıbetini soruşturacak, iktidarın ne karşılığında kimlerle nasıl anlaşmalar yaptığını ve yerini sağlamlaştırmak için kimlere ne tuzaklar kurduğunu, ülkeyi nasıl bir çıkmaza soktuğunu çözmeye çalışacaksınız.
Bu arada, Kürtlerin kendi kaderlerini belirlerken sizin ve başkalarının kaderleri hakkında ne düşündüğü ya da neyi düşünmediği gerçeğiyle yüzleşirken, sizin bugüne kadar Kürtlerin ve başkalarının kaderi hakkında ne düşündüğünüz ya da neyi düşünmediğiniz gerçeğiyle de yüzleşeceksiniz.
Hangisini tercih ederseniz edin ama unutmayın, Kürt ve Türk tabii ki kardeştir ve kardeşin kardeşi öldürmesi kutsal kitaplarda iştahla anlatılan ibretlik bir öyküdür.
Mine Söğüt kimdir?
Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti.
Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı.
Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı.
Yayımlanmış yapıtları
- Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000) - Beş Sevim Apartmanı (Roman - YKY 2003) - Sevgili Doğan Kardeş (Araştırma - YKY 3003) - Kırmızı Zaman (Roman- YKY 2004) - Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür'le Hayat ve Edebiyat (Söyleşi - Everest Yayınları 2006) - Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979 (Roman - YKY 2007) - Dolapdere, Kürt Kediler Çingene Kelebekler (Deneme - Heyemola Yayınları 2009) - Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey (Roman – YKY 2010) - Deli Kadın Hikayeleri (Hikâye – YKY 2011) - Darbeli Kalemler (Derleme – Getto 2011) - Gergedan, Büyük Küfür Kitabı (Hikâye- YKY 2019) - Alayına İsyan (Deneme - Can Yayınları 2020) - Başkalarının Tanrısı (Roman – Can Yayınları 2022)
|