04 Mayıs 2025
Bundan 15 yıl kadar önceydi. Çok sevdiğim bir müzisyen kardeşim Ankara'dan İstanbul'a taşınmaya niyet etti. Gitar, keman ve ud çalan, şarkı söyleyip beste yapan, kafası dolu, gönlü güzel bir insan -adına kısaca "gitarcı" diyelim-. O da benim gibi bağımsız çalışan, her zaman kendi kendinin patronu olmayı seçmiş biriydi. İstanbul piyasası bu tür müzisyenleri besleyebilecek potansiyele sahip; ancak çevre lazım. Bir anda olacak şey değil. Ben Ankara'dan İstanbul'a taşınmadan önce defalarca ve uzun süreler İstanbul'da yaşayan dayımın yanında kalarak şehirde temaslarda bulunmuştum. Taşındıktan sonra da evi döndürecek duruma gelene kadar epey bir süre kiramı babam ödemişti. Onlar olmasa işim çok zordu... Ben İstanbul'da tutunduktan sonra, dayımın bana yaptığı gibi, ben de Ankara'dan İstanbul'a taşınıp dikiş tutturmaya çalışan arkadaşlarıma yardım ettim; her birini aylarca misafir ettim. Evim müsaitti. Bu arkadaşların kimisi iş bulup kendi hayatını kurdu, kimisi tutunamayıp Ankara'ya döndü.
İşte bu değerli kardeşim de böyle bir süreçte misafirim oldu. Birlikte yedik, içtik, çalıştık; birlikte çeşitli konserler verdik, benim projelerimde yer aldı. Sonunda tutundu, İstanbul'da eli ekmek tutmaya başlayınca kendi evini tuttu. Onun evi benimkinden çok daha merkezi bir konumdaydı. Orada ilişkilerini çok güzel ilerletti. İlk başta ben onu insanlarla tanıştırırken, o beni yeni insanlarla tanıştırmaya başladı. Gün geldi, o tanıştığı müzisyenlerle kendi grubunu kurdu; onlar için düzenlemeler yaptı, çalışmaya başladılar.
Bir gün, bir projem için birkaç farklı nefesli çalgıyı birden çalabilen, hem klasikçi gibi iyi nota okuyan hem farklı stillerde doğaçlama yapabilen, hem makamları bilip otantik perdelerle çalabilen hem de caz çalabilen bir müzisyene ihtiyacım oldu. Kolay bulunur şey değil! O buldu ve evime getirdi bu genç müzisyeni. Grup provası yaptık. Hem becerikli, çalışkan, hem de efendi çocuktu -adına "klarnetçi" diyelim-. Onu tanıdığıma çok memnun olmuştum; birlikte çok güzel müzik yapacağımızdan emindim.
Ne var ki, bu projem için konser tarihi almam aksadı, uzadı. Tek prova yaptık, ikincisini yapmak için bir konser fırsatı yakalamayı bekledik. Bu sırada gitarcı kardeşimin grubu bir konser fırsatı yakaladı. Halen takvimimde kayıtlıdır: 5 Mayıs 2010 gecesi Anadolu yakasında ilk konserlerini vermek üzere bar tipi bir mekanla anlaştılar! Bu heyecan verici bir gelişmeydi. Bir arkadaşımla beraber gittik o gece onları dinlemeye.
Mekân bomboştu! Sadece 2 masa vardı; birinde benle arkadaşım oturuyorduk, hemen yanımızdaki masada klarnetçinin ailesi. Grup sahneye çıktı. Sayıları biz seyircilerden daha kalabalıktı! Çok güzel caz çalıyorlardı; benim sevgili gitarcı kardeşim gayet kaliteli düzenlemeler yapmış ve çok iyi çalıştırmıştı onları. Ne var ki, grup şefi olarak parça aralarında anons yaparken, ne kadar bozuntuya vermemeye çalışsa da boş mekâna çalıyor olmanın verdiği hayal kırıklığı hissediliyordu -çok anlaşılır bir durum-. Ortada bir gerginlik, boşluğun yarattığı tuhaf bir his vardı. Sahneden "sıradaki parçamız..." diye anons yapan adamın karşısında bir avuç insan olmamalı! Ev ortamında eşine, dostuna çalarken olur elbet ama orası koca gece mekânı! Neden o kadar boştu? Hiç mi tanıtım yapmadılar? Hiç mi daimî müşterisi yoktu? Kimse mi yeni bir grubu dinlemek istemiyordu? O gece İstanbul'da sıra dışı bir durum da yoktu, herkesin gündemini meşgul eden.
Üzüldüm. Orada bulunmanın ötesinde o gençlere daha nasıl destek olabilirim, biraz olsun yaşadıkları bu ortada bırakılmışlık hissini kırıp ortamı nasıl yumuşatabilirim, diye düşünmeye başladım. Düşünmem uzun sürmedi, bir yol buldum: Sahnedeki klarnetçi kardeşimin yan masada oturan ablasını dansa davet ettim. Önce kibarca reddetti. Ben de kibarca ısrar ettim. Isrardan kastım, kısacık bir "lütfen, çocuklara moral olur" cümlesiydi -kolundan falan çekiştirmedim. Bunun üzerine kabul etti, kalktık dans ettik. Birkaç dakika sonra "bu kadar yeter mi?" dedi, "elbette" deyip yerine oturttum, yerime döndüm. Bir daha temasımız olmadı.
O olaydan sonra klarnetçi bana küstü! Benimle bir daha konuşmayı veya çalmayı reddetti. Ona bir e-mail yazdım; o gece yanlış bir şey yapmadığımı, bilakis, onları düşünerek ortamı yumuşatmak için ablasını dansa kaldırdığımı açıkladım. Ablasına yönelik bir "niyetim" olmadığını, onun yerinde anneannesi olsa onu da dansa kaldırabileceğimi, dans etmenin uygar bir eylem olduğunu açıkladım. Ablasını hiçbir şeye zorlamadığımı, dans ederken nezaket sınırlarını aşan bir şey yapmadığımı, zaten kendisinin gözü önünde dans ettiğimizi açıkladım. Tam olarak neye tepki verdiğini anlamak istiyordum. Bana cevap vermedi. Gitarcı kardeşim araya girmeyi denedi, ikna edemedi. Ablası meğer benimle dans etmekten çok rahatsız olmuş!
Ben ne yaptım ki Allah aşkına!? Zorla mı kaldırdım kızı? Bir "lütfen" demek zorbalık mıdır? Dans dediğim şey de ya swing ya da slow tarzı bir şeydi; bacaklarımızı birbirine dolaya dolaya salsa veya tango yapmış değiliz! Olayı dans ötesi bir yere taşımaya yeltenmiş değilim! Kız "yeter mi?" dediğinde onu zorla alıkoymuş değilim!
Nedir şimdi bu sizce? Muhafazakarlık mı, manyaklık mı, ikisi birden mi? Bana hiçbir açıklama yapılmadığı için asla bilemeyeceğim...
Haydi, şimdi bir müzik açalım ve dans edelim! Sevdiceğinizle, patronunuzla, eve temizliğe gelen ablayla veya ortamda bulunan herhangi uygar bir yabancıyla… ;)
Hakan Ali Toker kimdir? Hakan Ali Toker, 1976 doğumlu, Mersinlidir. İlk adını kullanmaktadır. Piyano çalmaya ve beste yapmaya küçük yaşta başladı. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı çello bölümünde kısa bir başlangıç yapıp, ardından ortaokul, lise ve lisan eğitiminin bir bölümünü Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi'nde okuduktan sonra ABD'de Indiana Üniversitesi Müzik Fakültesi Piyano ve Bestecilik dallarından mezun oldu. Klasik eğitiminin yanı sıra Caz, Türk müziği ve klasik doğaçlama alanlarında kendi kendini yetiştirdi. Piyanonun yanı sıra kanun, akordeon, klavsen ve org çalmayı öğrendi. Bugüne kadar 29 ülkede konserler verdi, pek çok yerli ve yabancı eleştirmenin övgülerini aldı. 17 yaşında katıldığı İstanbul Festivali'nde yılın en genç sanatçısıydı. Aynı yıl Ukrayna'da düzenlenen Virtüözler Festivali'nde yer alan ilk Türk sanatçıydı. 2011'de Türk makamlarına göre akortlanmış piyanoyla ilk Türk müziği resitalini veren piyanist oldu. 2022'de yazıp 33 müzisyenle birlikte CRR'de seslendirdiği "Türk Rapsodisi"yle ilk kez tüm çalgılarda makamsal mikrotonalitenin duyulduğu bir senfonik konsere imza atmış oldu. Türkiye'de "Yaşayan Değerlerimiz" (2013), ABD'de "Yılın Yorumcusu" (2019) gibi ödüllere layık görüldü. Hırvatistan'da "Hırvat-Türk Dostluk" nişanıyla onurlandırıldı. Hem yorumcu hem besteci olarak, hem klasik Batı müziği hem de caz ve Türk müziği alanlarında eserler veren sanatçının, bu müzik türlerini bazen ayrı ayrı ele aldığı, bazen de sentezlediği pek çok bestesi, düzenlemesi ve albümü vardır. |
Kütüphanede 4 el ve 2 piyano için eserler ararken; bir piyanoda 6 el (3 piyanist), 8 el (4 piyanist) ve 2 piyanoda 8 el için eserler bulmuştum ve pek şaşırmıştım. Hiç birimiz böyle eserlerin varlığından haberdar değildik!
"...Çalıştık, hazırlandık, uçağa atladık, Hollanda’dan Türkiye’ye gittik; son anda iptal olduğunu söylediler. Çalamadan geri döndük” dedi
"Seç, ne istiyorsan al!" dedi babam, "dile benden ne dilersen!" diyen bir peri padişahı gibi!
© Tüm hakları saklıdır.