23 Haziran 2025

İtirafçıların itirafları ve beyaz güvercinler

İtirafçı ödülü, olsa olsa cezaevinden çıkabilmek ve dışarıda kelepçeli olmaktan ibaret. Artık ziyaretçisi yok ve belki de boş ranzasında geride bıraktığı sadece utançtır kim bilir?

Bazen hafızalarda yeri olan yaşanmış olayları hatırlamak yararlı oluyor. 

3216 sayılı “Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun” 5 Haziran 1985 kabul tarihlidir. İki yıl süreyle geçerlidir. Yürürlükten kalkmıştır. Bu kanun kamuoyunda “Pişmanlık Yasası” olarak bilinir. Çok tartışılmıştır. 12 Eylül 1980 sonrasındaki sıkıyönetim davalarında “pişmanlıkları” nedeniyle “itiraflarda” bulunan sanıklar bu kanundan yararlanarak dışarı çıkmak için başvuruyorlardı. Neden pişman olduklarını soran mahkemelere pişmanlıklarını “kanıtlamak” için itiraflarda bulunmak zorundaydılar. Yüzlerce sayfa pişmanlık dilekçeleri dosyalardadır, haberdir ve yazı dizisi halinde yayımlanmıştır.  

Böylece pişmanlıklarının kanıtı olan itiraflarını itiraf edenler itirafçı oldu…

İtirafçıların kimlikleri değiştiriliyordu. Hizmetlerine karşılık yeni bir yaşam, estetik ameliyatlarla yeni bir yüz verilecek, yurt içinde ve dışında görevlendirilebileceklerdi. İtirafçıların bir kısmı “özgür” kaldılar, mahkemeler onları tahliye etti. Bir kısmı ise daha az ceza aldılar ama cezaevlerinde kaldılar, çıkamadılar. Bazı itirafçıların “ihbarları” işe yaramadı. İtirafçılar itirafçı olamadılar. Pişman olduklarını ihbarlarıyla kanıtladılar ama serbest kalamadılar. Çünkü itirafları ve ihbarları gerçeğe uygun bulunmadı. 

O halde “pişmanlık yasası” neydi? Yasa gereğince asıl sorun kişinin herhangi bir suçu işleyip işlemediğinin mahkeme tarafından saptanması değil, suç işlemiş failin bu yasadan yararlanıp yararlanmayacağının tespitidir. Yargı böyle bir tespit yapmakla sınırlandırılmıştı, görevi böyle tanımlanmıştı. Böylece, uzun bir ismi olan yasa “Pişmanlık Yasası” adını hak etmiş oldu.

Yasa birinci maddesinde, eski Türk Ceza Kanunu’nun 313 (Cürüm İşlemek İçin Teşekkül Meydana Getirenler), 125 (Vatan Hainliği, Devletin Ülkesine ve Egemenliğine Karşı Suç) , 131 (Askeri Tesisleri Tahrip), 141 (Yıkıcı Birleşmeler-Komünistlik, Anarşistlik, Diktatörlük, Irkçılık ve Milliliğe Karşı Olmak), 142 ( Yıkıcı Propagandalar), 146 (Devletin Anayasa ve Temel Nizamlarını Bozmak) ve 163 (Yıkıcı Gericilik Faaliyetleri) nedeniyle suç işlemiş faillerin pişman olanları bu yasadan yararlanabilecekti. 

Pişmanlar ve itirafçı adayları olan faillerden önce “bilgi” isteniyordu. Bilgi istenmesi yasadan yararlanmanın ilk şartıydı. Fail “işlenen suça iştirak etmemiş” olabilirdi veya henüz hakkında tahkikata başlanmamış da olsa başvuru yapabilirdi. Ama yasadan yararlanmak için koşul; failin kurulu teşekkülün, çetenin, cemiyetin mensubu olmasıydı. Yani fail önce işlediği suçu “bilecektir." Sadece “bilgi vermek” yetmemektedir. Verilen bu bilgi ve belgeler sayesinde yasa dışı bir cemiyet, teşekkül veya çete meydana çıkarılmış olmalıdır veya dağıtılabilmelidir. Bu da failin verdiği “bilgi” sayesinde olacaktır. Eğer itirafçının itirafları açıklanan bu sonucu sağlamazsa; itirafçı sadece pişman olacak ve yasadan yararlanamayacaktır. Sadece pişman olmakla kalan itirafçının itirafları ve pişmanlığı hiçbir işe yaramayacaktır. 

Cemiyet mensubu fail, cemiyetten kendiliğinden çekilecektir. Silah ve malzemelerini güvenlik güçlerine teslim edecek, mukavemet etmeyecektir. Cemiyetin dağıtılmasında “bizzat çaba göstermesi” beklenmektedir. Yasa; failden pişmanlık istemiyor, bilgi istiyor. Failden kişilerin adlarını ve cemiyetin faaliyetleri hakkında “ihbar” bekliyordu. Faaliyetlerin anlatılmasını, cemiyetin bu bilgilerle dağıtılabilmesini arıyordu.  

O zaman fail kendisi için sakıncalı olan ve açıklanmamış ne varsa anlatmalıydı. Anlatınca “itiraf etmiş” sayılıyor ve itirafçı oluyordu. İtiraf etme eylemi ile ortaya çıkan sonuç, itirafçı için “ihbar etmek” demekti. Çünkü, suçlu saydığı birisini, ya da suç saydığı bir olayı bildirmek ihbardır. Haber veren ve bildiren kişi ihbarcıdır. Diğer bir deyişle başkalarınca bilinmesi sakıncalı görülen herhangi bir olayı saklamaktan kendisi için vazgeçen kişinin itirafı, olayın ve başkasının ihbarıdır. İhbar etmek bu Yasanın koşulu olduğuna göre “itirafçı” olmak için pişman olmak zorunlu değildir. Pişman olmadan da kişi “itirafçı” olabilir. 

Devlet suç faillerinden yasaya göre “ihbar” bekliyordu. Bu yasanın hükümlerine göre; “suçluyu yakalama”, “suçu ortaya çıkarma”, “yasa dışı cemiyeti dağıtma”, “suç işlenmesinin önlenmesi” görevi olan devlet; bu görevini suç failiyle bölüşmüş, paylaşmış oluyordu. Bu görev bölüşümü karşısında devlet faile, ya “cezasızlık” ya da “cezadan indirim” uygulayacaktı. Aslında böyle bir sonuç devlet tarafından verilmiş bir “ödül” gibi oluyordu… 

1986 yılı temmuz ayında açıklanan verilere göre yasadan yararlanmak amacıyla 497 kişi mahkemelere başvurmuş, 29'u kabul edilmişti. 88 kişinin başvurusu ise “yeni bir şey getirmediği için” reddedilmişti. 380 başvuru, anılan tarihte inceleniyordu. 

Bu yasanın sonuçları ne olur, nerelere kadar varır, bilinmiyordu. Varacağı yere kadar vardı da… Ama sonuç, bilinen bir gerçektir. İnsan yaşamı, başka bir insanın “itiraflarına”, “ihbarlarına” ve “pişmanlıklarına” bağlanınca, pamuk ipliği bile daha sağlam demektir.

Bütün bu yazılanlar Yalçın Küçük’ün kitabından alınmıştır. Yaklaşık 40 yıllık bir geçmiş! Haziran Yayınevi tarafından Nisan 1987’de yayınlanan kitabında Yalçın Küçük, itirafçıları ve gelmiş geçmiş itirafçıları anlatıyor… 

Tanınan, bilinen, sevilen, sevilmeyen ne kadar insan ve ne kadar cemiyet, ne kadar kıyıda köşede kalmış veya çok meşhur kişilerin ve geçmiş davalarda kimlerin nasıl “pişman” olduklarını ve kimlerin “itiraf eden” ihbarcılar olduğunu yazan Yalçın Küçük, “İtirafçılık olgusunun dinamiğini çözümlemek zorundayım” diyor kitabında…

Ona göre “itirafçılar” kimlerdir? Kitabından tırnak içinde aktarıyorum… 

“İtirafçı itirafa doymuyor…

Korku insanlık durumudur; kuşku duymuyorum. 

Ancak hem tarihsel ve hem de bireysel anlamda insanlık, korkudan arındığı sürece geliyor. 

İnsanlar korktuklarını kabul etmiyorlar. 

İnsanların korktuklarını kabul etmemeleri, korkunun kendisi kadar bir insanlık durumudur…”  

Kitabın 36. Sayfasındaki başlık: “İtirafçı, kendisini kusuyor.” 

Başlıktan sonra Yalçın Küçük kitapta çok sık kullandığı bir şiirin bir dizesine yer vermiş: 

“ Bu adam

Sattı arkadaşını; 

Sattı altın bir tepside arkadaşının 

kanlı, kesik başını….

Bu adamın ayaklarında dolaşıyor, 

korku, 

gölgesi gibi…” 

Ardından “1938 Donanma Davasında Gedikli İtirafçılar” anlatılıyor.   

“51 Tevkifatı’nda Bülbül Sanatçılar” bölümünün girişinde şöyle yazmış: 

“İtirafçı yeni bir kimliktir. 

İtirafçı aynı vücutta yeni bir senaryodur. 

İtirafçı, suçlanan ve ceza tahdidi altına sokulan kişiliğini kusan kimsedir. 

Bu haliyle kopmalardan, çözülmelerden ve hatta döneklerden çok ayrıdır. 

İnsanın kendisini kusabilmesi için sığ olması gerekiyor; kusulan kişiliğin yerleşmemiş olması zorunluluğu var. (…) 

İnsan güzel bir yaratıktır. 

İnsana en zor gelen kendisine ihanet’tir. 

İnsan işkenceye dayanabiliyor; insanın kendi kendisine ihanetine dayanması çok zor olmalıdır.” 

“İtirafçı korkuyor…

İtirafçı ne olacak? İtirafçıya ne olacak? 

İtiraf, itirafçıyı hapisten çıkarıyor. 

İtiraf, itirafçıya ancak hiçbir zaman bir kişilik olamayacak bir kimlik kazandırıyor.” 

Bunlar Yalçın Küçük’ün tanımları… 

Zaman ne gösterir? Kırk yıl sonra zaman göstereceğini gösterdi. Devletin beklentisi; gerçek ve doğru olmasa bile “pişmanlık”, “ihbar” ve “itirafçılık” sürekli, etkin ve etkili olmalı… İtirafçı ödülü, olsa olsa cezaevinden çıkabilmek ve dışarıda kelepçeli olmaktan ibaret. Artık ziyaretçisi yok ve belki de boş ranzasında geride bıraktığı sadece utançtır kim bilir?   

Özgürlük, güvercindir. 

Küçük gözleri, beyaz tüyleriyle gökyüzünde daireler çizer, güneşin etrafında süzülür, kanat çırpar. Zeytin dalı, beyaz güvercine yakışır. 

Atmaca da kanatlıdır. Güçlü gagası ve küçük gözleri onu avcı yaptı. 

Zincirini ve sahibini sever. Gökyüzünde uçan kendi hemcinsi kuşları yakalar. 

Atmacanın yaptığını, beyaz güvercin kimseye yapmadı, yapmaz. 

Beyaz güvercinler, masmavi gökyüzünde yine kanat çırpmaya devam ediyor… 

Yazarın Diğer Yazıları

Söz söylemek suç mudur?

Adalette insanlığın yaşadığı dehşetleri, tarihsel acıları, insan hakları ihlallerini unutmadan Nazi dönemi hukukunun çoktan tarihin çöp sepetine atılmış olduğunu unutmamalıyız. Dünya savaşları mimarlarının geçmiş faşizminden; insan haklarının, adaletin ve hukukun korunması için ders alınır, örnek alınmaz…

Aile yılı ve cezaevinde sevkler

Sevk edilenlerin ailelerinden ve çocuklarından, arkadaşlarından koparılıp binlerce kilometre uzağa götürülmeleri ve bu nakillerin hukuka, adalete uygun olduğunu ileri sürebilmenin gerekçesi nedir?

Hapiste keyfilik acıları

Mahpusun beklentisi saatlere bölünmüş gün içinde dakikalarla sınırlı olsa bile sevdiklerine dokunabilmek, ellerini tutabilmek… Dokunmak, hissetmek!

"
"