12 Nisan 2025
Yazı başlığını görenler politik bir yazı yazdığımı düşünebilir; haklıdırlar da ancak bu herkesin anladığı manada bir “politik” yazı değil.
Aslında bu bir “ÇİN YATIRIMI BYD” yazısı. Bu konu ile ilgilenmesi gerekenler manşette saydığım sayın hükümet.. Umarım bu kişilerin “okuyan, özetleyen” takımı bu bilgiyi onlara verirler… Kendileri seçim ile meşguller!
Ne demek istediğimi tam anlatabilmek için size bir miktar “girizgâh” yapmalıyım.
Ülkemizde 1950’li yıllardan bu yana, ABD sayesinde, sadece yazılan yazılar değil; politika ile ilgili her şeyimiz “seçmen kandırma!” üzerine. Oysa “politika;” bir “işlevin” geniş manada, tüm parametreleri ile birlikte düşünülüp, en faydalı nasıl uygulanabileceğini, sosyal ve ekonomik olarak planlanması demek.
Mesela tüm dünyada denizlerin gıda temini için nasıl kullanılması gerektiği konusunda hem sürekli yenilenen hem de uygulanan hem milli hem bölgesel politikalar mevcut. Bizim yok; çünkü bizim böyle bir bilgimiz yok. Deniz bile bize hafriyat inşaat filan hatırlatıyor.
Üstelik Avrupa Birliği gibi “ülkeler birlikleri” yapabildikleri kadar “belirli konularda” nasıl müşterek hareket edilebilir diye “hükümeti (hükmedenler/karar mercileri) benzeri” komisyonlar kuruyorlar. Ancak hiçbirinin sonucu etkileme hakkı yok. Sonuç, vatandaş tarafından yani demokratik olarak saptanıyor.
ABD, zaten kuruluş olarak büyük bir kıta da çeşitli coğrafi ve sosyal farklılıkları olan, büyük nüfusları düzgün yönetebilmek için 250 yıl evvel “federatif yönetimi” seçmiş.
Amerika'daki 13 koloni ile İngiltere arasında gerçekleşen savaşlar sonucunda İngiltere mağlup olmuş; federal devletler (bize göre eyaletler?) sözleşmeleri 1788' de imzalanmış; başta 13 olan devlet sayısı zaman içinde (En son 1957 de Alaska ve Hawai) 50 ye çıkmış.
Federal hükümet harp çıkartmaktan, yumurta üretmeye kadar tüm devletleri ve endüstrileri kontrol ettirir. Dikkat buyurun; kendisi kontrol etmez; hep beraber kuralları koyarlar, ilgili (NGO Non Governmental Organisation) Sivil toplum kuruluşu uygular ve denetler.
AB Komisyonu da benzer şekilde çalışır. Konulara ayrılmış “genel müdürlükler, DG” bir nevi Bakanlık yaparlar. Ancak, karar ve denetim yine NGO’larda dır.
Bizim ülkemiz; içlerinden biri olduğumuz, eski Avrupa ,krallıkları gibi zaman içinde gelişerek, iç harp çıkartarak, birbirini öldürerek değil; Atatürk gibi bir deha tarafından aniden (nerede ise birkaç yılda) en ideali sistem olarak kurulmuş.
Belki bugün O ani kuruluşun gereklerini ya anlamadığımız ya istemediğimiz, (kişisel menfaatimiz başka yerde olduğu için) yerine getirmediğimiz için hem ekonomik hem sosyal sıkıntılar çekiyoruz.
İnönü, Atatürk’ten sonra onun hedeflerine ulaşmaya çalıştı; belirli ölçüde muvaffak da oldu; ancak 1940’ların sonunda hesapta olmayan “Avrupa ülkelerinde Amerikan yardımı” devreye girince, kıta olarak şapa oturduk.
En çok bizi etkiledi; kendimizi “hap yap para kap” fenomenine kaptırdık ve ABD destekli Demokrat Parti denilen “politik hareket” ortaya çıktı.
1960 ihtilali oldu, iyi niyetli, biraz da naif askerler; iyi şeyler yapmağa çalıştılar; bunlardan biri de DPT, DEVLET PLANLAMA TEŞKİLATI idi.
DPT’yi kuran 91 sayılı kanun 30 Eylül 1960’ da, o zaman yasama organı olan Milli Birlik Komitesinde kabul edilmişti.
Aslında Plan kavramı, İnönü tarafından (SSCB den) getirilmişti. Konuyu bilmesi gereken tüm okurlarıma, kadim dostum Prof. Ergun Türkcan’ın kitap ve makalelerini okumalarını tavsiye ederim.
DPT kurulduğu 1960 yılından AKP tarafından işlevsiz hale getirilip sonradan ortadan kaldırıldığı yaklaşık 2004 yılına kadar bazen çok iyi, bazen de yetersiz bilgi, devlet ataleti ve (yine!) siyasetçi baskısı yüzünden iyi olmayan işler yaptı.
Bazı konular zaten ona gelmeden “kotarıldı.”
Devrim otomobili dramından sonra, ilk otomobil fabrikamız TOFAŞ’ın 1968 de Bursa’da Demirtaş Köyünde kurulması ile makro planda “karar” topu yine siyasetçilere geçmiş gibi görünüyordu.
O zaman da Bursa’nın bir köyü olan Demirtaş’ta; Bursa ipeğini yaratan dutlukları ve yeni kurulmakta olan gıda endüstrisinin başlangıç noktası olan meyve ağaçlarını ortadan kaldırıldı. Otomobil fabrikasının orada yapılmasına, ayni yıllarda Bursa da var olan “at arabası imalatı” ve “İthal kamyon şaselerinin üzerine ahşap kasa ile otobüs ve kamyon yapılması teknolojisi” varlığı sebep gösterilmişti.
Ancak, bunlardan ziyade o dönemin kuvvetli adamlarından Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in etkisi olduğu söylenir.
Aynı yıllarda, Bursa-Demirtaş’tan 80 km’den daha az mesafede, Bilecik-Bozüyük arası alanlar tarım bakımından çok zengin olmayan, endüstriye çok uygun alanlar idi. Bugün de ciddi sayılabilecek sanayi yatırımlarını barındırmaktadır.
Bu alanlar otomotiv için şeçilmemiş, böylece Bursa’nın endüstri tarihinin tabii gelişimi, otomotiv ile bozulmuştur.
Bu noktada: konumuz ile ilgili olduğu için size, 2005 yılında Radikal gazetesinde yazdığım bir yazının özetine götürmek isterim.
***
YENİ OTOMOBİL Mİ ALACAKSINIZ?..
Radikal 2007.
“Dostlarım bana “hangi otomobil” diye sorarlar.
Acaba turbo alınırsa motor çabuk mu aşınır? Benzinli mi alsam mazotlu mu? Gazlı en ucuz diyorlar ne dersiniz? Mini bir otomobil ile şehirler arası gidilir mi? Sualler uzuyor, çünkü otomobil almak çok kolay, sen paradan haber ver...
Çocukluğumda TV, internet vs. olmadığı için, otomobil öğrenebileceğim yegane yer yabancı dergiler idi. İstanbul Tüneldeki Haşet kitabevinden, Ankara’da ise Bulvar’da, Akay Kitabevinin ikinci katında bazen İngilizce kitap bulunurdu. Otomobil kitabı ve dergisi yoktu.
Buralar harçlığımı ve Radyo Çocuk Saati’nden aldığım paraları harcadığım başlıca yerdi.
Popular Mechanics, Car and Driver, Autocar, Automobile Magazine, Road and Track vs. nerede ise ezberlediğim dergiler; hala çıkanlara üyeliğim devam eder ama artık internette.
Bahsi geçen 1950’li 60’lı yıllarda kimse kimseye yeni otomobil alırken pek sormazdı! Çünkü seçenekler belli idi. Çok paranız varsa, Cadillac alacaksınız ya da Mercedes. Mercedes’in de kırk tane tip yok; 180 var 220 var. Cadillac pahallı ise Buick, Chrysler var. Sonra Chevrolet var; Ford’un ise 6 ya da 8 silindir seçeneği var. Tek kapı, 4 kapı veya steyşın! İngiliz arabalarından Humber, Triumph var. Alman Opel, Ford, VW var. Alfa Romeo, Ferrari, Lancia duyuyoruz ama ortada yoklar. “Devrilmez” denen Citroen “Traction avant”lar gelmiş. Arkadan motorlu Renault Dauphine var; ve meşhur Peugeot 404 ve 504. Yahudi Mercedes’i, nedense?
Sonra, Anadol ile başlandı. Peki; bugün hangisini alalım? Cevap basit
Ülkede yapılan otomobil almamız gerek.
Biz daha Otomobil yapamıyoruz, şimdilik montaj safhasındayız;
Ama bir gün, montajı çok iyi öğrenip oradan asıl önemli yere; çizim masasına geçip yerli otomobil tasarlayıp yapacağız... Daha önce yaptık; DEVRİM yaptık, ANADOL STC yaptık; ama yeteri kadar aklımız, bilgimiz olmadığı için bugün onlar yoklar. “Sil baştanı” oynuyoruz.
Herkesin sandığı gibi Otomobil, Fabrika da yapılmaz, fabrikada monte edilir.
Otomobil onlarca beyinde başlar, yüzlerce fabrika da yapılır. Tek safhada da yapılmaz; 2 temel safha gerek:
Devletler, gümrük anlaşmaları yapabilirler; ancak vatandaşlar yapmadı; almayız...“Türkiye de yapılmış otomobil” ne demek? Ülkemize yatırım yapmış, bizimle bir risk paylaşmış marka demek.
Ford, Fiat ve Renault, 40 yıldır otomobil üretiyor. Honda, Hyundai, Toyota, takip etti. Ticari araç üretenler, ayrıca Opel gibi devletin lakaydi yüzünden fabrikasını kapatmış; ama nerede ise harcadığı dövizin çoğunu, parça ithal ederek geri getiren marka da var.
Binek otoların dışında, 10 marka kamyon, otobüs, minibüs üretimi ile meşgul. Aralarında yerli olan da var.
Karşısında; beş kuruş vermeden; yatırımı da Türk bayilere yaptıran diğer markalar. Şimdi bir de Çin, Hint malları kapıda! Buna “derenin taşı ile derenin kuşunu vurmak” derler!
Türk üretimi markalar toplumun ihtiyacı olan otomobil tiplerinin yüzde 99 unu karşılıyorlar. Ferrari, Porsche tipi otomobilim “olmadan yaşayamam!” diyeniniz bunlardan alsın; Serbest pazar var.
Ancak ben okuyucularıma karşı “yerli endüstrinin” avukatlığını yapacağım;
Herkesin de külahını önüne koyup düşünmesini tavsiye ederim.
Milliyetperverlik sanmayın; 40 milyar dolar dış ticaret açığının payıma düşenini azaltmağa çalışıyorum. Benim o kadar çok param yok.!
İskender Aruoba…”
***
Bu yazıyı yazalı 18 yıl geçmiş; bugün trişkadan bir yerli otomobilimiz var; şimdi de bir Çinli BYD geliyor.
Şimdilik yazmağa çalıştığım bu “temel bilgileri” not edin lütfen; haftaya ciddi bir Manisa mesiri karıştıracağım.
Manisalılar şehirlerine otomobil fabrikası gelecek diye çok sevinçliler... Ancak fabrikanın yeri ve ilerde bu yerin seçilmesi nedeni ile başlarına neler geleceği hakkında bilgileri yok... Kimse söylemiyor! Bilmesi gerekenler bilmiyorlar…
Sayın Başkan; bu satırları size 60 yıllık bir otomobilci olarak yazıyorum...
AKP iktidarında “vatandaşa bilgi vermek” gibi bir refleks yok. Oysa ben sadece otomobilciyim ve vatandaşa kendi konularım ile ilgili bilgi vermek ile görevliyim. Ama veremiyorum. Çünkü Cumhurbaşkanı Yatırım Ofisi gizlilik ilan etmiş. Niye acaba? Neyi gizlemek istiyorlar?
© Tüm hakları saklıdır.