08 Haziran 2025

Hip hop kültürü olimpiyatlardan sonra şimdi de klasik müzik sahnesinde; İMF direktörü Çakırkaya anlatıyor

“Cenevre Oda Orkestrası, Şostakoviç’in 5. senfonisini seslendirirken bir dans topluluğu da krump yapacaklar. Orkestra da bildiğimiz anlamda sandalyelerinde oturup nota sehpalarından notalara bakarak çalmayacaklar. Onlar da bu dans topluluğuyla birlikte sahnenin üzerinde bir koreografi yapacaklar. Hepsi beraber hareket edecekler. Los Angeles banliyölerinde doğmuş bir hip hop dans türü krump ve isyankar bir dans”

faruk ekici haftalık

Geneva Camerata “Revolta” | Fotoğraf: Yannick Perrin

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen ve bu yıl 53’üncü kez gerçekleştirilecek olan İstanbul Müzik Festivali (İMF), klasik müzik tutkunlarını bir kez daha uluslararası sanatçılarla, yeni bestelerle ve disiplinlerarası projelerle buluşturmaya hazırlanıyor.

Paris 2024 Yaz Olimpiyat Oyunları'nda hip hop kültürünün bir parçası olan breakdance, ilk kez bir spor olarak sahneye çıkmıştı. Bu yıl düzenlenecek olan İstanbul Müzik Festivali'nde ise yine hip hop kültüründen doğan krump, klasik müzik eşliğinde sahnelenecek.

11-26 Haziran arasında İstanbul’un çeşitli noktalarında müzikseverlerle buluşacak olan festival, yalnızca konserleriyle değil, aynı zamanda genç yeteneklere alan açan projeleri ve kamusal alandaki etkinlikleriyle de dikkat çekiyor.

İstanbul Müzik Festivali Direktörü Efruz Çakırkaya; festivalin genel çerçevesini, bu yılki tema doğrultusunda şekillenen programını ve hazırlık sürecinin perde arkasını T24’e anlattı.

- Bu yıl 53’üncüsü üzerinden İstanbul Müzik Festivali'nde bizi neler bekliyor?

Çok şey bekliyor. Festivali çok uzun yıllardır aslında bir tema etrafında kurguluyoruz. Bu festival programı içerisindeki seçilecek repertuarlardan o festival o sene ortaya çıkarılacak özel projelere, eser siparişlerine ve yan etkinliklere kadar pek çok alanda aslında içeriği zenginleştirmemiz için müthiş bir imkân sağlıyor.

Bu sene de festivalin temasını sınırların ötesinde başlığı altında kurguladık ve bu başlığı iki farklı şekilde görüyoruz. Birincisi tam kelime anlamıyla ülkemizin sınırlarının dışına çıkarak, yakın sınır komşularımızın müzikleriyle bizim müziklerimizin bir araya geldiği festivale özel yaratılmış iki enteresan projemiz var.

Bir diğer anlamda biraz da figüratif anlam, yani klasik müzik dinleme, sunma, izleme formlarının, sınırlarının biraz dışına çıkmak ve farklı disiplinlerin klasik müzikle bir araya geldiği işleri festival programına almakla vücut buldu. 18. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar ve hatta çağdaş eserlere kadar pek çok döneme ait yazılmış eserleri, farklı farklı janrlarla farklı disiplinlerle bir araya getiren konserler var. Bunların arasında hip hop, krump dansla klasik müziğin birleşimi, tiyatro ile, resimle, görselleme ile farklı farklı disiplinlerle farklı klasik müzik eserlerinin bir araya geldiği projeler var, festival programında bu anlamda da yine sınırlarının ötesine çıkacağız diyelim.

- Bir yandan çok büyük orkestralar, dünya yıldızları geliyor. Bir yanda da genç yetenekler var. Bu nasıl bir strateji gerektiriyor? Öncelikle bunu sorayım. İkincisi de genelde böyle büyük festivallerde izleyenler ya da dinleyenler, dünya yıldızlarını senede zaten bir kere görüyoruz diyerek daha çok olsun isterler. Bununla ilgili nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?

Yarım yüzyılı aşkın süredir sunulan bir uluslararası festival İstanbul Müzik Festivali. Bu anlamda da İstanbullu izleyiciler, klasik müzik severler öncelikle olarak sezonda kolay kolay izleyemedikleri büyük prestijli, senfonik orkestraları, yıldız solistleri görmeyi istiyorlar. Bunun için tabii mutlaka festival programının içerisine önemli orkestraları ve solistleri almaya çalışıyoruz, programa dâhil etmeye çalışıyoruz. Fakat festival dediğiniz şey büyük bir şenlik. Elbette çok yıldız isimler de olmalı. Fakat İstanbul Müzik Festivali'nin genç sanatçılara, yeni projelere, çağdaş eserlere de alan açması gerekiyor. Bu bir misyon. Bu anlamda da tabii farklı tricklerimiz var diyebiliriz. Yani izleyici elbette dünya sahnelerinde gördüğü yıldız solistlerin konserlerine gitmeyi öncelikle olarak tercih ediyor ama neden ismini bilmediği genç bir müzisyenin konserine de gitmesin. Bunun için de ufak havuçlar var diyelim. Farklı mekanlarda farklı işler programlamak gibi. Öyle olduğu zaman tabii izleyici hem o mekânı merak ettiği için, hem de farklı bulduğu içeriği merak ettiği için daha yolun başında olan genç müzisyenleri de takip etmeye, izlemeye devam edebiliyor, ilgi gösteriyor.

İstanbul Müzik Festivali Direktörü Efruz Çakırkaya | Fotoğraf: Fatih Yılmaz

- Bu yıl da her yıl olduğu gibi çok büyük isimler var. Benim gözüme çarpanlardan bazıları Frank Peter Zimmermann ve Hélène Grimaud. Biraz da bize programın detaylarını anlatır mısınız?

11 Haziran'da Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Türk Telekom Opera Salonu’nda festivalin açılışını gerçekleştireceğiz. Aziz Shokhakimov yönetimindeki Tekfen Filarmoni Orkestrası, sınır komşumuz olan Bulgaristan'dan İstanbul'a gelecek Bulgaristan Ulusal Filarmoni Korosu eşliğinde bir dünya prömiyeriyle başlatacak festivali. 2020 yılında Sevgili Hasan Uçarsu’ya verdiğimiz bir eser siparişi vardı, büyük bir eserdi bu. Kalabalık bir koro ve orkestra için Toprak Sever İnsanları Birer Birer isimli bir eser yazdı sevgili Hasan. Fakat o yıl malumunuz pandemi patladı ve koroları, orkestraları bir araya getirmek uzun süre mümkün olamadı. Nihayet beş yıl sonra bu eserin dünya prömiyerini gerçekleştireceğiz açılış konserimizde.

Sevgili Hasan Uçarsu'nun eserinin dünya prömiyerinin yanı sıra festival programında bu sene iki tane de yeni eserimiz var. Sevgili keman sanatçısı ve besteci Ceren Türkmenoğlu Türkiye Sınai Kalkınma Bankası iş birliğiyle 2018 yılından bu yana sürdürdüğümüz Yarının Kadın Yıldızları projesinde seslendirilmek üzere bir eser yazdı. Çember başlıklı yaylı sazlar dörtlüsü için yazılan bu eseri projeden destek almaya hak kazanan genç kadın müzisyenlerimiz seslendirecek. Bu yılın festival temasına uygun olması açısından bu işi de biraz daha süsleyelim istedik. Ceren'in yazdığı eser seslendirilirken görselleme sanatçısı aslında disiplinlerarası sanatçı diyebileceğimiz, bu şekilde adlandırabileceğimiz ressam Hilal Can eser seslendirilirken bir görselleme yapacak. Sahnede kuracağı bir tepe gözün perdeye yansıtacağı alanda farklı küçük objelerle, suyla, boyayla doğaçlama bir eser yaratacak. Bu projeyi Süreyya Operası’nda izleyeceğiz.

Valentin Silvestrov | Fotoğraf: Kaupo Kikkas

Yine Süreyya Operası’nda çağımızın yaşayan en önemli bestecilerinden biri olan Valentin Silvestrov’a çok özel bir eser siparişi verdik. Ukraynalı besteci Alexey Botvinov, Rus çelist Anastasia Kobekina ve Türk-Gürcü keman sanatçımız Veriko Tchumburidze, Silvestrov’a verdiğimiz yeni eserin dünya prömiyerini gerçekleştirecek. Bu eserin dünya prömiyerinin öncesinde de besteci Valentin Silvestrov’a bu senen festivalin yaşam boyu başarı ödülünü takdim edeceğiz.

Açılış konserimizin öncesinde düzenleyeceğimiz bir törenle festivalin onur ödülünü ise kıymetli sanatçımız Prof. Dr. Mesut İktu’ya sunacağız.

Festival programında büyük senfonik topluluklar var. Türkiye'de ilk kez konser verecek Norddeutscher Rundfunk yani NDR Elbphilharmonie Orkestrası iki konserle festivalde olacak. 19 ve 20 Haziran’da yine AKM'deyiz.

Bu iki konserin solisleri de çok önemli yıldız isimler; Alman keman sanatçısı Frank Peter Zimmermann ve Polonyalı pianist Rafał Blechacz sahnede olacak. Rafał çok çok önemli bir Chopin yorumcusu. Kendisi Polonya'da düzenlenen dünyaca önemli Chopin piyano yarışmasının da (15th International Chopin Piano Competition, 2005) birincilerinden. Bu ödülü aldıktan sonra müthiş bir uluslararası kariyere başladı Rafał 'ın ve onu da bir Chopin piyano konçertosu ile izleyeceğiz, dinleyeceğiz.

Büyük orkestralardan bahsetmişken Camerata Salzburg'a da değinmeden geçemeyeceğim. Festival programını ilan ettiğimizde orkestrayı Hélène Grimaud'yla ağırlayacağımızı duyurmuştuk. Fakat sanatçının bir sağlık sorunu oldu ve Hélène Grimaud’nun yerine bu konserde, gururumuz dahi piyanistimiz Fazıl Say bizlerle olacak ve Mozart'ın bir piyano konçertosunu seslendirecek.

Teatri 35

Sınırların ötesinde temasına gönderme yapacak çok özel konserlerden bir tanesi de Monteverdi ve Caravaggio. İtalyan barok orkestra La Venexiana, Monteverdi ve çağdaşı bestecilerin eserlerini seslendirirken İtalyan tiyatro topluluğu Teatri 35'in oyuncuları Caravaggio'nun tablolarını canlandıracaklar. Bir eseri dinlerken, izlerken önce oyuncular o an ellerinde, yandığındaki aksesuarlarla bir tabloyu canlandıracaklar. O tablonun haline gelecekler, birkaç saniye duracaklar. Bir sonraki esere geçildiğinde üstlerindeki kostümleri değiştirmeye başlayıp farklı aksesuarlar ve kostümlerle bir sonraki tabloya dönüşecekler ve sahne de müziğin, oyunun ve resmin bir arada olduğu çok heyecan verici bir konser olacak. Bu projede açıkçası benim heyecanla beklediğim işlerden bir tanesi.

Festivalin kapanış konserini de; festivalin yerleşik orkestrası, medarı iftiharımız Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası, Slovak Filarmoni Korosu ile gerçekleştirecek. Rossini'nin koral bir eserini seslendirecekler. Dört solistin yer aldığı bu çok sesli konseri, 26 Haziran'da AKM'de izleyeceğiz.

- Bir de Disko Klasik diye bir şey yapıyorsunuz. Benim tabirimle klasik müziği ciddiyet kabuğundan çıkartıp biraz daha gençlere taşıyorsunuz. Son Avrupa seyahatlerimden birinde gittiğim bir klasik müzik konserinde, yaş ortalaması çok abartısız söylüyorum, 70’ti. Orada birkaç benim gibi 35'lerinde olan birileri vardı. Burada hem Disko Klasik'i sormak istiyorum hem de dünyanın korkusu olan klasik müzik dinleyicisi yaşlanıyor, Türkiye içinde geçerli mi?

Evet, bütün dünya için bu geçerli ve tabii ki festival yöneticileri, önemli promotörler, konser salonu programcıları bu konuda bir endişe yaşıyorlar açıkçası. Özellikle Avrupa'da klasik müzik izleyicisinin yaş ortalaması oldukça yüksek.

Fakat her şey kendini yeniliyor dünyada ve yaşamda biliyorsunuz. Bu anlamda klasik müzik izleyicisinin ben bir şekilde bir yerden tekrar geri döneceğini ve tutunacağını düşünüyorum. Zira klasik müzik eğitimi alan bir jenerasyon var ve bu jenerasyon elbette önemli orkestralarda, o sandalyeye oturup, Mahler, Beethoven, Mozart gibi önemli bestecilerin senfonik eserlerini seslendirmeye devam ediyorlar.

Ah! Kosmos | Fotoğraf: Erdal Mahir Cüran

Fakat bu gençleşen, yeni jenerasyon müzisyenler aynı zamanda farklı janrlara da ilgi duyuyorlar. Özellikle elektronik müzikle çok yakından ilgili olan bir topluluk bir grup var. Bu anlamda da aslında sizin de dediğiniz gibi Avrupa'da yükselen bir trend bu. Elektronik alt yapının üzerine klasik müzik sazlarıyla çalınan canlı müzik konserleri çok revaçta. Biz de biraz daha gençlere hitap edebilmek, onlara klasik müziğin korkulacak bir şey olmadığını gösterebilmek amacıyla yaklaşık üç yıl önce Disko Klasik serisini başlattık.

Bu sene Salon İKSV’de yer alacak Disko Klasik, klasik müzik eğitimi almış ve bestecilik de yapan elektronik müzik sanatçısı sevgili Başak Günak, Ah! Kosmos grubunun kurucusudur kendisi ve genç ansambl o elektronik alt yapının üzerine canlı çalacaklar. Alışılagelmiş klasik müzik dinleme alanlarının, konser salonlarının dışına çıkarılan bu projede izleyiciler, bir kulüpte ayakta hafif salınarak ve dans ederek bu müziği dinleme imkânı bulacak. Buna ilgi büyük ve devam etmeyi de arzu ediyoruz. Ben de bu konserin yapılacağı gece Başak ve onun ansamblının ardından DJ setimle sahnede olacağım.

- Madem gençlerden bahsediyoruz, buraya şu soruyu da sıkıştırayım. Alışagelmiş klasik müzik konserine giderken smokin, frak giymek şart değil biliyorum ama kot pantolon ve tişörtle de Mahler ya da Chopin dinlenemez mi?

Ben bu tarz kalıplara çok karşıyım. Herkes istediği gibi özgürce giyebilmeli. Bu anlamda da bence bir sakıncası yok. Fakat tabii az evvel bahsettiğimiz belli bir yaşın üzerindeki klasik müzik izleyicisi, kendileri gibi şıkır şıkır giyinip gelmemiş izleyicilere biraz belki yargılar gibi bakıyor olabilir. Herkes kendisini nasıl rahat hissediyorsa öyle giyinmeli ve öyle davranmalı. En nihayetinde orası yaratıcı bir alan ve asıl amaç o sahnede sunulan canlı müziği dinlemek ve o büyülü atmosferi beraber yaşamak. Ne giydiğiniz ne taktığınız hiç de önemli değil bence.

- Buraya girmişken birkaç tane klişe soru daha sormak istiyorum. Bir de bu alkış sorusunu sormak istiyorum. Özellikle klasik müziğe yeni başlayan gençlerin müthiş aklını kurcalayan bir şey. Sizin bir trickiniz var mıdır bununla ilgili?

Aslında birkaç yıl önce konser programında eser sonlarının sonuna küçük alkış emojisi koymuştuk. Fakat belki artık buna gerek yoktur düşüncesiyle bunu sonra sürdürmedik. Şimdi şöyle düşünün; bir eser birkaç bölümden oluşuyor. Tıpkı bir öykü gibi bir hikâye gibi bunun giriş, gelişme ve sonucu var. Nasıl bir kitabı okurken o bölümlerin arasında tamam çok harika deyip o öyküyle ilgili bir karara varmıyorsanız ve sonuna kadar okumayı bekleyip ondan sonra bir yoruma bir fikre ulaşıyorsanız bir eserde de aynı şey var.

Müzisyenler açısından da kimi bölüm aralarında alkışlanmasından rahatsız olmuyor. Fakat tabii bir konsantrasyon işi bu. O esere başlayıp o konsantrasyonla başlayıp sonuna kadar sessizlik içerisinde devam etmeyi tercih edebiliyor pek çok müzisyen. Bu anlamda da aslında bölüm aralarında alkışlanmaması tabii tercih sebebi.

NDR Elbphilharmonie Orkestrası | Fotoğraf: Thomas Kierok

Burada da genç dinleyiciler ne yapabilir? Günlük programı incelesinler, şimdi bir eserin adı yazıyor ve altında 2, 3, belki 4 ya da 5 bölümden oluşan konseptte bir formatı var o eserin. O bölümlerin sonuna kadar bekleyebilirler.

Bu arada biz günlük programlarda eser sürelerini de yazıyoruz. Kaç dakika olduğunu. Belki oradan dakika tutarak sonunu beklemek de mümkün olabilir. Alkışlayanları ayıplamıyoruz. O da bir coşkudur, bir sevinç, sevgi gösterisidir ama tercihen alkışlanmaması gerekiyor.

- Bununla ilgili son sorum da şu olsun ve burayı geçelim. Konser çok uzun geldi diyelim ve dinleyeni biraz da sıktı. Salondan çıkmak için arayı beklemek mi en doğrusudur yoksa eğer gürültü yapmadan çıkabilecekse o an çıkabilir mi?

Salonda nerede oturduğuyla alakalı çünkü çıkmaya çalışacağı noktada eğer başka izleyiciler varsa onları rahatsız edebilir ve konsantrasyonunu bozabilir. Orada size yapılmasını istemediğiniz şeyi sizin de başkasına yapmamanız gerekiyor. Yine aynı şekilde aslında günlük programdan bölüm aralarını ve eser sonuna dikkat ederek eser bittiği zaman dışarı çıkmak daha doğru.

- Ama bu ayıp değildir değil mi?

Ayıp değildir ama yapılmasa daha iyi olur.

- Yani orada bazı büyüklerimiz cık cıklayabilirler sanki.

Evet cık cıklayanlara da yapacak bir şey yok.

- Disko Klasik’ten sonra biraz daha yaşı küçültelim. Bir de çocuk atölyeleri yapacaksınız bu sene. Yoğurtçu Parkı’nda ve Yıldız Parkı’nda. Biraz da ondan bahsedelim. Aileleriyle gelip akşam bir de konser dinleyecekler galiba. Yanlış bilmiyorsam.

Evet. Festival konserlerinin yanı sıra İstanbul Müzik Festivali kapsamında ücretsiz etkinlikler de sunuyoruz ve bunu çok çok önemsiyoruz. Çünkü çok küçük yaştaki çocuklar ya da imkânı olmayan izleyicilerin erişemeyeceği birtakım konserler olabiliyor tabii festival programında. Fakat bunlara ücretsiz erişebilmek özellikle klasik müziğin gençlerle, çocuklarla buluşması anlamında. Bu kamusal alanlarda düzenlediğimiz çocuk atölyeleri ve ücretsiz konserler çok kıymetli. Bu yılda 14 ve 15 Haziran'da, Yoğurtçu Parkı’nda ve Yıldız Parkı’nda, önce farklı yaş grupları için tasarlanan hip hop dans atölyeleri yapacağız. Hemen ardından Hollanda Saksofon Sekizlisi, canlı müzik eşliğinde yoga konseri sunacak bize. İzleyiciler arzu ederlerse matlarını alıp gelebilirler. Arzu edenler sadece konseri ve yoga yapanları izleyebilir.

Hollanda Saksofon Sekizlisi | Fotoğraf: Maan Limburg

Bu konserin ardından da yine Hollanda'dan The Preda Brothers, klasikten caza uzanan bir program sunacaklar. Çok keyifli, çok coşkulu geçiyor. Ne kadar kalabalık olursa bu konserler o kadar keyifli. Hem festival programını takip edip bu konserlerden haberdar olan izleyicileri bekliyoruz hem de o gün o parkta spontane bir şekilde ailesiyle gezmeye gelmiş olan İstanbullular katılıyorlar bu konserleri ve hep beraber çok daha mutlu keyifli geçiyor. Herkesi bekliyoruz.

- İKSV'nin birçok festivalinde var olan öğrenci bileti var. Bir de yanlış bilmiyorsam sadece bu festivale özel müzik öğrencilerine ücretsiz biletler oluyordu. Bunlar devam ediyor mu?

Burada hemen bu konunun altını özellikle çizmek istiyorum. Çünkü bu seneye has bir şey değil, çok çok uzun yıllardır konservatuarlarda müzik eğitimi alan gençlere, İstanbul Müzik Festivali’nin kapıları her zaman açık. Arzu ettikleri tüm konserlere, öğrenci kimliklerini göstererek girebilirler ve bunu da çok arzu ediyorum. Çünkü müzik eğitimi alırken başka müzikleri dinlemek, başka sanatçıları görmek, onları çok motive eden ve onların hayal dünyasını zenginleştiren bir olay. Bu anlamda festival, onlar için çok kıymetli bir alan. Bizim açımızdan da onların konserlerde yer alması çok çok önemli. Tüm konservatuar öğrencileri aslında festivaldeki tüm konserlere gelebilirler. Ezacıbaşı Genç Bilet, Ezacıbaşı Holding'in gençlere sunduğu bir ayrıcalık diyelim. İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen tüm festivallere ve tüm etkinliklere çok uygun bir ücret ödeyerek Ezacıbaşı Genç Bilet kontejanıyla katılabilir gençler. Onları da festival konserlerine bekliyoruz.

- Konservatuar öğrencileri için bir kontenjan var mı?

Konservatuar öğrencilerin hiçbir kontenjanı yok. Onların başımızın üstünde yeri var. Sadece belki bazı konserler sold out oluyor. Fakat bir şekilde o çocukları mutlaka içeri almaya da çalışıyoruz. Çünkü kalan birtakım davetiyeler oluyor, gelemeyen izleyiciler oluyor. Hiçbir şey olmasa onları bir kenardan içeriye alıp uygun bir yere oturtuyorum mutlaka. Onların konserde olmaları bizler için çok çok önemli.

- Peki, bu seneki programda sizi kişisel olarak sabırsızlandıran bir iş var mı?


Bu bana hep çok soruluyor. Bana soracak olursanız bütün konserler çok heyecan verici. Fakat tabii bu farklı disiplinlerin bir araya geldiği işler beni çok heyecanlandırıyor.

Revolta projesi, Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde gerçekleştirilecek bir konser. İsviçreli topluluk, Cenevre Oda Orkestrası, Şostakoviç’in 5. senfonisini seslendirirken bir dans topluluğu da krump yapacaklar. Orkestra da bildiğimiz anlamda sandalyelerinde oturup nota sehpalarından notalara bakarak çalmayacaklar. Onlar da bu dans topluluğuyla birlikte sahnenin üzerinde bir koreografi yapacaklar. Hepsi beraber hareket edecekler.

Los Angeles banliyölerinde doğmuş bir hip hop dans türü krump ve isyankar bir dans. Revolta Projesi de aslında isyana bir çağrı yapıyor. Çünkü Şostakoviç’in 5. Senfoni’sinin teması da bu. Sahne üzerinde çok hareketli, çok enerjik bir performans izleyeceğiz. Bu konser için büyük heyecan duyuyorum.

Geneva Camerata “Revolta” | Fotoğraf: Yannick Perrin

Bu sene ilk kez kullanacağımız The Grand Tarabya Oteli’nin terasında gerçekleştirilecek Poesía projesi, Quarteto Soltango ve Leonel Capitano'nun seslendireceği Arjantin tangoları dinleyeceğimiz konser için de büyük heyecan duyuyorum.

Yine festival temasına gönderme yapan Yunanistan'daki adalara ithafen yazılmış şarkılarla İstanbul'un Prens Adaları’na ithafen yazılmış şarkıların seslendirileceği ve Kınalıada Hristos Rum Ortodoks Manastırı’nın avlusunda düzenleyeceğimiz ada konseri de beni gerçekten çok heyecanlandırıyor.

- Bu yıl festivalde 25 konser, 45’in üzerinde sanatçı ve topluluk yer alacak. Bunların hepsini bir araya getirmek ne kadar sürüyor? Yani bunun kısa sürede planlanması imkânsız gibi bir şey değil mi?

Dünyada da bu böyle aslında klasik müzik festivalleri birkaç yıl öncesinden planlanmaya başlanıyor. 2-3 yıl öncesinden aslında o programın ana işlerini oturtuyorsunuz. Çünkü büyük prestijli uluslararası orkestralar dünya turnelerinin programlarını iki üç yıl öncesinden yapmaya başlıyorlar. O turnenin bir parçası olabilmek ve o topluluğunun İstanbul'a gelebilmesi için de o planlamayı, yazışmaları çok çok önceden yapmak lazım.

Festival teması da birkaç yıl öncesinden oluşuyor diyebiliriz. Biraz festivalin artistik direktörünün kendi tahayyülünden ya da hayal dünyasından çıkan bir iş oluyor.

Herhangi bir şey ilham verebiliyor temanın oluşmasına ve o tema ortaya çıktıktan sonra da belki bir şekilde o temayla alakalı projeler, işler de daha çok dikkat çekici hâle geliyor ve bir şekilde onun festival programının içerisine dahil etmeye başlıyorsunuz. Tabii önce büyük orkestralar sonra daha ufak çaplı orkestra işleri işin içine giriyor. Sonra temaya uygun yeni projeler düşünmeye yaratmaya başlıyorsunuz. İşte belki bir süredir takip ettiğiniz bir sanatçı, bir topluluk var. O temayla ilintili olarak onları bir araya getirmek mümkün olabiliyor. Ve böyle ince ince aslında işleniyor diyebiliriz. Şu anda örneğin 2026 festival programı bitti gibi bir şey. 2027 ve 2028 aynı anda devam ediyor.

Quarteto Soltango ve Leonel Capitano | Fotoğraf: Irène Zandel

Bu anlamda da tabii biraz multitasking olmak gerekiyor zannederim. Çünkü hem güncel konuları takip ederken bir taraftan da sonraki yılları planlamak, hayal etmek gerekiyor.

Böyle anlatınca belki kolay geliyor olabilir ama uzun bir süreç. Bunun içinde aslında bu işle birlikte yaşamak gerekiyor. Yani sabah akşam bir mesai saatinin içerisinde kalmak ve saat altıda bu işi kapatmak diye bir şey yok. Sürekli aklınızın bir tarafında o dönüyor. Gördüğünüz herhangi bir şeyden bir fikir gelebiliyor, bir ilham gelebiliyor. Hayatınızın bir parçası olması gerekiyor ve kolay kolay pes etmemek gerekiyor zannediyorum.

Bir hastalık sebebiyle ya da başka bir sebeple bir iptal olduğunda, öncelikle hemen tabii ki bütün kontaklarımıza haber salıyoruz. Farklı farklı menajerlik şirketleri var dünyada ve onlarla da çok yakın bağlarımız, ilişkilerimiz var ya da sanatçıların birebir kendileriyle de tabii zaman içerisinde kurulan bir dostluk var. Tabii herkesin programı da çok tıpkı bizim yaptığımız gibi önceden planlandığı için büyük sanatçıların programları müsait olmayabiliyor. Biraz şansınıza aslında o iş. Hemen böyle 3-5 tarafa saldırıyorsunuz. İşte o olur mu, bu olur mu, araya girebilir miyiz, takvimi uyar mı? Bir şekilde bir yerden mutlaka bir alternatif bulunuyor.

- Bir sürü isimden bahsettiniz, sipariş ettiğiniz eserden bahsettiniz. Bunlar aşırı maliyetli şeyler, sonuçta 3-5 kuruşa yapılacak işler değil. Bunları nasıl çözüyorsunuz? Bilet fiyatlarıyla olacak şey değil diye tahmin ediyorum.

Bir besteciye eser verildiğinde bunun için partnerler arıyoruz ya da hali hazırda bir eser sipariş verilmişse bir besteciye biz de onun bir parçası oluyoruz. O bestecinin tabii yazacağı eserin yazım bedelini, nota yazım bedelini, telifini ve seslendirilmesi konusunu bir şekilde farklı farklı festivaller, konser salonları bir araya gelerek güçlerimizi birleştirerek ortaya çıkarıyoruz. Bu anlamda da tabii uluslararası iş birlikleri çok önemli.

Dediğiniz gibi hem eser siparişlerinin yapılması hem büyük prodüksiyonların ortaya çıkarılması hem de çok büyük orkestraların, senfonik toplulukların İstanbul'a davet edilmesi maliyette işler. Bu anlamda da öncelikle olarak elbette bu festivalin gerçekleştirilmesine çok önemli katkılarda bulunan bir festival sponsorumuz var, Borusan Holding. Desteği için ben teşekkür etmek istiyorum. Onun yanı sıra her bir gösteri için bir gösteri sponsoru bulmaya çalışıyoruz. Festivalimizi destekleyen ve bu projelerin gerçekleştirilmesine olanak sağlayan pek çok gösteri sponsoru var. Kültür ve Turizm Bakanlığı, farklı yerel yönetimler, belediyeler, kültür kurumları, kültür ofisleri, yabancı konsolosluklar… Bunların hepsi bir araya geliyor ve bu zengin projenin ortaya çıkmasına imkân sağlıyor.

Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı | Fotoğraf: Fatih Yılmaz

Elbette İstanbul Kültür Sanat Vakfı Lale Kart Programı’na üye olan, vakfımızı ve festivali destekleyen Lale üyelerimize de buradan bir teşekkür sunmak isterim. En nihayetinde konserlere gelerek bizi yalnız bırakmayan festival coşkusunu bu şenliği birlikte yaşadığımız müzikseverlere, festival izleyicilerine de şimdiden teşekkür ediyorum.

- Son olarak geçmişe dönüp bir muhasebe yapsak, İstanbul Müzik Festivali 53 yılda nasıl evrildi? Festival bir insan olsaydı, sizce nasıl biri olurdu?

Bence çok genç ruhlu bir 53 yaş olurdu. Hayata, müziğe, her şeye çok büyük ilgi ve sevgi duyan, merak duyan bir karakter olurdu diye tahmin ediyorum.
Evet, 53 yıllık bir geçmişi var ve benden önce de çok kıymetli festival direktörleri var. Onlardan bayrağı aldıktan sonra ben de kendi tarafımdan, kendi açımdan burada ne katabilirime bakmaya çalıştım. Benden sonra gelecek bir sonraki festival direktörü de aynı şeyi yapmaya çalışacaktır, eminim.

Çok önemli, çok prestijli orkestralar, sanatçılar, İstanbul'a geliyorlar festival sayesinde. Fakat festivalin çok önemli misyonları, çok önemli görevleri de var. Daha önceki festival direktörlerinin başlattığı ve benim de sürdürmeye ve naçizane eklemeye çalıştığım yenilikler var.

2010 yılından bu yana her yıl en az bir besteciye eser siparişi veriyoruz örneğin. Bu çağdaş müzik ve klasik müzik literatürü ne katkı yapılması anlamında çok önemli bir görev diye düşünüyorum. Gençlere, genç sanatçılara bir alan açmak, bir platform oluşturmak çok kıymetli. Yaratıcı ve yenilikçi ortamlar oluşturabilmek, sanatçılar için bu alanı sağlayabilmek, sunabilmek de çok önemli. Bu anlamda da daha evvel bir araya gelmemiş ve müzik yapmamış sanatçıları birleştirmeye, İstanbul'da buluşturmaya çalışıyoruz. Müziğin, kültürlerin pek çok şeyin buluştuğu bir yer İstanbul biliyorsunuz. Bu anlamda festival de aynı İstanbul gibi yaşamaya, buluşturmaya ve birleştirmeye devam ediyor ve edecek dediği umut ediyorum.

Söyleşinin tamamı T24’ün YouTube kanalında…

Hip hop kültürü olimpiyatlardan sonra şimdi de klasik müzik sahnesinde; İMF direktörü Çakırkaya anlatıyor

Leyla Gencer’in izinde La Scala’daki soprano Nazlıcan Karakaş: Türkiye’deki eğitimle alakası yok

YouTube kayıtlarını dinleyerek konservatuara ikincilikle girdi, kazandığı yarışmayla La Scala’ya gitti

“Tayt üreticilerine sesleniyorum; lütfen bizimle iletişime geçin!” | iDOB başdansçıları anlatıyor

Baletler neden paytak yürür ve neden pointe çıkmaz?

Anadolu insanının Osmanlı İmparatorluğu zamanında tanıştığı bale nedir?

Şarkı söyleyen herkes opera sanatçısı olabilir mi?

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bugünden parlayan 'Yarının Kadın Yıldızı' Deniz Akgün, kontrbası anlatıyor

"Biraz zorlanıyorum. Özellikle yurt dışına gittiğim zaman, hatta şehir içerisinde bile taşıyorken bazen zorlanıyorum. Fakat bu, enstrümanı çalmak için gerçekten bir engelli değil ama flüt gibi çantama atıp getirmek harika olurdu"

60 bin yıllık Neandertal flütünden yan flüte; Beste Yalı anlatıyor

"Zor bir meslek. Yalnızca enstrümanı almakla bitmiyor ve genelde enstrümanın büyük bir kısmını kendimiz karşılamamız gerekiyor satın alırken. Aldıktan sonra da bakıma ihtiyaç duyuyorlar. Özellikle yaylı çalgılarda belli bir zamanda bir tellerinin değişmesi gerekiyor, arşelerinin kıllarının değişmesi gerekiyor. Biz de ise millerin değişmesi ya da petlerin değişmesi gerekiyor. Bunlar da tabii ücret"

Haziran ayında kaçırılmaması gereken dört bütçe dostu tiyatro oyunu

Eylül ayından itibaren yeni listelerde buluşmak üzere diyerek sizi sezonun son listesiyle baş başa bırakıyorum

"
"