01 Mayıs 2025
Cem Yiğit Üzümoğlu (Fotoğraflar: Can Öztürk)
19 Mart sürecinde en çok konuştuğumuz konulardan biri de sanatçıların sessizliğiydi. Cem Yiğit Üzümoğlu, bu sessizliği kıran, halkın kendini yalnız bırakılmıs hissettiği günlerde sesiyle, sözüyle güç veren isimlerden ilkiydi. Gözaltına alınıp serbest bırakıldıktan sonra paylaştığı “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” cümlesi verdiği umut ve cesaret hissiyle onu bambaşka bir lige taşıdı, bu döneme kadar belki de yeterince tanımadığımız oyuncudan, neredeyse bir halk kahramanı yarattı.
Üzümoğlu aslında uzun yıllardır, hem de en üst seviyede oyunculuk yapıyor. Bu sezon da kariyerinin en “önde” zamanlarından biriydi onun için. Şakir Paşa Ailesi dizisiyle ana akım bir dizinin başrolünde, Yeni Şafak Solarken filmiyle prestijli festivallerde, Yunanistan’da sahnelenen Köpekler oyunuyla uluslararası bir kariyerin orta yerindeydi. Kimilerine göre riske atacağı çok şey varken, o susmamayı ve adalet mücadelesinde var olmayı seçti. Halkın yükünü hafifletti.
Konuşunca anlıyorsunuz ki böyle olmak varoluşundan geliyor. Sormak, sorgulamak, hak aramak, sorumluluk almak, onun yapmazsam yaşayamamaları. Oyuncular Sendikası’nda yönetim kurulu üyesi olarak çalışması, TİP’e üye olması da bu puzzle’ın diğer parçaları. Yaptığı işin tarihi, politik bağlamı üstüne kafa yoran; yurttaş olma bilincini ciddiye alan, zor sorular sormaya korkmayan, kolay cevaplarla da kendini avutmayan birisi.
Cem’le epey uzun konuştuk. Onu ses çıkarmaya iten sebeplerden, gözaltı ve sonrasında yaşadıklarından, gördüğü destek ve ilgiden, sessiz kalan sanatçılara nasıl bir tepki verilmesi gerektiğinden, gelecek planlarından ve elindeki bu yeni gücü nasıl kullanmayı düşündüğünden… Şakir Paşa Ailesi setinde kaybettikleri çalışma arkadaşları hakkında yaptığı açıklamaları da bu röportajda okuyabilirsiniz. Ama bu sohbetten aklınızda bir cümle kalacaksa o da şu olsun isterim: “Sabırlı olun. Barışçıl olun. Kimsenin kalbini kırmadan ilerleyin. Bu bir hayat mücadelesi. En önemlisi de umudu kaybetmemek. Umut, varlık sebebimiz olmalı. Umut etmeyi asla bırakmamalıyız. Asla, asla…Çünkü biz vazgeçtiğimiz zaman, burada bizim için mücadele edecek kimse kalmayacak…”
- Aslında normal şartlarda şu anda Atina’da yeni oyununun galasında olacaktın. Yurt dışı çıkış yasağın olduğu için gidemedin. İki kere itiraz etmene rağmen yasağın kaldırılmadı. Ne hissettiriyor gidememek?
Epey üzgün hissediyorum. Çünkü çok güzel bir oyun olmuştu. İsmi Dogs/Köpekler. Atina Tiyatro Festivali'nde oynamıştık ve seyirci tarafından verilen En İyi Oyun ödülünü aldı. Aynı ekiple yaptığımız bir önceki oyun Republic of Baklava/Baklava Cumhuriyeti de aynı festivalde En İyi Oyun Ödülü’nü aldı ve Avrupa’da 3-4 yıldır oynadığımız bir oyun haline geldi. Türkiye'ye de getirdik. Beraber yaratmaktan acayip keyif aldığım bir ekip. Çok yakın arkadaşlarım, en yakın arkadaşlarım hatta. Onları görememek ve onlarla birlikte bir şeyler yapamamak açıkçası çok üzüyor beni.
- Nasıl devam ediyor oyun şu anda?
Oyunun dramaturgu ve yazarı oynuyor benim rolümü. O anlamda gözüm arkada kalmadı. Benden ötürü oyun oynanmayacak olsaydı daha da kötü hissederdim. Hiç değilse devam ediyor, ondan dolayı biraz gönlüm ferah.
- Çoğumuz senin Yunanistan’da bir oyunculuk kariyerin olduğunu bilmiyorduk. Seni de bu sürece kadar yeterince tanımıyorduk belki. Yunanistan hikâyesi nasıl başladı?
Konservatuarda okurken gittiğim atölyelerin birinde Yunan bir yönetmen ile (Alexandra Kazazou) tanışmıştım. Çok iyi anlaştık ve beni tek kişilik bir oyun oynamam için Polonya'da bir festivale davet etti. Polonya'daki politik karmaşalar yüzünden o oyunu yapamadık. Ama bir sonraki sene İstanbul'da bir oyun yaptık. Aradan 5 yıl geçti, Republic of Baklava’nın yönetmeni Türk bir aktöre ihtiyacı olduğunu söyleyip “Hem İngilizcesi hem aktörlük becerisi olan biri var mı?” diye sormuş, Alexandra da beni önermiş.
- Nasıl Yunanca oynayan bir noktaya gelebildin?
Yunanca epey zor bir dil. “O konuda çok iyiyim” diyemem. Melodisini ezberleyip oynayabiliyorum. Oyun yarı İngilizce yarı Yunanca. Bir de 4-5 yıldır orada oynadığım ve sosyalleştiğim için kulağım dile aşina. Ama mesela bana “Türkiye’deki durumu Yunanca anlat” desen anlatamam. Derdimi anlatacak, aç kalmayacak kadar biliyorum dili. Dile aşırı yatkınlığı olan bir insan değilim. Çok çalışmam gerekiyor öğrenmem için.
Benim dünyayı görme biçimim beni hep politikaya çıkartıyor, beni politik ve varoluşsal meselelere götürüyor. Güdüsel bir şey. O yüzden ne yaparsam yapayım, bir söz söyleme ihtiyacım oluyor |
Bu hep düşündüğüm bir meseleydi. “Sanat sanat için midir, toplum için midir?” sorusundan başlayan bir konu. Bertolt Brecht okuyorsun, diyorsun ki “Politik bir tiyatro mu yapmalıyız, yoksa tiyatro hiç politik olmamalı mı?” Benim dünyayı görme biçimim beni hep politikaya çıkartıyor, beni politik ve varoluşsal meselelere götürüyor. Güdüsel bir şey. O yüzden ne yaparsam yapayım, bir söz söyleme ihtiyacım oluyor. Bu tarihsel bir mesele, politik bir mesele ya da cinsiyet üzerine bir mesele üstüne olabilir. Benim için ses çıkartmamak mümkün değil. Değil bir sanatçı olarak, bir vatandaş olarak ses çıkartmamam mümkün değil. Sanatçı tanımı Türkiye'de çok genel geçer. Türkiye'de sanat başlıbaşına tartışılması gereken bir mesele, “sanatçı kimdir?” tartışılması gereken bir mesele. Şu anki önceliğimiz o değil biliyorum ama…Eğer birilerine “sanatçı” diyorsak o zaman onlar da bir zahmet açsınlar ağızlarını demiyor değilim. Ama kimseden bir şey beklemeyi de kendime hak olarak görmüyorum. Tabii ki kızdığım epey insan var. Ama tutup da birine “neden bunu yapmıyor?” demem. Eğer bir problem varsa, o problemin olduğunu da görüyorsam, zaten o problemi çözmesi gereken kişi benimdir. Ortada kirli bir tabak varsa “ortada kirli bir tabak var, neden kimse bunu kaldırmıyor?” demek yerine, kalk ve kaldır ve temizle ortalığı. Benim hayat görüşüm bu. Şimdi bu en mikro düzeyde bile böyleyken makroda da zaten benzer bir bir reaksiyon olmalı gibi geliyor bana ve ben de reaksiyon gösteriyorum. Bu kadar basit.
- Hiç kimse sadece sanatçı olduğu için bir konuda konuşmaz. Zaten varoluşunda bu konuları dert ediyor olacaksın ki konuşacaksın. Seni ses çıkarmaya iten sebepler, rahatsız eden adaletsizlikler neydi?
O kadar çok şey var ki. Kadın cinayetleri, çocuk ölümleri, ekonomik sıkıntı, öğretmenlerin işsiz kalması, doktorların sınırsızca çalıştırılması, sanat yapmak isteyen insanların alan ve maddi imkan bulamaması…Kime dokunsan bir dert var. Yaşlısından çocuğuna, kedisinden köpeğine bu memlekette yaşayan herkesin o kadar çok derdi var ki. Daha yeni deprem yaşandı, nereye dokunsam bir ah işitiyorsun. Her alanda böyle büyük problemler varken ve bu sorunlar iyileşmek öte dursun sürekli kötüleşirken bir şey söylemek gerekiyor. Ben her zaman söyleyen birisiydim ama sosyal medyayı aktif kullanan birisi değildim. Bütün bu sebepler zaten beni itti. Adaletin bu kadar bir kişinin isteğine göre kullanılması zaten kabul edilebilir bir durum değil. Mesele devlet sistemi ise, mesele devlet otoriterlerinin arasındaki o düzensizlik ise buna benzer şeyleri hayatım boyunca devlet memurlarında da gördüm, askerinden polisine. Örneğin gözaltı sürecinde polisler de bizim gibi hiçbir şey yemediler. Yani sen açsan o da aç…Benim meselem sadece ben değilim. Benim meselem aynı zamanda o. Bir polis kötü muamele yapıyor diye ben polisi niye hakir göreyim? Bir doktor kötü muamele yapıyor diye ben niye başka bir doktoru kötü göreyim? İnsan hakkı ve onuru diye bir şey var. Bu meseleler bana öylesine çarpıyor ki ağzımı açmamak mümkün değil. O yüzden açıyorum. Bir de zaten muhalif bir yapım var. Çocukluğumdan beri muhalifim.
- Böyle yaşamayı, hayata böyle bakmayı nerden öğrendin? Ailenden mi, okullardan mı, kitaplardan mı, nerden?
Hepsi herhalde. Ama ailemin çok büyük etkisi var bu konuda. “Kendin gör, kendin oku, kendin yorumla” diyen bir ailede büyüdüm. Öğretmen çocuğuyum ben. Annem de babam da İngilizce öğretmeni. Çocukken eski kimliklerimizde “dini İslam” yazıyordu. “Benim dinim neden İslam?” diye çocukça bir soru sorup, Kur'an ı Kerim’i okumuştum. İlk okuduğum şey olabilir hayatta. İlk hatırladığım sorgulamam budur. Annem “Şurada su var, sakın basma” diyorsa, bir şekilde annemden kurtulup oraya basardım. Birisi “Bir şey yapma” diyorsa onu yapmam gerekiyor diye düşünürdüm. E şimdi hele bir de hak, hukuk, kanun falan bildikten sonra, birisi bana “yanlış” dedi diye onu kabul edecek halim yok.
- Annen, baban, ailen ne diyor bu sürece? Gurur duyuyorlar mı seninle?
Ailem yüzde 100 arkamda, yüzde 100 destekliyorlar. Gurur duyuyorlar tabii ki ama naif ve nazik bir gurur duyma bu. “Doğru olanı yapıyorsun. Seninle ilgili bir şüphemiz yok” diyorlar, o kadar.
- Bir yandan da endişeleniyorlardır.
“Dikkat et ne olur” diyorlar tabii. Aslında amaç da bu değil mi? Amaç ailene “Aman oğlum dikkat et” dedirtmek değil mi? Korku sana sirayet etmiyorsa senin çevrene ediyor. Annemle bir kahve içip bunu konuştuk. Annem “Evet anladım, istedikleri bu” dedi. Hepimiz böyle aşırı bir bilinçlenme yaşıyoruz. Politize olmamak mümkün değil. Norveç'te yaşasaydık, sanat yapalım, sanatı sanat için yapalım. Ama Türkiye’de politize olmamak mümkün değil.
Polislerin geldiklerini anladığımda “Muhtemelen mahkemeye çıkartırlar beni. O zaman şık giyineyim” dedim. Bir şekilde aklımda Atatürk'ün şıklığı vardı. O müthiş bir duruş gibi geliyor bana. Her yerde şık ve nizamlı olma hali. O anlamda çok iyi örnek almışım Atatürk'ü. Takım elbisemi giyip gitmedim ama o anda “Beyaz bir gömlek giyeyim” dedim |
- Bekliyor muydun göz altına alınmayı? Bir tweet vardı gördün mü: “Çok şık giyinmiş, ne yaptı evde mum ışığında gelmelerini mi bekledi” diye.
Bekliyordum. Öncesinde çok sevdiğim bir tiyatrocu abimle birlikteydim. Hedefler onu gösteriyordu. “Abi merak etme senden önce bana gelirler” dedim. Bir sonraki akşama zaten kapı çaldı. Polisler geldiğinde ilk söylediğim şey “Ben de sizi bekliyordum” oldu. Tabii ki evde kıyafetlerimle hazır beklemiyordum (gülüyor). Ama geldiklerini anladığımda “Muhtemelen mahkemeye çıkartırlar beni. O zaman şık giyineyim” dedim. Bir şekilde aklımda Atatürk'ün şıklığı vardı. O müthiş bir duruş gibi geliyor bana. Her yerde şık ve nizamlı olma hali. O anlamda çok iyi örnek almışım Atatürk'ü. Takım elbisemi giyip gitmedim ama o anda “Beyaz bir gömlek giyeyim” dedim.
- Sen Oyuncular Sendikası Yönetim Kurulu’ndasın, TİP üyesisin. Biz genelde örgütlü yapıların içinde olmaktan çekinen bir halkız. Sen nasıl karar verdin buralarda var olmaya?
TİP üyesi olmam bir iki seçim öncesine dayanıyor. Söyledikleri, meclisteki varlıkları ve sayıca bu kadar az olup bunca sesi çıkarabilmeleri hoşuma gidiyordu. İdeolojik görüş olarak aynı ve farklı olduğumuz epey yön var, o başka bir şey. Ama daha eşitlikçi, daha demokratik olduğunu düşündüğüm bir parti ve bu anlamda ben milletsem, milletin vekili kimlerse benim de vekilim onlar olmalı. Çünkü en doğru olduğunu düşündüğüm insanlar onlar. Erkan Baş'ın 23 Nisan’da mecliste yaptığı konuşmayı dinledin mi? Benim vekilim o olabilir. Ama dediğim gibi ben muhalif birisiyim. Yarın Erkan'la da kavga ederim. Ama eğer bir partiye üye olmam gerekiyorsa bunun TİP olması gerektiğini düşündüm.
- Örgütlülük senin için ne ifade ediyor?
Örgütlü olmaktan başka bir yol yokmuş gibi geliyor bana. Hakikaten başka bir yol yokmuş gibi geliyor. Örneğin Oyuncular Sendikası’nı çok önemli görüyorum. İş hukukuna dair bilgi sahibi olunca gördüm ki sektörün yapmak istediği şey bizi birbirimizden ayrıştırıp, sözleşme serbestisi gereği hepimizi böyle ayrı ayrı muhtelif kulvarlara yerleştirmek.
Benim sendika içerisinde yaptığım çalışmaların tamamı işçilik haklarımızı geri alabilmek adına. Hukuken bizim işçi olduğumuzun hem devlet hem de işverenler tarafından kabul edilmesi için çalışıyorum |
- Ve işçi olduğunuzu unutturmak.
Aynen öyle. Sektörün amacı bizi işçilikten çıkartmak. İşte tam da bu noktada problem başlıyor. Benim sendika içerisinde yaptığım çalışmaların tamamı işçilik haklarımızı geri alabilmek adına. Hukuken bizim işçi olduğumuzun hem devlet hem de işverenler tarafından kabul edilmesi için çalışıyorum. Ve bu konuda bilinçlendirmek için. Ben set alanı sorumlusuyum. Set çalışma ilkeleri yazdık. Hukukçularla görüştük. Kostüm giyme prosedüründen tut, deneme çekimine, sette karşılaşılabilecek problemlere kadar kapsayan bir metin yazdık. 8 yıl oldu sendikaya üye olalı. Profesyonel olarak mesleğimi yapmaya başladıktan kısa bir süre sonra sendikaya girdim. Geçen dönem yedek yönetim kurulu üyesiydim. Bu sene de yönetim kurulu üyesi yaptılar beni.
- Bu süreçten sonra üyeliklerde artış oldu mu?
Oldu. Daha da olacak. Herkes daha da bilinçlenecek. Ve umuyorum ki zaten hali hazırda kanunda hak ettiğimiz haklarımızı alacağız.
- Serbest kaldıktan sonra TİP’li öğrencilerin düzenlediği “sanatçıların sessizliği” etkinliğine katıldın. Temas kurduğun gençlerden ne öğrendin? Sizden beklentileri, istekleri nedir?
Gençler genel olarak sanatçıların daha aktif, daha vokal olmasını istiyor. Katılımlarının daha yüksek olmasını istiyor. “Katılmıyorlarsa da o zaman onlara yapacağımız boykot karşısında da korkmasınlar” diyorlar. Ben yanlış görmüyorum dürüst olmak gerekirse.
Seyirci beni güzel bulmuyor olabilir. “O çocuk çirkin ben onu seyretmeyi sevmiyorum” diyebilir. Başım gözüm üstüne. E o zaman, “Bu kişinin hayattaki duruşu benim hoşuma gitmiyor ve ben bu kişiyi seyretmekten hoşlanmıyorum” demesinde ne gibi bir problem var? |
- Söz söylemeyen sanatçıların işlerinin takip edilmemesi, boykot edilmesi sence doğru bir tepki mi?
Tabii ki doğru ve şu yönden de doğru: Burada bir üretici, bir tüketici ve bir tüketim malzemesi var. Sanatçı ve seyirci arasında bir ekonomik ilişki var. Sen bir şey satıyorsun ve ben de onu alıyorum ya da almıyorum. Almamamın sebebi daha kalitelisini bulmam olabilir. Almamın sebebi belki sen ucuz olduğun için olabilir. Almamamın sebebi politik bir mesele de olabilir. Örneğin seyirci beni güzel bulmuyor olabilir. “O çocuk çirkin ben onu seyretmeyi sevmiyorum” diyebilir. Başım gözüm üstüne. E o zaman, “Bu kişinin hayattaki duruşu benim hoşuma gitmiyor ve ben bu kişiyi seyretmekten hoşlanmıyorum” demesinde ne gibi bir problem var? Bir tüketici bakış açısıyla o kişiyi seyretmemenin doğru olduğunu düşünüyorum. Bu benim tercihim.
Ama bir kişiyi boykot etmek ne kadar doğru bilmiyorum. Amiyane tabirle “ya herro ya merro” gibi bir hal var bizde. “Ya tam destek ya kafası kesilsin” gibi bir tepki oluşuyor. Bunu da doğru bulmuyorum. Bir insanı boykot etmek o kişiyi odağa koymak demek. İnsanların bıçak altına yatırılmalarını doğru bulmuyorum. Çünkü bu tek bir kişi meselesi değil. Tabii ki katılımın artması gerekiyor. Ama mesele bir lider yaratmak ya da bir kukla yapmak olmamalı.
- Serbest bırakıldıktan sonra gördüğün sevgi inanılmazdı. Özellikle gençler seni bir halk kahramanı gibi görüyor artık. “Yeni nesil Tarık Akan”, “Padişahi oynamıştı şimdi kral oldu…” Ne düşünüyorsun bu yorumlarla ilgili, hoşuna gitti mi yoksa “ben böyle bir sorumluluk alamam” noktasında mısın?
Yorumların bir kısmını gördüm. Dürüst olmak gerekirse söylediğim ve yaptığım şeyin arkasında pek çok insanın duruyor olması bana çok mutlu hissettirdi. “Evet değil mi? Ben yanlış değilim değil mi?” dedim. Bu bile başlı başına çok güzel bir şey bence. Bu kadar politize olmuşken, böyle bir ülkede yaşıyor ve bu kadar büyük problemleri görüyorken buna dair söz söylememek benim için mümkünatı olan bir şey değil. İçeri girsem de girmesem de, ben konuşmaya devam edeceğim, etmezsem zaten ben, ben olamam. Tutup da bir liderlik vasfıyla bir şey yapma iddiasında değilim ama bu benim varoluşum, benliğim. Ben bir şey söylemek zorundayım. Söylemezsem ölürüm. Belki ilk söylediğim zaman 90 bin kişi takip ediyordu, Şimdi 600 bin kişi takip ediyor ve ben yine bunu söylemeye devam ediyorum. “Bir şey olmak” için değil. Ama söylemeye tabii ki devam edeceğim.
- Tarık Akan karşılaştırmaları hakkında ne düşünüyorsun?
Tarık Akan çok büyük bir isim. Ben onun yakınında bile değilim. Benim ismimin Tarık Akan'ın yanına yerleştirilmesi benim için sadece bir onur olabilir. Ama ben onun yanına yaklaşamam. Nedenini de söyleyeyim. Tarık Akan barikat yıktığında tutuklanmamış olabilir ama ben bugün bir tweet attığım için tutuklanabilirim. Şartlar eşit değil. Aynı riskle, aynı mertlikle mücadele etmiyoruz ne yazık ki. Bugün karşımda bir barikat olsa yıkarım. Ama onu yapsam yaka paça dayak içerisinde direkt cezaevine konulurum. Bugün bir barikatı yıkabilecek tek kişi bir milletvekili, o da dokunulmazlığı olduğu için.
- Fiziksel şeylerden korkuyor musun? “Yaka paça alınmak” dedin mesela…
O kadar düşünmediğim için herhalde, korkmadım. Belki de bir cengaverliktir o. Yani “bir şey olmaz bana” dediğim için. Ama bazı bilmediğim ihtimaller var. Adaletin böyle istenildiği gibi kullanılabildiği bir ortamda haliyle insan o bilinmezlikten korkuyor. Bir de fiziksel olarak bir şeyden korktuğumu söyleyebilirim. Gözaltına alınmaktan korkmadım ama saat gece bir buçukta bir anda zil sesiyle uyanıp kapı deliğinden polisin kimliğini görünce korktum. Dedim “Ne oluyor ya?” O şafak operasyonlarının psikolojik bir sebebi olduğunu sonradan okudum. Seni en savunmasız anında, en güvende hissettiğin anda gelip alıyorlar. Fizyolojik bir korkuyu tetiklemek için yapılıyor bu.
Çıktığım gibi tweet attım çünkü tarih bizi böyle yazmasın istedim. Tarih bizim korktuğumuzu, çekindiğimizi yazmasın. Ortada bir hukuk varsa ve hepimiz o hukuk altında yaşıyorsak, bu hukuku hayatımız pahasına savunmamız gerektiğini söylemek için yazdım onu |
- O korkuya rağmen çıktıktan hemen sonra bir açıklama yaptın. “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” diye bir tweet attın.
Bilerek yaptım onları. Çıktığım gibi tweet attım çünkü tarih bizi böyle yazmasın istedim. Tarih bizim korktuğumuzu, çekindiğimizi yazmasın. Ortada bir hukuk varsa ve hepimiz o hukuk altında yaşıyorsak, bu hukuku hayatımız pahasına savunmamız gerektiğini söylemek için yazdım onu. Amacım asla bir lider olmak, bir isim olmak değil. Ama insanlara korku salmasınlar istedim. Benim gözaltına alınma haberimi duyup da “Sonrasında sessiz kaldı” demesinler diye. Aileme, bütün çevreme ve avukatlara şunu söyledim: “Ben bir şey paylaşacağım haberiniz olsun. Ve emin olun yanlış bir şey paylaşmayacağım.” Çünkü sadece seni değil, aynı zamanda en yakın çevreni de korkutmak istiyorlar. Oraya girmek istiyorlar. Bir şekilde baskılamanın çehrelerini yaratmak istiyorlar. Sanatçıya duyulan korku antik çağdan beri var. Ortaçağda yakılan, idam edilen oyuncular var. Çünkü etkilerinin ne kadar kuvvetli olabileceğini biliyorlar. Ben de onun bir örneği oldum. Ama benden bir örnek yaratmak istiyorlarsa, hayır, tarih bunu yazmasın istedim. Korkmuyoruz, korkmuyoruz.. Evet korkuyoruz bir yandan. Fizyolojik olarak korkuyoruz. Gece bir buçukta çırılçıplak yataktan uyandırıldığım için korkuyorum. Ama korkmuyorum ulan!
- “Yazma” diyenler oldu mu?
Gözaltına alındıktan bir hafta sonra bir avukatımla konuştum. Çok yakın, çok sevdiğim bir abimle. Tam ailemin o korku çemberine girdiği ve “biraz sakin dursan” dediği yerde dedim ki, “Abi ne olacak, eğer susamıyorsam o zaman ne yapacağım?” “Bir daha gözaltına alabilirler. Sonra salarlarsa bir daha gözaltına alabilirler, Bir yerde tutuklayabilirler. Düzen bu. Haberin olsun” dedi. Çok iyi bir ceza avukatı ve ailemin bir parçasıdır. Ben de “tamam” dedim. Bunu göze alarak devam ediyorum şu anda.
- Kimlerden destek gördün? Çıktığında kimler vardı?
Ailem vardı en başta. TİP, Oyuncular Sendikası, gazeteciler, arkadaşlarım, oyuncular vardı. Çok fazla insan vardı. Çıkabilmemim ardındaki sebeplerden birinin de o destek olduğunu düşünüyorum. Kendi sektörümden çok destek gördüm. Orada bulunamayıp bana yazan, çalıştığı için gelemeyen çok insan vardı. Görünen veya görünmeyen o kadar insan vardı ki orada, bu anlamda duruşum tasdiklenmiş oldu. Yanlış bir şey yapmadım ben, kötü bir şey yapmadım.
- Göz altına alındığında kariyer olarak da iyi bir noktadaydın. Ana akım bir dizide oynuyordun. İşten çıkarılırım diye endişe ettin mi?
Hiç endişe etmedim, hiç düşünmedim. Yapımın, kanalın, çalıştığım insanların beni bu anlamda hiç yalnız bırakmayacağını düşünüyordum, öyle de oldu.
- Şakir Paşa Ailesi için final kararı alındığı haberleri çıktı. Çok büyük umutlarla başlayan ama çok büyük şanssızlıklar yaşayan bir dizi oldu. Nasıl bir tecrübe kaldı sende bu işten geriye?
Müthiş insanlarla müthiş bir hikâye anlatıyorduk. Oyuncular, yazar, yönetmen, yapım; her anlamda hem işinin ehli, hem iyi insanlarla birlikteydik. Pek çok şanssızlığa ve ne yazık ki ahlaki bilince takıldı. Halbuki gerçek bir hikâyeydi. Ve bence -hani boş verelim aile içindeki ahlaki meseleleri-, örnek olabilecek bir işti. Bir imparatorluğun bitip bir cumhuriyetin doğduğu coğrafyada bu kadar önemli kadın sanatçıların çıktığı bir ailenin hikâyesini anlatıyorduk. Hande Altaylı müthiş bir yazar. Ne yazık ki böyle sonuçlandı. Yangınlar atlatılır. Ama bir arkadaşımızın hayatını kaybetmesi hepimiz için artık son nokta oldu ve bitirme kararı verildi.
Cem Yiğit Üzümoğlu, Şakir Paşa Ailesi dizisiyle ilgili yaptığı final kararı açıklamasına yönelik sözlerine daha sonra ekleme yaparak şunları söyledi: Ben net bir şekilde ifade edememişim. Şakir Paşa Ailesi için alınan karar sezon finali kararıydı. Yapım tarafından aktarılan bilgi; sezonu erken tamamlamak, sonrasında da zaman atlamasıyla birlikte yeni oyuncuların katılımıyla ikinci sezona devam etme istediğiydi. Kısa süreli de olsa yanlış anlaşılmaya sebebiyet verdiğimden konuya açıklık getirmek istedim. |
- Çekimler sırasında çıkan yangında yapım amiri Serkan Sükyan öldü. Üstelik bu çıkan ikinci yangındı. Setlerde yaşanılan güvenlik açıkları da sendikanın konusu. Sen yönetim kurulu üyesi olarak sette bir hak ihlali olduğunda nasıl hareket ediyorsun?
Ben hiç çekincesiz sendikacı olarak konuşuyorum. Orada çalışan bir oyuncu olarak değil, direkt sendikacı olarak orada oluyorum. Şakir Paşa’da da ilk yangında iş ve işçi sağlığına dair taleplerimizi sundum. Yapılması gerekenleri takip etmeye ve yapıldığından emin olmaya çalıştım. Nitekim bu şeyler de yapıldı ama herkesin elinin kolunun bağlandığı bir yer var ve kimsenin istemeyeceği şey yaşanmış oldu. Buna dair ne söylenebilir bilmiyorum. Kimse ne arkadaşının ölmesini ister, ne çalışanının ölmesini ister. Kimse art niyetli, kötü insan değil. Herkes iyi, mesleğine ve insan onuruna saygılı, insan sağlığına saygılı, çalışan insanlar. Orada benden daha çok tanıyan insanlar, beraber on yıldır çalışan insanlar arkadaşlarını kaybettiler. Benden önce onlar istemezdi ama yaşandı.
İktidara dair bir şey söylemekten imtina etmeyen bir insan olarak, kendi çalışma alanımda hiçbir şey söylemeyeceğimi düşünen insanlara zaten söyleyecek bir sözüm yok. Tutup da her şeyimi bir sosyal medya fenomeni gibi paylaşmak benim karakterime yakışmaz |
- Senin bu konuda bir açıklama yapmaman da biraz eleştirildi.
Ben hem Oyuncular Sendikası'nın hem de Sinema-Televizyon Sendikası’nın söylediği şeyi paylaştım. Oyuncular Sendikası’nın söylediği her şeyin arkasındayım. İçeride de söylemem gereken her şeyi söyledim. Fakat iktidara dair bir şey söylemekten imtina etmeyen bir insan olarak, kendi çalışma alanımda hiçbir şey söylemeyeceğimi düşünen insanlara zaten söyleyecek bir sözüm yok. Tutup da her şeyimi bir sosyal medya fenomeni gibi paylaşmak benim karakterime yakışmaz. Hele bir arkadaşımın ölümü meselesinde ben sosyal medyayı bir günlük gibi kullanamam. İnsanların benden beklediği ne bilmiyorum ama, benim zaten telefonla ve sosyal medyayla aramda epey bir mesafe var. Yani benden bunu bekliyorlarsa yanlış kişiye bakıyorlar.
- Son filmin Yeni Şafak Solarken İstanbul Film festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü aldı. Ben filmi çok sevdim. Uzun zamandır yerli sinemada bu kadar özgün ve moody bir şey izlememiştim. Sen nesini sevdin filmin?
Ben Gürcan'ı çok sevdim (gülüyor). Yönetmenimiz Gürcan Keltek, her anlamda hakettiği bir ödülü kazandı. Gürcan popülerlikten uzak, eleştirel, çok daha fazla değer görmeyi hak eden biri. Daha öncesinde yaptığı filmler, önemli festivallerde pek çok ödülle taçlandırıldı. Gönül ister ki çok daha fazla insan tarafından tanınsın ve takdir edilsin. Ben Gürcan'ın bakışını çok sevdim. Çünkü onun dünyasında anlamadığım ve asla oturtamadığım pek çok taş var. Gürcan yerine başka birisi yönetmiş olsaydı, kesinlikle böyle bir film olmazdı. Yüz tane yönetmen getirsen doksanı benzer bir şey çekerdi ama Gürcan diğer 99’dan farklı bir şey yaptı.
- Filmde Akın isminde, yıllarını akıl hastanesinde geçirmiş bir karakteri oynuyorsun. Karakter gerçek bir kişiye dayanıyor, ilk başta kendini oynayacakmış ama zaman içinde olamamış, sen tanışabildin mi?
Ben tanışmadım. Sağlık durumundan ötürü oynayamamış kendini. Gürcan aslında bu zamana kadar belgesel yönetmiş biri, bu filme de öyle başlamış. Beyin kimyası pek çok insandan farklı çalışan biriyle bir film yapmaya niyet etmiş ama ne yazık ki o kimyanın belki de dengesinden ötürü mümkün olamamış. O yüzden de bir aktörle çalışma ihtiyacı hasıl olmuş ve bana geldi. Beni Evlat oyununda seyretmiş. Orada ağır depresyonu olan 17 yaşında bir çocuğu oynuyordum.
- Filmi izlerken aslında hiçbirimiz “delilikten” o kadar uzak değiliz diye düşündüm. Hele şu son birkaç ayda yaşadıklarımızdan sonra... Sen delirmeden kalmak için ne yapıyorsun?
Şu anda en büyük meselem delirmemeye çalışmak. Her şeyin sonlanmasını ve bütün bu kaostan uzaklaşıp sakin bir yerde hiçbir şey yapmadan, telefonumu uçak moduna alıp kitap okumayı bekliyorum. Çok haber okuyorum. Hem gazete alıp okuyorum hem telefondan. Bütün bunlardan uzaklaşıp sakin kalmayı istiyorum.
- Peki gelecek planların ne durumda? Yunanistan’daki oyun gibi sekteye uğrayan başka şeyler var mı?
Hiçbir şeyi öngöremiyorum şu anda. Bütün bu meselenin benim mesleki hayatımda epey etkili olacağını düşünüyorum, kötü anlamda. Beş yıl önce olmuş olsaydı bu olay derdim ki “Kariyerim kesin bitti.” Şu anda da bence çok güzel bir gelecek beklemiyor beni ama sorun değil. Çünkü ben zaten sadece dizi yaparak hayatımı geçindiren bir insan değilim. Hayatım tiyatro sahnesinde geçti ve öyle devam etsin istiyorum. Sorun değil, kendi oyunumu yaparım. Ayda 25 oyun oynarım, 40 oyun oynarım, yine yolumu bulurum.
- İnsan bir noktada yaptığı işlerle bir insan olarak geldiği nokta eşleşsin istiyor mu? Sen işlerini seçerken böyle bir süzgeçten geçiriyor musun? Örneğin “Tabii ’de bir dizide oynamam, şöyle bir işte yer almam” gibi prensiplerin var mı?
Tabii’ de tabii ki oynamam. Halkın parasıyla içerik üreten ve bu içeriğin insanlar tarafından seyredilmesi için para isteyen ve kendi fikirlerini açıkça beyan ettikleri için işten çıkarılan oyuncu, senarist ve yönetmenlerin olduğu bir platformda tabii ki oynamam. Yanından geçmem.
- Bir reklamda oynar mısın?
Hayatımda ilk defa Şakir Paşa dolayısıyla bir reklamda yer aldım. Gayet kişisel bir şey söyleyeceğim: 31 yaşındayım. 18 yaşından beri bu sektörün içerisindeyim. Tek mal varlığım 15 yıllık bir motorsiklet ve o da şu an Türkiye'de değil, Atina'da. En son Atina Festivali’nde oynadığım için oraya götürdüm ve üç ay orada kalacağım için orada bıraktım. Ve geri almaya çalıştığımda muhtemelen el koyacaklar motosiklete. Bu zamana kadar böyle bir hayat tercih ettim ama ihtiyaçlar ve hayat değişiyor. Bir ev kurmak istiyorsun, bir evin olsun istiyorsun, yanlış bir şey de değil bunu istemek. Eğer halkın karşısında olan bir markanın reklamını yapmıyorsam oynarım. Ben bu zamana kadar o kadar tutucu bir insandım ki. Ben ilk diziye girdiğim zaman ağladım ya.
- Neden ağladın?
8-10 yıl önce Adı Efsane dizisine girdiğimde oldu. “Ben tiyatrocu olmalıydım. Ben Anadolu'da insanlara tiyatro yapmalıydım. İnsanları mutlu etmeliydim” diye. “Ben çok yanlış bir şey yapıyorum. Ben konservatuar mezunuyum, ben tiyatrocuyum, dizide olmamalıyım” diye düşündüm.
- Nereden geliyor bu kadar didaktik bir düşünce?
Öğretiyorlar. Hocalar konservatuvarda aşılıyor. Bence yanlış. Ben şimdi bütün çocuklara söylüyorum: Hiç öyle kafalara girmeyin. Idles isminde bir İngiliz punk grubunun Mother/Anne diye bir şarkısı var. Orada “Bir Tory’yi (İngiltere’de muhafazakâr parti destekçileri için kullanılan tabir) yıkmanın en iyi yolu okumak ve çok para kazanmaktır” diyor. Ben çok okumalı ve çok para kazanmalı ve çok güçlü olmalıyım ki yarın öbür gün insanları doğru yola ve doğru yöne sevk edebileyim. Öyle bir yerde olmalıyım ve öyle imkanlara sahip olmalıyım ki, hiçbir şeyi dert etmeden mücadele edebileyim.
- Şu anda bir altı ay öncesiyle karşılaştırdığın zaman elinde inanılmaz bir güç var. Bir kere farkında mısın böyle bir gücün olduğunun? Ve bu güçle ne yapmayı düşünüyorsun?
Bence o kadar farkında değilim. Söylediğin şey bana biraz sorumluluk yüklüyor. Ben yapmak istediğim şeyleri yapmak istiyorum. Oyuncular Sendikası'nın bir üyesi olarak, bu meslekte emek harcayan bir insan olarak mesleki haklarımızın elde edilmesini istiyorum. Bir işçi olarak haklarımızı elde etmek istiyorum. Yarın öbür gün annem veya babam öldüğünde sette çalışmak zorunda olmadan onun cenazesine gidebilmek istiyorum. Böyle bir imkansızlık içerisinde yaşamak istemiyorum. İnsan olarak da Anayasa'nın bana verdiği hakları kullanmak istiyorum. Tabii ki bir vatandaş olarak yanlış bir şey yapabilirim. Bilerek ya da bilmeyerek. O zaman cezasını çekerim. “Başım gözüm üstüne” der, çekerim. Ama ben bir adam öldürmedim. Bir insana, bir çocuğa tecavüz etmedim. Kimsenin rızkını yemedim, malına konmadım. Eğer bir yanlış yaptıysam cezasını çekeyim. Örnek olayım ki, bir sonraki insan o hatayı yapmasın. Ama böyle bir durum yoksa ortada?
Daha fazla insanın içeri girmesine ihtiyacımız yok. Bugün bu mücadeleyi sürdürebilecek insana, sese ve mevcudiyete ihtiyacımız var. İnsanları nezaketle değiştirebilecek, onların farkındalığını arttırabilecek insana ihtiyacımız var |
- Senin gözünün içine bakan, senden duyacakları bir sözle umut dolacak, cesaret dolacak bir sürü genç insan var şu anda. Onlara ne söylemek istersin?
Sabırlı olun. Barışçıl olun. Kimsenin kalbini kırmadan ilerleyin. Bu bir hayat mücadelesi. Hele böyle bir coğrafyada. Çünkü yarın gelecek, ama yarın belki istediğimiz gibi olmayacak. Benim izlemek istediğim yol bu: Vurmadan, kırmadan, kimsenin kalbini kırmadan, kimseye zarar vermeden, kimseye hakaret etmeden ve kendi gücümüzü azaltabilecek, kendimizi riske atabilecek bir alan inşa etmeden ilerlemeliyiz. Kendimizi korumalıyız ki bu mücadeleyi sürdürebilelim. Daha fazla insanın içeri girmesine ihtiyacımız yok. Bugün bu mücadeleyi sürdürebilecek insana, sese ve mevcudiyete ihtiyacımız var. İnsanları nezaketle değiştirebilecek, onların farkındalığını arttırabilecek insana ihtiyacımız var. Bunu kalbimizle ve aklımızla yapmamız gerekiyor. En önemlisi de umudu kaybetmemek. Umut, varlık sebebimiz olmalı. Umut etmeyi asla bırakmamalıyız. Asla, asla. Çünkü biz vazgeçtiğimiz zaman burada bizim için mücadele edecek kimse kalmayacak.
Binnaz Saktanber kimdir? Ankara'da doğdu. Tevfik Fikret Lisesi ve başarı bursuyla okuduğu Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. Gazeteciliğe okul yıllarında Sabah Gazetesi ve Turkish Daily News'da çalışarak başladı. Fulbright bursuyla gittiği ABD'de The City University of New York'ta siyaset bilimi üzerine lisansüstü eğitimini tamamladı. New York'ta yaşadığı yıllarda Türkiye'nin ilk bloglarından Loonybinsblog'u kurdu, Radikal İki, Birikim, Bant Mag. gibi yayınlarda yazı ve makaleleriyle yer aldı. Aynı zamanda The Museum of Modern Art, The Metropolitan Museum of Art, Film at Lincoln Center, Carnegie Hall gibi kurumlarla film, görsel sanatlar ve performans sanatları üzerine projeler geliştirdi ve yönetti. 2012'de Türkiye'ye dönüşünden itibaren politika ve kültür-sanat alanındaki yazılarıyla The Guardian, CNN International, Roar Magazine gibi uluslararası yayınlar için yazdı, Witte de With Review'un İstanbul temsilciliğini yaptı. Cumhuriyet ve Hürriyet gazetelerinde popüler kültür, televizyon ve sinema üzerine yazdı. 2021-2024 yılları arasında haftalık yazı ve röportajlarıyla Gazete Oksijen 'de yer aldı. Eylül 2024'te T24 ailesine katıldı. |
Tekno-oligarklar teknolojiye hükmettikleri için dünyayı yönetebileceklerini, hatta bunu hak ettiklerini düşünüyor. Demokrasi mi, gereksiz. Hukuk mu, ayakbağı. Ulusların kendi geleceklerini tayin etme hakkı mı, bomboş. “Amerika’nın en akıllı adamlarıyız. Dünyayı ele geçirecek kaynaklara sahibiz” diyen tekno-brolar gerçekten bu dünyayı yönetebilir mi? The Mountainhead, denediklerinde olacakları gösteriyor
“Film çekmek istiyorsanız iki şey sizde var mı bakın: Merak ve itiraz. Bunlar sizde yoksa ne kendinize ne başkalarına zulmedin” der Önder. Beynelmilel’de merak da vardır, itiraz da. Onları taşıyan bir sinemacıdan mirastır bize; kalpten gelir, kalbe yerleşir
Elisabeth Moss: “Dünyanın her yerinden insanlara biraz cesaret, biraz ateş, biraz da güç verebildiğimiz için gururluyuz” | Yvonne Strahovski: “The Handmaid’s Tale ikonik bir direniş sembolüne dönüştü. Bunu hiçbirimiz tahmin edemezdik”
© Tüm hakları saklıdır.