25 Mayıs 2025

Dört el maceraları (3): Para mı prestij mi?

"...Çalıştık, hazırlandık, uçağa atladık, Hollanda’dan Türkiye’ye gittik; son anda iptal olduğunu söylediler. Çalamadan geri döndük” dedi

hakan ali toker 25 mayıs haftalık

Bu serinin ilk yazısında size Bilkent'ten piyanist arkadaşlarım Hülya ve Sevinç Keser’den bahsetmiştim. Biz Hülya’yla hiç 4 el konseri veremedik ama onlar iki kız kardeş birlikte pek çok konser verdiler. Bir seferinde bana bir sipariş verdiler: Mozart’ın ünlü Türk Marşı’nı 4 el için düzenlememi istediler, yaptım. Bir besteci/aranjör olarak para karşılığı yaptığım ilk işlerden biriydi. Bu düzenlememin hiç kaydı yok elimde ama çalmak isteyen piyanistler için notası burada.

Hülya sonra Hollanda’ya gitti; yüksek lisansını orada tamamladı, orada evlendi, orada kendine bir hayat kurdu. Kendi okulu var, bir de oda müziği grubu var: Ayur Trio.

1999'da ben Amerika’da okurken Hülya’dan bir telefon geldi. Benim onlar için yaptığım Mozart düzenlemesini dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in huzurunda çalmışlar, çok beğenilmiş. Birkaç hafta sonra gerçekleşecek olan dönemin ABD başkanı Bill Clinton’un Türkiye ziyareti için de Hülya’yla Sevinç’ten bir dinleti istenmiş; benim bu dinletiye özel bir şeyler yazıp yazamayacağımı sormuşlar.

Hülya bu teklifi bana iletti. Devlet başkanlarının önünde bir eserimin çalınması fikri heyecan verici tabii! Bütçesi hakkında bilgi almak istedim. Hülya, bir bütçe olmadığını söyledi. “Biz Demirel’in önünde çalarken de para almadık; bu işin onuru için çaldık” dedi. Peki dedim, bir düşüneyim.

Az zaman vardı. Hızlıca karar vermem, kabul edeceksem hızlıca bir şeyler yazıp yollamam gerekiyordu ki kızların eseri çalışıp hazırlayacak zamanı olsun. O sırada Indiana Üniversitesi’nde piyano ve kompozisyon çift bölüm okuyordum. Okul programım o kadar yoğundu ki, uyku uyumaya ve duş almaya bile zor zaman buluyordum; yemeklerimi yerken okuma ödevleri yapıyordum. Bu "onursal" işi kabul etmek beni iyice sıkıştıracaktı. O yılki kompozisyon hocam Don Freund’a durumu anlatıp fikrini sordum: “Ne dersiniz, onur uğruna bu eseri ücretsiz yazayım mı?” Şöyle cevap verdi: “Başkan Clinton’un ziyareti sırasında eminim ki onun onuruna yemek verilecektir. illa ki ortamı dekore edeceklerdir. Sence Clinton’un yemeğini pişirecek olan aşçıya, servisini yapacak garsona, yemek yenecek salonu süsleyecek çiçekçiye ‘Para istemeyin, bu işi prestij için yapın’ diyebilirler mi? Müzisyenin, bestecinin bir garson kadar veya herhangi bir emekçi kadar değeri, hakkı yok mu?”

Hak verdim hocama. Hülya’yı arayıp bu işi yapmayacağımı söyledim…

Ama sonra içime bir kurt düştü. Bir de babamı arayıp ona danıştım. Babam buna bir yatırım gözüyle bakmamı önerdi; “Çok yüksek mercilerin önünde adın geçecek, eserin çalınacak. Buradan başka fırsatlar doğabilir, başka kapıların açılmasına vesile olabilir.”

Babama da hak verdim. Hülya’yı tekrar arayarak işi kabul ettiğimi söyledim ve hemen saksıyı çalıştırmaya koyuldum. Şöyle düşündüm: Koskoca Clinton’un siyasi amaçlı böyle ziyarette düşüneceği son şey müzik olacaktır. Kısa bir piyano dinletisini kibarca alkışlayıp geçecek, sonra işine bakacak, dinlediği müziği anında unutacaktır. Bu işten başka fırsatların doğmasını istiyorsam herkesin dikkatini çekecek, karşı konmaz cazibesi olan, unutulmaz bir şey yazmalıyım. Öyle bir eser yaratmalıyım ki; herkes birkaç dakikalığına gündemi unutmalı; hem Türk, hem Amerikan heyetini hassas noktalarından yakalamalı, iki tarafı da şaşırtmalı, afallatmalı, güldürmeli ve birleştirmeli.

Peki nasıl?

Hem Türklerin, hem de Amerikalıların iyi bildiği geleneksel ve milli ezgilerini iç içe sokarak, üst üste bindirerek ve bunu Charles Ives gibi kakofoni yaratarak değil, lezzetli bir armonik uyum içinde yaparak.

Bildiğim en popüler Amerikan halk havalarını ve milli marşlarını not aldım. Doğru bildiğimden emin olmak için okulun çalışma odalarına dalarak enstrüman çalışmakta olan Amerikalı arkadaşlara danışarak bu ezgileri teyit ettim. Bildiğim en ünlü türkülerimizi de not ettim ve emin olmadıklarım için Türkiye’ye telefon açtım. O zamanlar internet yeni; YouTube yok, Spotify yok, Amerika’nın ortasında haydi deyince aklına gelen bir türkünün kaydına ulaşmak kolay değil. Kulakları çınlasın; eski sınıf arkadaşım Can Delikçi bana telefonda Ankara’nın Misket havasını söyledi. Türküyü biliyordum ama eksik biliyordum. Can’dan kalan kısmını öğrendim, notaya aldım. Sonra denemelere giriştim. Hangi türkümüzü hangi Amerikan havasıyla aynı anda çalarak, ikisinin de yapısını bozmadan, çakışan sesler olmadan ortak bir armonik zeminde buluşturmak mümkün? 

Böylelikle “Türkamerikan Rapsodisi” doğdu. Misket’le Yankee Doodle, Silifke’nin Yoğurdu’yla Battle Hymn of The Republic iç içe geçti, araya Sultan Abdülaziz'in Hicaz Mandırası ve bir sürü başka şey girdi. Bir piyanoda iki piyanist aynı anda çalıyor; biri Türk ezgisi, diğeri Amerikan ezgisi çalıyor, an geliyor, Türk ezgisi Blues tipi süslemelerle Amerikanlaşıyor, Amerikan ezgisi bize özgü kıvrak süslemelerle Türkleşiyor.

Bir hafta içinde işi kotardım ve notayı Hülya’ya tam zamanında yolladım. Herhangi iki piyanist o eseri o kısa zamanda hazır edemezdi; ama iki önceki yazımda bahsettiğim gibi Hülya’yla Sevinç’in deşifrajı çok iyiydi; ikisi de çalışkandı, onlar yapardı:)

Haftalar geçti, Clinton Türkiye’ye gitti, döndü; ama beklediğim müjde gelmedi. Hülya’yı aradım. “Deprem nedeniyle Clinton’un Türkiye’deki programını kısaltmışlar, bizim dinletiyi de iptal etmişler. Çalıştık, hazırlandık, uçağa atladık, Hollanda’dan Türkiye’ye gittik; son anda iptal olduğunu söylediler. Çalamadan geri döndük” dedi.

Bizimkilerin kafası: "Müzik=eğlence; o halde yas varsa müzik yok". Oysa doğru müzik bilakis yas anlarında birleştirici, yaraları sarıcı bir merhemdir. Göbek atmayacaktı ya bu kızlar! Neyse, her işte bir hayır vardır deyip geçelim…

2 yıl sonra, mezun olduktan sonra kalıp yaşamaya ve müzisyen olarak çalışmaya devam ettiğim Bloomington/Indiana’da bir 4 el partnerim oldu: Marianne Ackerson. Benden yaşça büyük, Amerikalı, bir dönem Viyana’da yaşamış, gençliğinde Friedrich Gulda’dan ders almış, piyano öğretmenliğiyle geçinen deli dolu bir abla! Eserimi ona tanıttım, çok sevdi. Onu birlikte kaydetmeye karar verdik. Bir kayıt stüdyosundan tarih aldık. Aldığımız tarih: 11 Eylül 2001…

Bu tarihte ne olduğunu hatırlatmama gerek var mı? New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerine uçak çarpıp yıkıldıkları haberini alır almaz stüdyoya girdik. Marianne çok etkilenmişti. “Bu halde çalamam” dedi. Yüreklendirmeye çalıştım: “Egemen güçler tarafından Doğu ve Batı uygarlıkları arasında bilerek yaratılan bir çatışmanın doruk noktasındayız ve kaydetmek üzere olduğumuz müzik tam da bu çatışmanın panzehiri; Doğu ve Batı’yı kardeşçe ve mizahla birleştiren bir eser. Moralimizi yüksek tutalım, sanatımızla dünyaya cevap verelim!” dedim. Ama Marianne gerçekten çok sarsılmıştı. Kaydı erteledik. Sanırım ertesi gün veya birkaç gün sonra tekrar stüdyoya girip kaydettik.

İşte o kayıt:

 

Notası da burada.


27 Mayıs'ta Eskişehir Film Festivali'ndeyim

28 Mayıs'ta Çanakkale'de çalıyorum

Hakan Ali Toker kimdir?

Hakan Ali Toker, 1976 doğumlu, Mersinlidir. İlk adını kullanmaktadır. Piyano çalmaya ve beste yapmaya küçük yaşta başladı. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı çello bölümünde kısa bir başlangıç yapıp, ardından ortaokul, lise ve lisan eğitiminin bir bölümünü Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi'nde okuduktan sonra ABD'de Indiana Üniversitesi Müzik Fakültesi Piyano ve Bestecilik dallarından mezun oldu.

Klasik eğitiminin yanı sıra Caz, Türk müziği ve klasik doğaçlama alanlarında kendi kendini yetiştirdi. Piyanonun yanı sıra kanun, akordeon, klavsen ve org çalmayı öğrendi.

Bugüne kadar 29 ülkede konserler verdi, pek çok yerli ve yabancı eleştirmenin övgülerini aldı. 17 yaşında katıldığı İstanbul Festivali'nde yılın en genç sanatçısıydı. Aynı yıl Ukrayna'da düzenlenen Virtüözler Festivali'nde yer alan ilk Türk sanatçıydı.

2011'de Türk makamlarına göre akortlanmış piyanoyla ilk Türk müziği resitalini veren piyanist oldu. 2022'de yazıp 33 müzisyenle birlikte CRR'de seslendirdiği "Türk Rapsodisi"yle ilk kez tüm çalgılarda makamsal mikrotonalitenin duyulduğu bir senfonik konsere imza atmış oldu.

Türkiye'de "Yaşayan Değerlerimiz" (2013), ABD'de "Yılın Yorumcusu" (2019) gibi ödüllere layık görüldü. Hırvatistan'da "Hırvat-Türk Dostluk" nişanıyla onurlandırıldı.

Hem yorumcu hem besteci olarak, hem klasik Batı müziği hem de caz ve Türk müziği alanlarında eserler veren sanatçının, bu müzik türlerini bazen ayrı ayrı ele aldığı, bazen de sentezlediği pek çok bestesi, düzenlemesi ve albümü vardır.

Yazarın Diğer Yazıları

Dört el maceraları (4): Hocaya sürpriz

Kütüphanede 4 el ve 2 piyano için eserler ararken; bir piyanoda 6 el (3 piyanist), 8 el (4 piyanist) ve 2 piyanoda 8 el için eserler bulmuştum ve pek şaşırmıştım. Hiç birimiz böyle eserlerin varlığından haberdar değildik!

Dört el maceraları (2): Bir Türk, bir Brezilyalı ve bir Rus Ördek

"Seç, ne istiyorsan al!" dedi babam, "dile benden ne dilersen!" diyen bir peri padişahı gibi!

Dört el maceraları (1): Seyirci var, sanatçı yok

Hülya, hocasıyla arasında bir sorun olduğunu, bundan dolayı o ara sahneye çıkamayacağını söyledi. Ama nasıl olur?! ODTÜ’de konserimizin duyurusu yapılmıştı! Konseri iptal etmek hiç şık olmazdı

"
"