29 Ekim 2023

Cumhuriyetin 100. yılında laiklik ve Ceza Hukuku

Çoğunluğun inancına, diğerlerini aşan bir dokunulmazlık atfetmek hukuksuz olduğu kadar anlamsızdır. Özgürlük prensip olarak çoğunluktan ve/veya gücü elinde bulundurandan doğru tehdit altındadır. Bu, inanç ve ifade özgürlükleri için de geçerlidir. Çünkü modern bir hukuk sisteminin var olmadığı bir gücü gücü yetene düzeninde tehlikeye girecek olan çoğunluğun değil azınlığın inancı ve sözüdür

Kuruluşunun 100. yılını kutlayan Türkiye Cumhuriyeti'nde laikliğe karşı topyekûn muhalefet artarak devam ediyor. "Dindar - kindar" ikilemine dayalı retorik, devletin dindar olmayan vatandaşları ötekileştirmesinin son dönemdeki en popüler örneği. Bunun en yeni örneklerinden biri ise Diyanet İşleri Başkanlığının (DİB) Kobani davasına katılma talebinde görüldü. DİB, (camilerin zarar gördüğünü gerekçe gösterdiği) dilekçesinde dindarlığın alternatifinin sapıklık olduğunu iddia etti.[1] Bugün DİB, kuruluş amacı olan "laikliğe teminat olmak" amacının tam karşısında konumlanmış durumda (bkz. Siyasi Partiler Kanunu m. 89, Anayasa m. 136).[2]

Laiklik ilkesi sadece bu kurumda değil devlet yönetiminin ve hatta siyasi düzlemin tamamında rafa kalkmış gözüküyor. Laiklik devletin kurucu ilkelerinden biri değil, neredeyse "ayıp bir şey" olarak algılanmakta. Cumhuriyetin 100. yılı gibi laikliğe ilişkin hassasiyet de yurttaş inisiyatifinin tekelinde. O kadar ki yanıbaşımızda İran'da, inanç özgürlüğünün bu denli ayaklar altına alındığı, insanların sadece giyimi sebebiyle bile türlü eziyete maruz kaldığı bir dönemde, laik Türkiye'den ne dışarı ne içeri doğru bir ses çıktı. Buna karşın laiklik ilkesinin anayasadan çıkarılması da dahil olmak üzere birçok laiklik karşıtı görüş siyasilerce sıklıkla dile getiriliyor.[3] Dinî öğelerin alet edildiği siyasi propaganda da olağanlaştı. Oysaki bu türden eylemler Siyasi Partiler Kanunu uyarınca (m. 86, 87) yasaktır. Ayrıca eğitim alanında atılan adımlar laiklikten uzaklaşmanın önemli unsurlarından. İnanca bakılmaksızın eşit muamele ve hakların kullanılmasının güvencesi olan yargı da olumlu bir tablo ortaya koymamakta. Önceki sene adli yıl açılışının dinî törenle yapılması ve yüksek yargı mensuplarının bu törene katılım şekli de en hafif tabiriyle laiklik ilkesinin umursanmadığını gösteriyor. Yargı mensuplarının dinî bir duruş sergilememeleri ve tarafsızlıklarından sembollerle dahi taviz vermemeleri gerektiği açıktır. Yoksa hâkimlerin cübbe giymesi nasıl açıklanırdı?

Laikliği (ve bununla bağlantılı olarak sekülerizmi)[4] savunmak, dinî baskıya ve tahakküme karşı inanç özgürlüğünü savunmaktır. Ancak laiklik o kadar yadırganır bir hale geldi ki bu türden çelişkilere dikkat çeken herkes kolaylıkla din düşmanı olarak yaftalanabiliyor. Oysa bu, sözgelimi o törende erkekliğin vurgulandığını iddia edip eleştiren birini cinsiyetçilikle suçlamaya benzer.

Ceza Hukuku korumasında din ve laiklik (?) 

Yukarıda verilen örnekler çoğaltılabilir ancak laiklik ilkesinin yargıdaki aşınması yalnızca söylem ve sembollerden ibaret değil. Dile getirilen endişeler de kuruntudan ibaret değil. Bu, hukuk pratiğindeki reflekslerde somut olarak kendini göstermekte. Öyle ki yaygın inancı –veya devlet ideolojisini– konu eden espriler dahi cezalandırılırken[5] bunun dışında kalan inançlara sahip kişiler ve inançsızlara yönelik nefret söylemine varan ve devlet bürokrasisinin tepesine kadar uzanan ifadeler kulak arkası ediliyor. Bunların yaptırımı çoğunlukla toplumsal tepkinin ötesine geçmiyor. O kadar ki Ermeni ve Yahudi vatandaşların yaşadığı bir ülkede[6] siyasilerce dahi kullanılmış olan "Ermeni dölü" ve benzeri ifadelerin[7] ya da Hitler'e rahmet okumanın[8] bir ceza takibine uğradığı duyulmuyor. Oysaki nefret söylemi niteliğindeki sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında korunması söz konusu olmamalı.

İfade ve inanç özgürlüğüne ilişkin açıklamalar geçmeden önce hukukumuzdaki ilgili suç düzenlemelerine bakalım. Eski TCK'nın 163. maddesinde şeriat propagandası ve laikliğe karşı türlü eylem suç olarak düzenlenmişti. Mevcut kanunda ise laikliği korur nitelikte yalnızca bir düzenlemeye rastlanmaktadır. Bu da devletin din işlerine değil, dinin devlet işlerine karışmasına ilişkindir:

  • Görev sırasında din hizmetlerini kötüye kullanma suçu düzenlemesi uyarınca "imam, hatip, vaiz, rahip, haham gibi dini reislerden biri" görevi kapsamında hükümeti veya kanunları kınayamaz ve aşağılayamaz (takbih ve tezyif edemez).[9]

Doğrudan dinleri ya da mensuplarını koruyan ceza hükümleri ise şöyledir:

  • Nefret ve ayrımcılık suçu[10]; din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle çeşitli ekonomik faaliyetlerde bulunmanın engellenmesini cezalandırır.
  • İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme suçu[11] ibadetin engellemesinin yanında kişinin inancını veya inançsızlığını açıklaması ve hatta yaymasını engellemeyi kapsamaktadır. Kişinin "inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale" etmek de suç teşkil etmektedir.
  • Yine yukarıda sayılan türde bir engelleme değil de bir hakaret söz konusu olursa hakaret suçu kapsamında ceza artırımı yapılmaktadır.[12]

Bu suçların uygulanmasına ender rastlanmaktadır. Laiklik ve din karşıtı söylemlerde eski TCK döneminden beri (2005 yılı öncesi) sıklıkla halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu[13] gündeme gelmektedir. Suçun çözümlemesi için önceki bir yazıma yollama yapmakla yetineceğim. Laiklik karşıtı söylemler ve şeriat çağrısının bu düzenleme bağlamında değerlendirilmesi içinse bundan 20 yıl kadar önceki bir yargılamayı örnek vermekle yetinelim. Şeriat propagandası niteliğinde bir yazıya ilişkin bir davada Yargıtay 8. Ceza Dairesi ile Genel Kurulu farklı pozisyonlar almıştı. Savların bugün için önemli olan kısımlarına göz atalım.[14]

8. Ceza Dairesi: "[T]oplum barışının eksenini oluşturan Cumhuriyetin laik karakterini zayıflatıp yıkmayı hedeflediği cihetle, eylemi yeterince yakın şekilde kamu düzenini bozma tehlikesi yaratmaktadır. Farklı inanç ve düşüncelere hoşgörüsüzlüğün hüküm sürdüğü ülke ve toplumlarda yaşanan şiddet olayları, bu tehlikenin yeterince yakın (somut) olduğunun apaçık delilleridir… Ülkemizdeki zorlayıcı sosyal gereksinimin, şeriat konusundaki düşüncelere, şiddet çağrısı olmasa bile kamu düzeni ve ulusal güvenlik yönünden sınır getirilmesini zorunlu kıldığı, şeriatın farklı kurallarını benimsettirmeye yönelik düşünce açıklamalarında şiddet ve şiddete çağrı ölçütünün aranmasının hakların kötüye kullanılması sonucunu yaratacağı, ülkenin özel koşulları nazara alındığında bu tür söylemlerin doğası icabı her an açık ve yakın bir tehlike doğurduğu, anılan türden söylemlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği" kabul edilmelidir.

Ceza Genel Kurulu: "İfade hürriyeti kapsamının genişletildiği uygar dünyada, bir sosyolojik gerçeği hatırlamakta da yarar vardır; söyleyeni hapsedilmekle dillendirilmesinden vazgeçilen hiçbir düşünceye tarihin tanıklığı olmamıştır. Aksine, en zararlı düşünceler dahi, söyleyeni mahkum edildiğinde, ya merak saiki ya da acıma duygularıyla yandaş bulmuş veya çoğu kez illegalite karanlığına inerek kontrolsüz bir gelişime kavuşmuştur. Açıkça söylenebilenler ise, karşı görüşün yenilgisiyle etkisizleşmiş, demokrasilerin çoğulculuğu ortamında zararlılık ölçüsünü yitirmiştir… Dava konusu yazının toplumun vazgeçilmez değerleri düzeyine ulaşmış laikliği zedelemeye bu itibarla yetmeyeceği… açıktır… Artık bundan böyle, halkın ve o halkı oluşturan laik demokrasi sevdalılarının, benimsemediği fikirler karşısında, şiddet ve kavga içgüdüsüne kapılacağı görüşü terk edilmeli ve farklılıkların kavgasızlığı deneyerek, hoşgörü duygularını artırmalarına ve karşı söylemle yekdiğerini iknaya yönelmelerine olanak sağlanmak suretiyle, birlikteliğe dayalı bir ‘kamu düzeni' yaratılmalıdır."[15]

Laikliğin bu denli aşınmış olduğu günümüzde Ceza Genel Kurulunun ifade özgürlüğü lehindeki tehlikesizlik savı geçerliliğini yitirmiştir. Ancak teknik ceza hukuku bakımından, kanunun o günden bugüne geçirmiş olduğu değişiklik cezalandırılabilirlik alanını daraltmış bulunmaktadır: Mevcut düzenlemede "kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması" aranmaktadır. Bu da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarıyla uyumludur. Zira AİHM bir şiddet çağrısı veya nefret söylemi içermeyen ifadelere dönük yaptırımları kural olarak ifade özgürlüğünün ihlali saymaktadır.[16]

Bu noktada halkı kin ve düşmanlığa tahrik (ve aşağılama) suçunun din ve inanca ilişkin ifadeler bakımından nasıl uygulandığına dönmek gerekmektedir.[17] Zira nefret söylemi kıstası ile Türkiye'deki pratik birbirine ters düşmektedir. Yukarıda anılan demokrasi fikriyle paralel olarak nefret söylemi kıstası, ifade özgürlüğünü özellikle azınlıklar lehine daraltmaktadır. Türkiye'de ise çoğunluğu koruma azınlığı ihmal şeklinde bir pratik mevcuttur. Biraz açarsak nefret söylemleri, hedef aldığı grubun düşmanlığa maruz kalmasını meşrulaştıran[18]  "hiyerarşik" ifadelerdir.[19] Dolayısıyla nefret söyleminin tabii yönü güçlüden güçsüze, çoğunluktan azınlığa doğrudur. Nitekim İnanç Özgürlüğü Girişiminin hazırladığı rapora göre 2022 yılında nefret suçu[20] özelliği gösterdiği düşünülen 36 olaydan yalnızca birinin mağduru bir Sünni'dir. O da İBB Belediye Başkanıdır ve olay aile mezarına haç çizilmesidir.[21]

AİHM'e göre nefret söylemi, muhatabının yanında, söylemde bulunan kişi ve şartlara göre de özellik göstermektedir. Özellikle siyasetçilerin ayrımcı ifadeleri, toplumsal barışı bozmaya sıradan bir vatandaşınkinden daha elverişlidir. AİHM bu gerekçeyle mülteci karşıtı, islamofobik sayılabilecek ifadeler kullanan bir Belçikalı ve bir Fransız siyasetçinin cezalandırılmasıyla –nefret söyleminde bulundukları kanaatiyle– ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir.[22]

Toparlarsak, Türkiye azınlıkların devamlı nefret söylemine maruz kaldığı ve fakat ceza soruşturmasına hep çoğunluğun hassasiyetlerine dokunan ifadelerin konu olduğu bir ülke görünümündedir. Gerçekten de ülkede bir yandan özellikle sığınmacılara ve heteroseksüellik dışında cinsel yönelime sahip kişilere karşı neredeyse nefret söylemi yarışı sürdürülürken diğer yandan bir şarkıcı arkadaşına İmam Hatipli yakıştırması yaptığı için[23] ve yine bir piyanist Ömer Hayyam'dan yaptığı alıntı sebebiyle cezalandırılabiliyor.[24] Diğer taraftan (yukarıda anılan azınlıklara yönelik eylemlerde takipsizlik örneklerinin yanında) aslında AİHM içtihatlarını tutarlı şekilde takip eden Anayasa Mahkemesinin köktendincilikle ilişkili dosyalarda "gereğinden çok" hoşgörülü olduğu gözlemleniyor.[25]

Bu noktada belirtmek gerekir ki halkı kin ve düşmanlığa karşı tahrik suçu düzenlemesinin amacı, tekil kişilerden ziyade, kamu düzeni ve barışını korumaktır. Zaten ceza hukuku fiilin muhatabının duygusal tepkisine sonuç bağlamaz. Bu tür tehlike suçlarında ölçüt fiilin objektif etki ve sonuçlarına ilişkindir.[26] Bu suçta da kamu düzenini bozabilecek olan tehlike, hedef topluluğa karşı başka insanların kışkırmasıdır (2. fıkra hariç).[27] Dolayısıyla azmettirici nitelikteki tahrik (ve aşağılama) fiili, nefret söyleminin çizdiği çerçeve ile paralel olarak, hedef grubu düşmanca tavırlara (daha) açık hale getirmelidir. Yoksa kendisine karşı tahrik uygulanan topluluğun hassasiyetlerinin bu suç bakımından belirleyiciliği olmamalıdır.[28] Bu bakımdan demokratik toplumlardan  -AİHM'in de vurguladığı şekilde- hoşgörü, tolerans, tahammül beklenir. Ne de olsa din ve inanç özgürlüğü hiçbir eleştiriye, espriye ve kışkırtmaya maruz kalmadan inancını yaşama hakkına karşılık gelmemektedir.

Sonuç 

Sonuç olarak çoğunluğun inancına, diğerlerini aşan bir dokunulmazlık atfetmek hukuksuz olduğu kadar anlamsızdır. Özgürlük prensip olarak çoğunluktan ve/veya gücü elinde bulundurandan doğru tehdit altındadır. Bu, inanç ve ifade özgürlükleri için de geçerlidir. Çünkü modern bir hukuk sisteminin var olmadığı bir gücü gücü yetene düzeninde tehlikeye girecek olan çoğunluğun değil azınlığın inancı ve sözüdür. Mantıklı olan, korumasız durumda olanı korumaya odaklanmaktır. Nitekim bir hukuk sistemi ancak toplumdaki azınlıkları koruyabildiği ölçüde çoğulcu ve demokratiktir. Yoksa halk için değil halka rağmen bir cumhuriyetin demokratiklik[29] iddiası absürttür. Yurttaşlık ve insan hakları ile olan yakın bağıyla laiklik ilkesi bu çerçevede anahtar bir roldedir.[30] Laiklikle kavga etmenin ülkenin başına açtığı belalar gören gözler için zaten ortadadır.

Dünyanın bir tarafta ayrımcı bir ikiyüzlülüğe diğer tarafta dinî istibdada (baskıya) teslim olduğu bir dönemde laik cumhuriyeti korumanın ve yüceltmenin önemi belirginleşiyor.

Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlu olsun!


[1] "Nitekim vicdanlara hitap eden din hizmetlerinde itimat ve güvenin kaybolması halinde boşluk kabul etmeyen bu alanın çeşitli sapık akım ve gruplara kalacağı tartışmasızdır." Bkz. Ali Duran Topuz, Yargıda yükselen yeni güç: Diyanet!, 3/8/2023

[2] Tolga Şirin, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Laiklik Kalesini Döven Topları, 8/8/2023: "İslamcı istismarcılığa karşı laikliğe teminat olmak" amacıyla kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı bugün "âdeta laikliğin düşmanı gibi hareket ediyor".

[3] https://bianet.org/haber/akp-li-camli-laiklik-masaya-yatirilmali-dedi-242230.

[4] Laiklik ve sekülerizm kavramlarına ilişkin bkz. İoanna Kucuradi, TBB Dergisi (2004), Sayı 52, s. 89 (93 vd.).

[5] https://t24.com.tr/haber/komedyen-emre-gunsal-a-ataturkve-mevlana-hakkindaki-sozleri-sebebiyle-3-yil-5-ay-hapis-cezasi,929623. Ayrıca bkz. Burak Erdem, Ofansif Mizah Ve İfade Özgürlüğü, Anayasa Yargısı Dergisi (2022), Cilt: 39, Sayı: 2, 311-353.

[6] Türkiye'deki Yahudi nüfusu düzenli olarak azalmaktadır.

[7] https://t24.com.tr/haber/agostan-afedersiniz-ermeni-dediler-sozu-icin-erdogana-allah-affetsin,266834.

Yetvart Danzikya, İnkâr Siyasetinde Kırılma: Hrant Dink'in Kendisi ve Öldürülmesi, in: Mülkiye Dergisi 2015, 39(1), 247 (248).

Sena Nur Arusan, Türkiye'de Ermeni Genci Olmak: Ermeni Kimliğinin Türkiye'deki Ermeni Gençlerin Yaşamlarına Etkileri

Yılmaz Murat Bilican, Ermeni Dölü

[8] https://t24.com.tr/haber/yahudileri-irkci-sozlerle-hedef-alan-akp-li-meclis-uyesi-hitler-i-bir-kez-daha-rahmetle-aniyorum-dedi,1135073.

[9] TCK madde 219/1.

[10] TCK madde 122:

(1) Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle;

  1. a) Bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini,
  2. b) Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını,
  3. c) Bir kişinin işe alınmasını,
  4. d) Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını,

engelleyen kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

[11] TCK madde 115:

(1) Cebir veya tehdit kullanarak, bir kimseyi dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayan ya da bunları açıklamaktan, yaymaktan meneden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Dini inancın gereğinin yerine getirilmesinin veya dini ibadet veya ayinlerin bireysel ya da toplu olarak yapılmasının, cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engellenmesi hâlinde, fail hakkında birinci fıkraya göre cezaya hükmolunur.

(3) Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale eden veya bunları değiştirmeye zorlayan kişiye birinci fıkra hükmüne göre ceza verilir.

[12] TCK madde 125/3, b): Hakaret suçunun… Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı… İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.

[13] TCK madde 216:

(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

[14] Bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2004/8-130 Esas, 2004/206 Karar 183264 İtirazname sayılı, 23.11.2004 günlü kararı ve Yargıtay 8. Ceza Dairesi 2003/357 Esas, 2004/2457 Karar, 19.03.2004 tarihli kararı. Aktaran: Fikret İlkiz, İfade Özgürlüğü ve Laiklik I-II-III: https://bianet.org/haber/ifade-ozgurlugu-ve-laiklik-i-53843, https://bianet.org/haber/ifade-ozgurlugu-ve-laiklik-ii-54267, https://bianet.org/haber/ifade-ozgurlugu-ve-laiklik-iii-54873.

[15] Yargıtay Ceza Genel Kurulu gerekçesinde – açıkça anmasa da – J.S. Mill'in liberalizmin iktisadi modeli olan serbest piyasa ekonomisine atıfla On Liberty eserinde kullandığı "marketplace of ideas" (fikir pazarı) metaforuna dayanmıştır.

[16] AİHM'in inanç özgürlüğü bakımından meşru amaçla yapılan ölçülü müdahaleler bakımından ulusal karar mekanizmasına belirli bir takdir yetkisi tanıdığı söylenebilir.

[17] İlgili fiiller; din ve mezhep bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek (1), halkın bir kesimini din veya mezhep farklılığına dayanarak aşağılamak (2) ve halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamaktır (3).

[18] Aras Türay, Nefret Söylemi Bağlamında Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Suçu, 2016, Seçkin Yayıncılık, s. 29.

[19] Tolga Şirin, "Dinsel Duyguların Aşağılanması" Kıskacında İfade Özgürlüğü, 13/4/2021: https://inancozgurlugugirisimi.org/dinsel-duygularin-asagilanmasi-kiskacinda-ifade-ozgurlugu.

[20] Nefret suçu, nefret söylemi ile ilintili fakat ondan farklı bir kavramdır. Kabaca yaralama, mala zarar verme vb. bir suçun, mağdurun dahil olduğu grubun özelliği sebebiyle işlenmesidir. Bu özellik failin zihninde o grubun üyelerinin suç mağduru olmasını meşrulaştırmaktadır.

[21] İnanç Özgürlüğü Girişimi, Türkiye'de Din, İnanç veya İnançsızlık Temelli Nefret Suçları Raporu 2022: https://inancozgurlugugirisimi.org/wp-content/uploads/2023/08/iog-nefret-sucu-raporu-2023-web.pdf.

[22] Feret/Belçika, B. No. 15615/07, 16/07/2009; Le Pen/Fransa, B. No. 18788/09, 20/04/2010.

Ayrıca bkz. Türay (dn. 18), s. 96; Erdem, (dn. 5), 342, 350.

[23] https://t24.com.tr/yazarlar/engin-turhan/halka-kin-ve-dusmanlik,36505.

Aksi yönde ayrımcılığa işaret

[24] https://t24.com.tr/haber/fazil-sayin-mahkumiyet-gerekcesi-aciklandi,228032.

[25] Tolga Şirin, Anayasa Mahkemesi, İslamcı köktenciliğe gereğinden çok hoşgörü gösteriyor, 19/9/2023

[26] Erdem, (dn. 5), 328.

[27] Failin bu tahrik sonucunu öngörmüş olması gerektiği, aksi halde (kastın ve) suçun oluşmayacağını unutmamak gerekir. İlgili maddenin ikinci fıkrası yalnızca aşağılamayı yeterli görmekte, kamu düzeni veya barışının bozulmasını aramamaktadır.

[28] Anayasa hukuku perspektifinden tartışma için bkz. Şirin, (dn. 19).

[29] Cumhuriyet dar anlamda saltanatın zıttıdır. Bkz. Dilaver Nişancı, Selda Güner Nişancı, Cumhuriyet Demokrası İkilemi: Özdeş Kavramlar Mı, Farklı Kavramlar Mı Sorusuna Hukuk Penceresinden Cevap Arayışı, in: Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (KÜSBD), Temmuz 2022 Cilt: 12, Sayı: 2 436 vd.

[30] Kucuradi, (dn. 5).

Engin Turhan kimdir?

Ceza hukukçusu, İstanbul Barosuna kayıtlı avukat Engin Turhan 2010 yılında Özel Alman Lisesi, 2014 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu.

Aynı yerde Kamu Hukuku Yüksek Lisans programını “Türk ve Alman Ceza Hukukunda Çocukların Cinsel İstismarı Suçu” teziyle tamamladı.

Aynı isimde bir kitabı, ulusal ve uluslararası dergilerde yayımlanmış çeşitli makaleleri bulunmaktadır. Hâlihazırda Halle Üniversitesinde (Almanya), ceza hukuku teorisine ilişkin doktora çalışmalarını DAAD bursiyeri olarak sürdürmektedir.

2020 yılından beri T24 Haftalık'ta gündeme ilişkin hukuki inceleme yazıları kaleme almaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Laiklik, kolektif cinsel istismar ve çocuğun üstün yararı

Ülkenin bu tür olayların yaşan(a)mayacağı bir yer haline gelmesi ve istismar alanlarının kapatılması laik hukuk devletinin asli görevi, bu görevi yerine getirecek siyasetin oluşması ise tüm toplumun sorumluluğudur

Yasasız haberleşme yasakları

Mahkemelerin veya hâkimliklerin yayın yasağı kararı vermesine dayanak olacak hiçbir düzenleme bulunmamaktadır. Dayanak sayılan genel nitelikli düzenleme Basın Kanunu'nda bulunmaktadır ve ironiktir ki başlığı "Basın Özgürlüğü"dür

"Dezenformasyon Suçu": Hukuken uygulanamaz fakat istismar edilebilir

Her şeyi cezalandırabilir değil, hiçbir şeyi cezalandıramaz bir suç tipi ile karşı karşıyayız. Ne var ki cezaya karar veren normlar değil normu uygulayanlardır. Toplumdaki endişenin sebebi de aslında yasanın kendisi değil hukuksuzluk iklimidir