01 Haziran 2025

Dört el maceraları (4): Hocaya sürpriz

Kütüphanede 4 el ve 2 piyano için eserler ararken; bir piyanoda 6 el (3 piyanist), 8 el (4 piyanist) ve 2 piyanoda 8 el için eserler bulmuştum ve pek şaşırmıştım. Hiç birimiz böyle eserlerin varlığından haberdar değildik!

Namık ve Sevil Sultanov, Namık Hoca'nın öğrencileriyle, 1996

Müzik eğitimi Batıda da, Doğu'da da yüzyıllarca usta-çırak ilişkisiyle sürdürülmüş. Bugün bu iş her ne kadar kurumsal çatı altında yapılıyor olsa da, doğası gereği usta-çırak ilişkisinin bazı özelliklerini barındırmaya devam ediyor. Konservatuvarlarda müzik tarihi, solfej, armoni gibi dersler topluca, sınıf düzeninde geçilirken, çalgı ve ses eğitimi dersleri bireysel yapılır. Herkesin ana sanat dalı neyse, o dalda ustalaşmış bir hocası* olur, onunla haftada bir teke tek ders yapılır. Bu hocalar pek çok durumda bir mentör rolünü üstlenir; ondan sadece meslek değil, insanlık da öğrenilir, onunla bazen dertleşilir, hayata dair de sohbet edilir. Bu ilişki bu yönüyle geleneksel usta-çırak ilişkisine benzer. Bir çalgı veya şan hocasının ana sanat dalı öğrencilerinin tamamına o hocanın “sınıfı” denir; her ne kadar dersler topluca “sınıf” içinde yapılmasa da.

Bazı kurumlarda bu hocalar belli aralıklarla tüm sınıfını toplar, ustalık sınıfı, atölye çalışması ve sınıf konseri gibi etkinlikler yapılır. Böyle vesilelerle sınıf kaynaşır; öğrencilerin arasında bir dayanışma doğar. Her hocanın kendine özgü bir tarzı, tavrı, öğretme şekli olduğu için, her hoca bir ekol gibidir. Bu ekolün hocadan hocaya göre değişen artıları ve/ya eksileri olur. Bunun sonucunda her “sınıf”ın icra şeklinde, müziğe bakışında, hatta hayata bakışında ister istemez ortak özellikler gözlenir. Ayşe Hoca’nın öğrencileri çok sert çalar, Fatma Hoca’nınkiler yumuşak çalar. Murat Hoca’nın öğrencileri kibirlidir, İzzet Hoca’nın öğrencileri mütevazıdır. Çağlayan Hoca öğrencilerinin en ufak bir hatasında onları aşağılayarak, şevk kırarak yetiştirmeye çalıştığı için kimi öğrencisi bunalıma girip okulu bırakır, kimi bir şekilde mezun olur ama bir ruh hastası olarak hocasından gördüğü şekilde “ekol”ü devam ettirir. Öte yandan Meral Hoca öğrencilerinin hatalarına hoşgörüyle yaklaşarak, onları kırmadan yol gösterdiği için öğrencileri de büyüyünce onun gibi birer eğitmen olmaya çalışır.

Bilkent’te müzik okurken 1 yıl Maria Nowotna ve 2 yıl Anna M. Sigurðardóttir’le çalıştıktan sonra en uzun süre Namık Sultanov’un öğrencisi oldum (7 yıl). Azerbaycanlı hocamız hem çok iyi bir piyanist, dört dörtlük bir müzik adamı, hem de zarif bir beyefendi ve sabırlı bir öğretmendi. Derin bir müzikalitesi ve olgun bir kişiliği vardı. Ülkemizde onun konumundaki pek çok akademisyende yaygın olarak görülen mevkî hırsından ve komplekslerden uzak, ciddiyetle işini yapardı. Dolayısıyla onu hem sever, hem sayardık. Mesafeli ama samimi bir ilişkimiz vardı.

Namık Sultanov, 1996

Bir aralık ayı sonunda, Sultanov sınıfı olarak onun onuruna sürpriz bir yılbaşı partisi verdik. Hepimiz birer palyaço gibi giyindik, makyaj yaptık; yiyecek, içecek bir şeyler aldık ve akşam vakti herkes evine, yurduna çekilmişken okulun büyükçe bir sınıfında toplandık.

Okulumuzun kurucu dekanı Ersin Onay -nur içinde yatsın- Türkiye’de çoksesli müzik eğitimi alanında önemli görevler üstlenmiş saygıdeğer bir insandı… aynı zamanda despot bir yönetici! Bu yönü o akşam işimize yaradı:) Kostümsüz bir arkadaşımız Namık Hocanın lojmanına gidip “Ersin Bey sizi falan sınıfta acilen toplantıya çağırıyor. Çok sinirli görünüyor!” dedi. Namık Hoca şaşırmış, o saatte dekanlık ofisi yerine bir sınıfa çağrılmasına anlam verememiş, ama şüphelenmemiş, apar topar çıkıp gelmişti -çünkü böyle hamleler Ersin Bey’den beklenebilirdi.

Palyaço kılığında Hakan A. Toker

Hoca sınıfın kapısını açar açmaz “sürpriiiiiiz!”imizi yaptık:) O da, biz de çok güldük, eğlendik:) Sonra parti başladı. Yedik, içtik, sohbet ettik ve müzik yaptık. Parti için seçtiğimiz sınıfta yan yana iki piyano vardı. Kütüphanede 4 el ve 2 piyano için eserler ararken; bir piyanoda 6 el (3 piyanist), 8 el (4 piyanist) ve 2 piyanoda 8 el için eserler bulmuştum ve pek şaşırmıştım. Hiç birimiz böyle eserlerin varlığından haberdar değildik! Partide hocamıza bu eserlerden çaldık. Ne yazık ki o ânın kaydı yok elimde. O günlerde cep telefonları yoktu; ses veya görüntü kayıt cihazları her an herkesin elinin altında olan şeyler değildi. Hatırladığım kadarıyla, çaldığımız eserler arasında şunlar vardı (notaları halen bende duruyor):

C. Chaminade - "Les Noces D'argent" (Gümüş Yıl Dönümleri)

Anonim (düzenleme: A. Blanc) - "Au Claire de la Lune" (Ayın Işığı Altında)

Namık Hoca yıllarca Bilkent'te çalıştıktan sonra ABD'ye taşındı. Uzun zamandır California'da San Jose Devlet Üniversitesi Müzik Fakültesi'nde öğretim üyesi. Amerika'da nice yüksek seviyeli piyanist yetiştirmeye devam ediyor, konserler ve ustalık sınıfları veriyor, piyano yarışmalarına jüri üyeliği yapıyor. Onu iki kere orada ziyaret etme fırsatım oldu. Eşi Sevil Hocamla beraber beni evlerinde misafir ettiler. Namık Hoca'nın inisiyatifiyle onun okulunda konser verdim.

Kendisinin YouTube'da pek çok kaydına ulaşabilirsiniz.

Kendi kanalındaki bu oynatma listesini özellikle tavsiye ederim.

Namık Sultanov bir Amerika konserinde, 2014

*Size bir şey itiraf edeyim mi? Bu yazıda 25 kere geçiyor ama "hoca" kelimesini sevmiyorum! Hoca camide olur! Bir öğretmene, akademisyene, sanatçıya yakıştırmıyorum; bana böyle hitap edilmesini de tercih etmiyorum. Keşke hocalarıma "ustam" veya "üstadım" diyebilsem. Fakat ne yapalım, böyle alıştırıldık, böyle oturmuş kültürümüzde. Azerbaycanlılar "müəllim" diyor: çok eski. "Öğretmenim" de çok uzun. Nedense anaokulu ve ilkokulla sınırlandırıyoruz "öğretmenim"i. Atatürk'e "Başöğretmen" demişiz, ama bugün öğretmen yetiştiren öğretmene "hocaların hocası" diyoruz. Belki zamanla değişir...

Hakan Ali Toker kimdir?

Hakan Ali Toker, 1976 doğumlu, Mersinlidir. İlk adını kullanmaktadır. Piyano çalmaya ve beste yapmaya küçük yaşta başladı. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı çello bölümünde kısa bir başlangıç yapıp, ardından ortaokul, lise ve lisan eğitiminin bir bölümünü Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi'nde okuduktan sonra ABD'de Indiana Üniversitesi Müzik Fakültesi Piyano ve Bestecilik dallarından mezun oldu.

Klasik eğitiminin yanı sıra Caz, Türk müziği ve klasik doğaçlama alanlarında kendi kendini yetiştirdi. Piyanonun yanı sıra kanun, akordeon, klavsen ve org çalmayı öğrendi.

Bugüne kadar 29 ülkede konserler verdi, pek çok yerli ve yabancı eleştirmenin övgülerini aldı. 17 yaşında katıldığı İstanbul Festivali'nde yılın en genç sanatçısıydı. Aynı yıl Ukrayna'da düzenlenen Virtüözler Festivali'nde yer alan ilk Türk sanatçıydı.

2011'de Türk makamlarına göre akortlanmış piyanoyla ilk Türk müziği resitalini veren piyanist oldu. 2022'de yazıp 33 müzisyenle birlikte CRR'de seslendirdiği "Türk Rapsodisi"yle ilk kez tüm çalgılarda makamsal mikrotonalitenin duyulduğu bir senfonik konsere imza atmış oldu.

Türkiye'de "Yaşayan Değerlerimiz" (2013), ABD'de "Yılın Yorumcusu" (2019) gibi ödüllere layık görüldü. Hırvatistan'da "Hırvat-Türk Dostluk" nişanıyla onurlandırıldı.

Hem yorumcu hem besteci olarak, hem klasik Batı müziği hem de caz ve Türk müziği alanlarında eserler veren sanatçının, bu müzik türlerini bazen ayrı ayrı ele aldığı, bazen de sentezlediği pek çok bestesi, düzenlemesi ve albümü vardır.

Yazarın Diğer Yazıları

Hangi piyanoyu almalı?

Dijital piyanoyla ses çıkarırsın, akustik piyanoyla aşk yaşarsın...

Kalp, sentez ve piyasa...

Bugün artık neyle neyin sentezlenebilir olduğunun ve sentezlenmekte olduğunun haddi hesabı yok. Bu sentezleme süreçlerinden doğan yeni eserlerin hangilerinin "falan türle filanın sentezi" olduğuna, hangilerinin isim verilmesi gereken yepyeni bir tür olduğuna karar vermek gittikçe daha karmaşık bir işe dönüyor

Dört el maceraları (5): Anna ve İzlanda

Anna öğrenciyi haftalarca güzelce çalıştırır, sonra sınava/konsere birkaç gün kala sınav eserlerine ara verdirirdi; adeta onları nadasa bıraktırırdı. O birkaç günü Anna'yla eğenceli 4 el parçaları çalarak geçirirdik

"
"