18 Mayıs 2025
1 Ocak 2025 günü doğan çocuklar “Beta Kuşağı” olarak adlandırılacakmış.
Bunu öğrenince rahatladım. Çünkü bizim alfabede kuşakları adlandıracak harf kalmamış, Yunan alfabesi hemen yardıma koşup, bundan sonraki kuşakları adlandırmak için kendi alfabesindeki harfleri devreye sokmuştu.
Önce “Alfa”, şimdi de “Beta” harfleri, yeni kuşakların adları olmuştu.
Yani sorun çözülmüştü. Gelecek 50 yılın kuşağını adsız bırakmamıştık.
Bu çözümü aklına getirenler sağ olsunlar!
Ben biraz eskiyim. “Baby Boomer” deniyor benim kuşağıma.
Savaşın karartma gecelerinde ve savaş sonrasında büyük barışın keyfini çıkartmak isteyen, anne-babaların (veya sevgililerin) ateşli gecelerinde rahime düşen çocuklarmışız biz.
Hem şanslı hem şanssız ama sonuna kadar yaratıcılığa sahip olan bir kuşak olup çıkmışız.
Savaş ertesi yokluk, buna karşı “bol bol aşk”, bugün bile liste başı olan şarkılar, protest şiirler, boykotlar, kelime cambazı yazarların okunmaya doyulmayan kitapları, hâlâ unutulmayan filimler, onları yaratan yönetmenler, müzelerin en kıymetli resimleri, moda ikonları…
Ve diğerleri!
Hepsi bizim kuşaktan miras kalmış bugünlere.
Biz Türk Baby Boomer’ları damak konusunda biraz zorlanmışız. Arjantin’den donmuş etler, Amerika’dan teneke içinde sarı peynirler, süt tozu, ciklet, sigara gelmeseymiş, damağımız kör kalacakmış.
Ama tüm yokluklara rağmen yaşamın tadını, son damlasına kadar tatmayı becermişiz…
Kuşaklar boyu:
“Dont war, make love” sloganını haykırıp durmuşuz.
Yakama yapışan “şikemperver”lik yüzünden bana sorulan soruların çoğu beslenme konusunda oluyor!
Bu sorular beni, Beta Kuşağı’nın beslenmesi konusunda hayal kurmaya zorladı.
“Bu kuşak nasıl beslenecek?”
“Gelecekçi” yazı yazmak zordur. Geniş bir hayal dünyasına sahip olmayı gerektirir.
Bizim gibi “Üçüncü Dünya” ülkelerinde yaşayan insanlar, günü kurtarmak üstüne kafa yorduklarından, aç karınlarının gurultusunu bastırma telaşından, fütürist düşünceler geliştirmeye fırsat bulamazlar.
Onun için, “gelecek nasıl olacak?” sorusundan daha çok, “geleceği görecek miyiz?” Sorusunun yanıtının peşine düşeriz.
Gelecek ile ilgili açılan falları yorumlamakta (uydurmakta) zorlanırız.
Ama yine de soralım:
Gelecekte insanlar nasıl beslenecek?
Bana sorulan en zor sorulardan biri! Hayallerimin sınırlarını zorlayıp, yanıtlar vermeye çalışacağım:
Önce gerçeklerle başlayalım. Böcekler, sürüngenler, kurtlar, karıncalar, mutfaklarda artık baş köşede oturacaklar.
Bu konuda çalışmalar çoktan başladı. Yenebilecek börtü böceği üretmek için çiftlikler kuruldu bile.
Bazı ülkelerde şefler, ipin ucunu kaçırıp, garip yemekleri mönülerine yerleştirmeye başladılar.
Örneğin:
Çin’in Shanghay bölgesindeki Minhana kasabasında bulunan, Canopia adındaki restoranın şefi, hayalleri zorlayacak mönüler yapmış.
Konu: “Doğayla Bütünleşmek.” Yerde sürünen, ağaç kovuklarında saklanan, yani doğada ne kadar garip canlı varsa hafta sonu mönüsünde yer almış.
Bambu kurtları, her türlü böcek, karınca, sürüngenler, bu mönünün gözde malzemeleri. İçecekler de oldukça yaratıcı:
Çürümüş çiçek aromalı kokteyller, nehir suyu ve yosun kokulu balık çorbaları epey rağbet görüyor.
Bu malzemeler üstelik bedava. Ormanlarda avuç avuç sizi bekliyor.
Benim en merak ettiğim yemekten de bahsedip, gelecek hayalleri kurmaya devam edelim!
Yemeğin adı: Canlı yeşil karıncalı fil dışkısı (b*ku)…
Yeşil karıncaların daha önce Brezilya’da tadına bakmıştım. Limon kadar ekşiydiler! Belki de dışkıya lezzet katmak için üstüne koymuşlardır!
Kim bilir?
Bu çılgın deneyimi edinmek için kişi başına 600 dolar ödemeniz gerekiyor!
Durum böyle. Biz gelecek hayalleri kurmaya devam edelim.
Evlerde, klasik mutfağın olmayacağını düşlüyorum.
Televizyon karşısında küçük bir yemek masası, o kadar.
(Televizyon belki tarihin sayfalarına gömülecek, yerini sihirli gözlükler alacak.)
Belki de herkesin ensesinden içeri minik bir çip sokulacak. Bu çipte, neye alerjiniz var, hangi besinler sindirim sisteminizi zorlamıyor, sağlıklı beslenme formülünüz nedir, güncel kan değerleriniz falan…
Ensenizdeki çipte yazılı olan bu bilgilerin hepsi, apartmanın yemek servisinde de kayıtlı olacak. Siz sadece yemeği saat kaçta yiyeceğinizi söyleyeceksiniz.
O saatte kapınız çalınacak ve seksi bir robot kadın, sadece sizin için hazırlanmış yemek tepsisini size sunacak.
Bir iki kadeh içki mi çekti canınız. O zaman garsona ensenizi tekrar uzatmanız gerekecek. Garson, elindeki aletle çipinizi okuyacak, kan değerlerinizi ölçecek, kandaki alkol miktarını hesaplayacak, ondan sonra aletin ekranında gösterilen miktarda içkinizi verecek. (İyi ki ben bu kuşağı görmeyeceğim.)
Bu konuda daha derin ve yaratıcı hayaller kurulabilir ama, Carl Sagan’ı, Asimov’u kızdırmadan falımızı okumaya devam edelim.
Bilesiniz ki, gelecekte, sebze bahçeleri olmayacak! Sebze yetiştirmek için ayrılan bahçeler, konut alanlarına dönüşecek.
10 milyarı geçecek olan nüfusun, başını sokacak evlere ihtiyacı olacak! Yani, beşli arkadaş gurubundan, “Cengiz İnşaat”a epey iş düşecek!
Yer kalmadığına göre sebzeler nerede yetişecek?
Büyük olasılıkla, evlerin çatı katları tarım işini yüklenecek.
Bu konuyu benden önce birçok kişi hayal etmiş. Hatta bunu hayata geçirenlerin sayısı hiç de az değil! Özellikle Amerika’nın arsa fakiri büyük kentlerinde, bu tür tarım yapan üreticilerin sayısı hızla artıyor.
Hatta, güneydeki seralarımızda topraksız tarım aldı başını gidiyor! Yani yarışta biz de varız!
Topraksız üretim konusu, benim hayal gücümü zorluyor! Daha doğrusu bilgi birikimimim, bu konuda hayal kurma yetisine sahip değil!
Ama bu konuda uzayda da çalışmalar yapıldığını okudum:
Örneğin, Çinli astronotlar, uzayda oluşturdukları bahçede marul yetiştirmeyi başardılar.
NASA, uzay bahçesinde cüce domatesler yetiştirdi.
Japonlar ise milli içkileri olan pirinç rakısı Sake’yi uzayda imal etmeyi başardılar.
Yani, gelecekte dünyayı doyuracak ürünler, uzayda yetiştirilecek.
Bill Gates, sentetik sığır eti üretimi için avuç dolusu para harcamaya başladı bile.
Journal of Insect dergisinde yer alan bir makalede, un kurtlarının, geleceğin en önemli besini olacağı öne sürüldü. Ayrıca çok az doğal kaynak tüketen cırcır böcekleri, solucanlar ve çeşitli kurtçukların tüketim alternatifi olacakları belirtildi.
Bu arada bizim Türk Beta Kuşağı ne yapacak? Sanıyorum bugünkü yaşam savaşı pek değişmeyecek!
Şu söz, bu yarışta bizim nerede olduğumuzu çok güzel anlatıyor: “Herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine!”
Uzaydan tekrar dünyaya dönüp, günlük yaşam hayallerini kurabiliriz. Çünkü bu konular daha keyifli ve anlaşılır!
Örneğin:
“Duman Meyhanelerine” ne demeli?
Ne demek istediğimi anladınız! Meyhanelerin geleceğini soruyorum.
Sulu içkiler yerini dumanlı sohbetlere mi bırakacak: Esrar, Marihuana, diğer kafa yapan otlar… Bardak yerine sigara, pipo, nargile gibi duman üreten aletleri mi tokuşturacağız, “Şerefe” dileğiyle!
Veya barmenin, “Hapınız ne renk olsun?” sorusuna mı muhatta olacağız?
Bildiğiniz gibi, bazı ülkelerde kafa yapan bu uyuşturucuların satılması yasak.
Cezası çok ağır!
Araştırmacılar, bunların sağlığa çok zararlı olduklarını haykırıp duruyorlar. Ama yine de bazı ülkeler bunların satılmasına kısıtlı izin vermeye başladılar!
Düşündükçe anlıyorum ki, Beta Kuşağı’nı bekleyen gelecek, bana göre değil.
Olsa da görmeye imkânım olmayacak!
Daha çok hayal kurabiliriz. Örneğin, robottan seks köleleri, uçan otomobiller, enerji sağlayan elbiseler, göz açıp kapanıncaya kadar süren yolculuklar, o günün ihtiyaçlarına göre evrimleşmiş organlar…
Ve diğerleri…
Konusu yemek olmayan geleceği hayal etmeyi başkalarına bırakıyorum.
Mehmet Yaşin kimdir?Mehmet Yaşin 1950 yılında Ankara'da doğdu. Üniversitede sosyoloji öğrenimi gördükten sonra 1970'li yılların başında gazeteciliğe başladı. Çeşitli gazetelerde muhabir, editör, yazı işleri müdürü ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Gezi ve keşif dergisi Atlas'ı çıkardı. Daha sonra Hürriyet Dergi Grubu Genel Müdürlüğü görevini üstlendi. Televizyon kanalları için belgeseller hazırladı. Daha sonra kurucusu olduğu Doğan Kitap'ı beş yıl boyunca Genel Müdür olarak yönetti. Hürriyet gazetesinde gezi yazıları, çok sayıda dergide yeme-içme üzerine yazılar kaleme aldı, CNNTürk'te hazırlayıp sunduğu 'Lezzet Durakları' programı büyük beğeni topladı. Yemek ve mutfak üzerine yazılar yazmayı, Atlas dergisi için çıktığı gezilerde gittiği yerlerin yemeklerini de keşfetmeye başlamasına bağlayan Yaşin, "Keşfetmek duygusundan hareketle mutfakları araştırmaya başladım. Yemeğin o yörenin, ülkenin kültürünü anlamak için en iyi araç olduğunu fark ettiğimden beri, mutfaklardan çıkmaz oldum. Yemek için kullanılan malzemeler, pişirme teknikleri, yemeklerin öyküleri derken mutfak vazgeçemediğim ilgi alanı oldu" diyor ve ekliyor: "Gittiğim ülkeleri anlatırken, yemeğe değinmeyince yazımın yarım kaldığını gördüm. Bir de belki benim önerimle o coğrafyalara gidecek insanlara yardımcı olabilirim duygusu beni yemek yazmaya itti. Ben yemeğin nasıl yapılacağından çok nasıl yapıldığı ile ilgilendim. Yemeğin öyküsü daha çok ilgimi çekti. Yemeğin tarihi merakımı uyandırdı. Okudum, sordum, soruşturdum, biriktirdim. Tüm bu bilgileri kendime saklamanın haksızlık olacağını düşündüm. Benim gibi yemeğin peşinde koşturanlarla paylaşma duygusu ağır basınca yemek yazılarına başladım." Yayımlanmış kitapları 'Lezzet Durakları', 'Yemek Sırları', 'İstanbul Lezzetleri', 'Uzakname', 'Yakınname' (Doğan Kitap) ve 'Yumurta Nasıl Kırılır?' (Remzi Kitabevi) adlı kitapları yayımlandı. |
Malt viskiyle Teoman’ın, Levent’teki pubında tanıştım. Oradaki tadım seanslarında malt viski içmenin inceliklerini öğrendim. Tadının, renginin ve kokunun nüanslarının nasıl olması gerektiğini kavradım. Bu çok özel viskiyi tanıdıkça bir malt tutkunu oldum
Özgür Özel'in “Erdoğan’la değil anayasa, menemen bile yapmam” sözü topu bizim sahaya düşürdü ve bu hafta menemen pişireceğiz!
"Sabahçı" modasının öncüleri, kararında içilecek bir iki kadeh sabah içkisinin güne neşe kattığını, insanı canlandırdığını, daha enerjik yaptığını iddia ediyorlar. Öte yandan tıp çevreleri, sabah içkisinin alkolizm belasını körükleyeceğini belirtiyorlar.
© Tüm hakları saklıdır.