Beklenen oldu aslında.
47 yıllık silahlı bir örgütün silahları bırakması ve “PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdığını” açıklaması ne anlama geliyor? Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta Taksim’de İmralı heyetinin açıkladığı 'Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı' ile PKK açıklaması arasındaki paralellik var mı, kimi nüanslardan söz edebilir miyiz?
Öcalan 27 Şubat’taki çağrısında şu tespiti yapmıştı:
“1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır.”
PKK açıklamasında da “tekrar” vurgusu yapıldı: “Savaşın karşılıklı olarak tırmandırılmasının yarattığı tekrar aşılamadı.”
Öcalan, 'Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nda Kürt-Türk ilişkilerinin 1000 yıllık tarihi için “gönüllülük yönü ağır basan, ittifak” demişti. Bu ittifakın son 200 yılda parçalanmaya çalışıldığını söylemişti. PKK de “1000 yıllık tarihi Kürt-Türk ilişki diyalektiği ve 52 yıllık Önderlik mücadelesi Kürt sorununun ancak Ortak Vatan ve Eşit Yurttaşlık temelinde çözülmesinin kazandıracağını göstermiştir” dedi. Bu paralellikler de gösteriyor ki, PKK, Öcalan’ın çizdiği yeni ‘dönüşüme’ hazır.
Bu dönüşümün adı Cumhuriyet'in demokratikleştirilmesi… Tarihsel referans olarak Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’na vurgu var. Türkiye’nin kurucu antlaşması Lozan vurgusuna dair Öcalan’ın yaklaşımı şöyle:
“Kürtlerle Türklerin 1920’lerde yaptığı ittifakı, bugün demokratik temelde yeniden gerçekleştirmeye ihtiyaç vardır. Şimdi yaşadığımız Sevr tehlikesi deniyor ya ben de diyorum ki, Sevr tehlikesine karşı Lozan’ı güncelleyelim. Lozan’ın güncellenmesinde hem Kürtler hem de Türkler kazanacaktır. Lozan’ın güncellenmesi demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, demokratik vatandır.”
PKK de “Ortak Vatan ve Eşit Yurttaşlık” vurgusu yaptı. 1924 Anayasası’nın ‘tekçi’ olduğu eleştirisi hep yapılıyordu Kürt siyasetinde. Süreç planlandığı gibi giderse, Sırrı Süreyya Önder’in Öcalan’ın çağrısındaki notta belirttiği gibi “pratikte silahların bırakılması ve PKK'nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir" tespitine yönelik somut adımlar atılırsa sürecin bir yerinde yeni anayasa da gündeme gelecektir.
Açıklamanın en kritik kısmı da sürecin bundan sonra nasıl yürümesi gerektiğine ilişkin emareler taşıyor, buna niyet de diyebiliriz ya da olabileceklerin işareti de…
“Söz konusu kararların uygulanması Önder APO’nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir.” PKK, burada ‘komplikasyonlara’ karşı Öcalan-örgüt ilişkisinin sağlanması gerektiğini söylüyor.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin üzerinde titizlikle durduğu, sürecin zehirlenmemesi ya da provokasyonlara karşı korunması için “acilen toplanmalı” dediği PKK kongresi yapıldı ve örgüt kendi varlığına son verdi. Karşılıklı savaşan devlet ve örgütün ortaklaştığı yer “Kürt-Türk İttifakı” olsa da dil ve yaklaşım farkının olduğu da açık.
PKK, Deniz Gezmiş’in idam sehpasındaki “Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği ve Tam Bağımsız Türkiye” sözlerine sahip çıkarken, süreçte en çok yazan, sürece yön tayin etmeye çalışan isimlerden Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un “Yaşasın Tam Bağımsız ve Milli Birliği Tescilenmiş Büyük Türkiye” yaklaşımı arasında hem ortak yan hem de fark var. Öyle görünüyor ki söz konusu fark, bundan sonraki sürecin temel ayrışması olacak ve demokratik mücadelenin de içeriğini oluşturacak.
Tabii bundan sonra silahların nasıl nerede bırakılacağı, PKK yöneticilerinin siyasete nasıl devam edeceği vs meseleleri var. 47 yıllık bir örgütün buharlaşmayacağı ortada.
Anlaşılıyor ki PKK-Türkiye savaşı tarihe gömülüyor. Ama Orta Doğu’daki duruma göre örgütün kendini yeniden şekillendireceği bir durum söz konusu olabilir.