18 Haziran 2025
9 yaşında gitara, 14 yaşında piyanoya başladı. Bilgi Üniversitesi’nde piyano çalışırken, yan odada prova yapan arkadaşları şefsiz kalınca, tesadüfen şefliği denedi ve çok sevdi. O sıralar Queens Üniversitesi’nde bir atölye çalışmasına katıldı. Yunan besteci George Tsontakis’in modern bir eserini yönetirken, karmaşık ritmleri, sadelikle idare ettiğini ve problemleri kolaylıkla çözdüğünü gören okul yönetimi, onu okula başvurmaya davet etti. Sonraki sene Queens Üniversitesi şeflik bölümüne kabul edilen iki öğrenciden biri oldu.
Amerika’da okumak için burs gerekiyordu. Kendisine iki yıllık burs vereceğini söyleyen kişi onu yarı yolda bırakınca, yaptığı Indiegogo kampanyası sayesinde topladığı 5000 dolarla Amerika’ya gitti. O burstan vazgeçti diye, hayalinden vazgeçecek değildi. İlk yılı kendi imkanları ve bu toplanan para ile okudu. Kampanyayı haberlerde gören okul yetkilileri, ona 200,000 öğrenci arasından, kalan iki dönem için tam zamanlı burs verdi. Karşılığında da okulun yüzü olmasını teklif ettiler. Resimleri billboardlara, Pepsi tırlarının arkasına basıldı. Medyanın dikkatini çekti, New York Times’a bile haber oldu.
Queens Üniversitesi’nde masterını, South Carolina Üniversitesi’nde doktorasını tamamladıktan sonra, 2019 yılında Forbes Türkiye tarafından “30 Yaş Altı, 30 İlham Veren Kişi” arasında seçildi. Şu ana kadar dört farklı kıtada orkestralar yönetti. Tamamı kadınlardan oluşan Bruch Oda Orkestrası (BCO)'nı kurdu ve müzik direktörlüğünü yaptı. 2022 yılında ilk albümünü yayımlayan BCO, iki ay içinde 100 bin dinleyiciye ulaştı.
Klasik müziğin herkes için erişilebilir olması ve müzik dünyasında kadın liderliğinin teşvik edilmesi konularında öncülük yaptı. Hem İngilizce hem Türkçe eğitici içerikler üreterek, kadın görünürlüğü ve liderliği konusunda konuşmalar gerçekleştirdi.
Bu haftaki konuğum Güney Carolina’da yaşayan, Charleston Üniversitesi’nde misafir öğretim üyeliği yapan, dünyanın en genç (34 yaş) kadın orkestra şeflerinden, ortağı Ülkü Rowe ile birlikte Türk Amerikan Orkestrası’nın kurucusu, bestesi Washington’daki Smithsonian müzesi tarafından satın alınan Nisan Ak.
Nisan Ak ile Türk Amerikan Orkestrası’nın kuruluş amaçlarını, 14 Haziran’da New York’da gerçekleştirdikleri Moments of Istanbul konserini, müzik dünyasında cinsiyetçi yaklaşımı ve son dönemde Amerika’da yaşanan göçmen karşıtı tutumu konuştuk.
-Turkish American Orchestra’yı kurma fikri nasıl ortaya çıktı?
Turkish American Orchestra’yı kurma fikri ortağım Ülkü Rowe’dan çıktı. E-mail yoluyla bana ulaştı ve toplantı yapmak istediğini söyledi. Ülkü teknoloji alanında deneyimli bir yönetici. Toplantıda bana Türk müziğini, bir orkestra aracılığıyla Amerikalılar’la buluşturmak istediğini söyledi. “Emin misin?” diye sordum “Eminim,” dedi. Sorumu birkaç kez tekrarladım. Çünkü orkestra kurmak çok zor bir iş. Epey bir özveri, zaman ve bütçe istiyor. Kararlı olduğunu görünce birlikte yola çıktık. O da en az benim kadar çılgın çıktı. Ekim 2024’de ilk konserimizi gerçekleştirdik. Mehmet Ali Sanlıkol ve Esin Aydıngöz gibi Grammy adaylığı olan değerli bestecilerimizin eserlerini çaldık. Geçtiğimiz Cumartesi günü ikinci konserimizi New York’da gerçekleştirdik. Önümüzdeki sezon üç konser vermeyi planlıyoruz.
“Amacımız Amerika’da Türk müziğini ve müzisyenlerini tanıtmak”
-Orkestranın amaçlarını anlatır mısın?
Amerika’da Türkiye’yi, Türk müzisyenlerini ve Türk müziğini temsil etmek ve tanıtmak, Amerika’da yaşayan Türkler’e de kendilerini evlerinde hissettirmek istedik. Orkestra, klasik, pop, caz, film müzikleri ve fasıl dahil olmak üzere çok geniş yelpazede müziği icra ederken, seyircilerin de ailecek, keyifle katılabilecekleri bir ortam yarattık. Tüm bunları yaparken genç müzisyenlerimize fırsatlar sunmak ve onların sesini Amerikan kültür sahnesinde duyurmak da önemli bir misyonumuz oldu.
-Gençlere burs da veriyorsunuz değil mi?
Evet. Manhattan School of Music’de okuyan, çellist Selin Algöz bizim ilk bursiyerimiz oldu. Şu anda 3 bin dolarlık bir burs verebiliyoruz. Yavaş yavaş hem bizim gücümüz arttıkça, hem bize destek olan kişi sayısı arttıkça verdiğimiz burs miktarı da, öğrenci sayısı da artacak. Ben yaklaşık 11 sene önce Amerika’ya cebimde toplam 5 bin dolarla taşınmıştım, biliyorsun. Bir öğrencinin hayatında, bir okul döneminin bir kısmını bile maddi olarak karşılayabilmek önemli bir fark yaratıyor. Bu nedenle, burs uygulamasına başlayabildiğimiz için çok gururluyum.
-Orkestra kimlerden oluşuyor, tamamı Türk mü?
Orkestramızda yaklaşık 50’nin üzerinde müzisyen var. Bu konserde 53 kişiydik; yaylılar, tahta üflemeliler, bakır üflemeliler, perküsyon... Orkestramızın yaklaşık yarısı, yani 23 kişisi Türk. Bunun içine bestecileri ve arka planda çalışanları kattığımız zaman çalışan Türkler’in oranı yüzde 65’lerde.
-New York’ta Türk müziğine nasıl bir ilgi var?
Hem Türkler’den hem Amerikalılar’dan çok büyük bir ilgi var. Latin ve Asyalı dinleyiciler de konser sonrası bize ulaşıp ne kadar etkilendiklerini söylüyor. Müzik aracılığıyla fiziksel sınırları kaldırmak ve Türk kültürünü dünyaya yayabilmek beni çok heyecanlandırıyor.
-“Moments of Istanbul” konserinin adı nereden geliyor?
Adını “Moments-Anlar” koyduk çünkü biz bir sergi küratörü gibi İstanbul anları yaratmak istedik. Hayal edin, 1905’te Topkapı Sarayı’nda bir konser var. Ud var, kanun var, perküsyonlar var. Dışarıda gaz lambaları ve ay ışığı var. Her bir müzik için, yaratıldıkları dönemi yansıtan böyle anlar yarattık ve seyircimizle paylaştık.
-İstanbul’u seslerle anlattığınızı da söyleyebilir miyiz?
Kesinlikle. İstanbul’un karmaşasını, güzelliğini, nostaljisini ve enerjisini müzikle anlattık.
-Sana göre İstanbul tek bir ses olsaydı ne sesi olurdu?
Bence İstanbul’un kendine ait sesleri arasında, tramvay, martı, vapur ve İstanbul kart sesi var ve İstanbul’un bir müziği olsa bu seslerden oluşurdu. Çoğu da toplu taşıma araçlarına aitmiş, bak şimdi fark ettim.
-Seyircinin tepkisi ne oldu?
Her iki konserimiz de biraz ağır bir repertuarla başladı ve hep birlikte şarkılar söyleyerek bitti. Mesela bu konserin sonunda sürpriz parça olarak Lüküs Hayat vardı. Şarkının sözlerini QR kod olarak programın içine saklamıştık. Seyirciler çok şaşırdı ve mutlu oldu. Hep beraber ayağa kalktılar ve şarkıyı bizimle birlikte söylediler. Çok eğlenceli bir sondu.
-Müzik dünyasında seksizme gelmek istiyorum.
Handel’in 1730’larda yaptığı bestenin, yüz yıl önce yazılmış bir analizini okuduğumuzda, orkestra elemanlarından erkek olarak bahsediliyor. Bir kadın olarak orkestraya ait görülmediğinizi okurken de, işi yaparken de hissediyorsunuz . Amerika’da kadınlara ayrımcılık yapmak suç olsa da üstü kapalı yapılabiliyor. Hele Trump hükümeti ile birlikte bazı şeyler ileri gideceğine, geri gitmeye başladı. Beyaz ve erkek müzisyenlerin daha çok ve daha rahat iş bulabileceği bir ortam oluştu yine. Bu konu maalesef çabuk çözülebilecek bir mesele değil. Çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık anlamında uzun süreli yatırım ve kararlılık gerekiyor. Bu nedenle kadın müzisyenler ve liderler olarak farkındalığımız, çabamız ve birbirimize olan desteğimiz, şu anda her zamankinden daha da önemli.
-Sen Türk bir kadın orkestra şefi olarak Amerika’da nasıl karşılanıyorsun, sen ayrımcılığa uğradın mı hiç?
Ayrımcılık kapalı kapılar ardında yapılan bir şey. Sana iki örnek vereceğim. Birincisi Louise Farrenc. Farrenc, 19yy'da Fransa'da müzik yazan ve Paris konservatuarında hoca olan ilk kadın. Erkek iş arkadaşlarıyla eşit maaş alabilmek için savaşıyor ve kazanıyor Peki sonra? Erkek egemen müzik dünyası protesto ediyor bu kadını hayatı boyunca. Bestelerini çalmıyorlar, cenazesine bile gitmiyorlar. Unutulup gidiyor. Mayıs 2024'de Borusan Filarmoni Orkestrası ile Farrenc'in 1’inci senfonisini çaldık İstanbul'da. Açın dinleyin, inanılmaz güzel bir eser. Neden yüz yılı aşkın bir süredir çalınmıyor bu kadının eserleri? Neden Beethoven gibi her sezon en az bir senfonisi programlanmıyor? Yeniden keşfediliyor Farrenc dünyada şu an. Edisyonları yeniden yazılıyor. Hala el yazması notaları var insanların önünde... Çünkü hakkını aradı ve henüz hayattayken müzik dünyasında yok sayıldı. Kocasının matbaası sayesinde bu zamana kadar ulaşabilmiş eserleri. Kim bilir başka kaç tane kadın müzisyen var böyle tarihin tozlu sayfalarında kalan, müzikleri tamamen kaybolan...
-Çok acı gerçekten. İkinci örneği anlatır mısın?
İkinci kişi, benim üst düzey yönetici bir arkadaşım. Kendi seviyesinde ve kendiyle aynı deneyimde iş arkadaşlarından daha az maaş alıyor diye, iş yerini dava etti ve eşit maaş hakkı kazandı. İnsan Kaynakları dökümanlarında eşit maaş hakkı için iş yerini dava etmeden önce şöyle yazıyormuş: Profesyonel, çok çalışkan, harika bir iletişimci, müthiş bir gözlemci. İş yerini dava ettikten sonra ise şöyle yazmışlar: Çalışması zor, uyumsuz, dediğim dedik, agresif. Verdiğim ilk örnek yüz yıldan uzun bir süre sonra müzikologların yaptığı araştırmalar sonucu ortaya çıkıyor, ikincisi milyon dolarlık bir dava sonucu. Dolayısıyla kimse kadınların suratına “Kadınsın, seni istemiyoruz” demiyor. Bu nedenle ben de ayrımcılığa uğrayıp uğramadığımı bilmiyorum. Bazen kendileri bile farkında değiller cinsiyetçilik yaptıklarını. Bu yüzden ayrımcılıkla savaşmak uzun süren, mental dayanıklılık isteyen bir iş ve yine bu yüzden kadınlar olarak birbirimize desteğimizi ve farkındalığımızı artırmak çok önemli.
-Amerika’da son dönemde yaşanan göçmen karşıtı uygulamalar ve halkın protestoları hakkında neler düşünüyorsun?
Ben Amerika’ya Obama döneminde taşındım. Geleneksel olarak Amerika zaten göçmenlerin gücüyle kalkınan bir ülke. Her kesimden göçmen, her alanda çalışıyor. Ben en çok insanların manipülasyona bu kadar kanmalarına şaşırıyorum. Özellikle çitliklerde, restoranlarda, otellerde çalışan çok sayıda izinsiz göçmen var. Buraların sahipleri henüz altı ay önce bu hükümeti güle oynaya seçen insanlar. Şimdi yana yakıla “İşçilerimizi sınır dışı etmeyin. Onlar çok çalışan insanlar. Biz böyle olacağını düşünmemiştik” diyorlar. Bu manipülasyon değil de ne? Trump’a oy verenler şimdi pişman ama çok geç. Çok üzücü elbette yaşananlar.
Ayşe Acar kimdir?Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı. Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu. Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü. Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı. Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı. 2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu. Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor. |
Bu haftaki konuğum Türkiye’den bir dünya markası çıkartmak amacıyla, Türkiye’nin ilk modern karavan markası Hotomobil’i kuran ve markanın CEO’su olan Pınar Kamçı. Kamçı ile babasının lacivert Vosvos’unun içinde başlayan ve Hotomobil ile devam eden yolculuğunu konuştuk
“Otur oğlum, yoruldun!”dan “Suyun ısınmaya başladı!”ya, “Evimin son fotoğrafı” akımından “Bir çocuk incindiğinde hayat durur”a, “Algoritmanın 23 kilo ağırlığı”ndan “Çalınmış topraklarda yasa dışı kimse yoktur”a geçtiğimiz haftanın önemli kişilerini, olaylarını ve sözlerini 11 maddede yazdım
Vancouver’da The Art of Banksy Without Limits sergisini gezdim, Banksy ve göç temalı eserlerini, hangi nedenle olursa olsun yerlerinden edilen göçmenler için yazdım
© Tüm hakları saklıdır.