25 Haziran 2025
Türkiye gündemi her gün kalbimizi sıkıştırmaya devam ederken, aklımızdakini kelimelere dökmeye korkar hale gelmişken, birçokları artık herhangi bir çaba harcamanın ya da ses çıkarmanın herhangi bir fayda sağlamayacağına inanıp kaderine teslim olmuşken, dünyanın da aynı kötücül, çılgın ve baş döndürücü tempoya girmiş olması karşısında ne hissedeceğimi şaşırmış durumdayım.
Etrafımda “Amerika’ya müstehak!”, “İran’a müstehak!”, “İsrail beter olsun!”, “Oh be! Bir tek bizim başımıza gelmiyor bu haksızlıklar, adaletsizlikler” diyenler var. Uzun zamandır baskı altında yaşayan bir toplum olduğumuz için bu hislerin ve sözlerin düşünülmeden ağızdan çıktığına inanıyorum. Evet İranlı mollalardan ve kadınlara yaptıkları zulümlerden nefret ediyor olabiliriz ama bombalar masum insanları vuruyor, masum insanlar yerlerinden yurtlarından ediliyor yine... Mahsa Amini’nin ve yüzlerce kadının, çocuğun intikamının alındığı bir durum maalesef ortada yok. İran’daki insan hakları ihlalleri ne Amerika’nın, ne İsrail’in umrunda...
Rahmetli kayınpederim derdi ki “Evladım, çok şükür savaş görmediniz. Çocuklarınız güvenle büyüyor.” Hayatta olsa hala çocukların güvenle büyüdüğünü düşünür müydü bilmiyorum ama dünyanın halini gördükçe “Çok şükür kafamıza bomba yağmıyor.” diyorum ben de. Tam bu satırları yazdığım sırada, Trump İsrail ve İran arasında ateşkesin yürürlükte olduğunu söylüyor. Sanki bütün dünyayı parmağının ucunda yönetiyor edalarıyla... Bakalım öyle olacak mı göreceğiz.
Bu hafta, geçtiğimiz haftanın baş döndürücü hızla gelişen, beni etkileyen, hatta bir kısmı rüyalarıma giren olaylarını, kahramanlarını ve kafama kazınan cümlelerini yazmak istedim. Umuyorum ki bu hafta tüm dünyada daha az acı olur.
1. Ahmet Mattia Minguzi davasında hakimin kibarlığı: 14 yaşındaki Mattia Ahmet Minguzzi'nin Kadıköy'de bıçaklanarak öldürülmesi davasında üçüncü duruşma 20 Haziran'da gerçekleşti. Duruşma sırasında hakimin sanıklardan birine dönüp “Otur oğlum, yoruldun” dediği iddiası sosyal medyayı karıştırdı. Ben de beynimden vurulmuşa döndüm. Katil yoruldu mu bilmiyorum ama adalet yorgun, vicdanlar yorgun! Katil sandalye üstünde, Ahmet toprak altında! Bu çocuklar suça sürüklenen değil, planlı cinayet işleyen ve ölüme sürükleyen çocuklar!
Baba Andrea Minguzzi mahkemede bir mektup okudu: “Oğlumun tüm iç organları parçalandı. Onları bile bağışlayamadık. En azından başka bir çocuğa umut olsun diye…” Anne Yasemin Minguzzi üzerine oğlunun fotoğrafını bastırdığı tişörtüyle adliyeye adım atıp,“Mattia Ahmet için adalet” sloganları ile karşılandığında gözyaşlarına boğuldu. Vicdan sahibi olan herkesin kalbi o gün Minguzzi ailesi ile attı.
Katillere kibarlık borcunuz yok ama bu onurlu ve dik duruşuyla, yasın bile nasıl yaşanacağı konusunda adeta ders veren Minguzzi ailesine bir evlat borcunuz var. Neyseki ailenin avukatı Rezan Epözdemir’in reddi hâkim talebi kabul edildi de, mahkeme başkanı davadan çekildi ve duruşma 17 Temmuz’a ertelendi.
2. Özgür Özel’in, Nehir Zeyrek’i sınav kapısında beklemesi: Bu haftanın beni ağlatan olaylarından biri de, 9 Haziran’da elektrik akımına kapılarak hayatını kaybeden Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in kızı Nehir’in, geçtiğimiz hafta YKS sınavında ter dökerken, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in onu yalnız bırakmayarak, sınav kapısında beklemesi oldu. Yüz değil, bin cephede savaşan Özel’in“Babanın yerine ben seninle geleceğim” diyerek hem çocukluk, hem yol arkadaşı Ferdi Zeyrek’in kızına sahip çıkması beni çok duygulandırdı. Özel yine siyasetin kirli ve gürültülü dünyasında, onca dava, miting ve baskı arasında, bir sınav sabahına, sessiz bir vefa bıraktı.
3. Nihal Candan’ın ölümü ve sosyal medya algoritmaları: Nihal Candan’ı anoreksiya nevroza haberleri ile gündeme düşmeden önce tanımıyordum. 2014’te “Bu Tarz Benim” adlı moda yarışmasıyla tanınmış; ardından “Survivor” gibi programlarla ekran yüzüne, sosyal medya sayesinde de bir fenomene dönüşmüş, 2023’te ise “dolandırıcılık ve kara para aklama” suçlamalarıyla tutuklanmış. Cezaevinde hızla kilo kaybetmiş ve sağlık durumu kötüleşince tahliye edilmiş. Ancak bedenindeki erime durdurulamamış.
Candan’ın eski görüntülerini, ne kadar güzel, sağlıklı bir genç kız olduğunu gördüğümde yine lanet okuyorum bu sosyal medya algoritmalarının esiri olan yapmacık düzene, bu ekran zorbalığına... Nihal, 21 Haziran 2025’te, anoreksiya nevrozadan hayatını kaybettiğinde sadece 30 yaşında ve 23 kiloydu. Arkadaşı olduğunu söyleyen kişiler Nihal hastanede yaşam savaşı verirken ve hatta ölümünden sonra helvasını kavururken bile filtreli pozlarıyla story atıyor, helva ile birlikte selfi çekiyordu. Gitti giden...
4. Gazeteci Fatih Altaylı’nın tutuklanması: Gazeteci Fatih Altaylı, 20 Haziran’da YouTube kanalında yaptığı yayında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ömür boyu görevde kalması” fikrine dair bir kamuoyu araştırmasını yorumladı. Ankette halkın büyük çoğunluğunun bu fikre karşı çıktığını belirtti ve Osmanlı döneminde bile halk baskısıyla padişahların tahttan indirilebildiğini hatırlattı.
Bu sözlerin ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Altaylı hakkında “Cumhurbaşkanına tehdit” suçlamasıyla soruşturma başlattı ve TCK 310/2 maddesi uyarınca tutuklama talebinde bulundu. Altaylı, ifadesinde sözlerinin tarihsel bir çerçevede yapıldığını, tehdit ya da hakaret kastı taşımadığını belirtti. Ancak savcılık, bazı hukuk doktrinlerinde geçen yorumlara dayanarak sözlü ifadelerin de “fiilî saldırı” kapsamında değerlendirilebileceğini öne sürdü. Mahkeme, kaçma ihtimalini gerekçe göstererek tutuklama kararı verdi. Yayın sırasında Başdanışman Oktay Saral’ın, sosyal medya hesabından "Altaylıııı! Suyun ısınmaya başladı.” yorumunu yaptıktan 48 saat sonra Altaylı'nın gözaltına alınması, adeta yaşanacakların ön tanıtımı gibiydi.
5. Roberto Benigni’nin ağlatan konuşması: 1998 yılında,“Hayat Güzeldir” filmiyle En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını kazanan Roberto Benigni, 17 Haziran 2025 tarihinde, İtalyan La7 kanalındaki Propaganda Live programında kameraların karşısına geçti. Bu kez ne bir film tanıtıyor, ne de mizah yapıyordu. Sözleri bıçak gibi keskindi: “Bir çocuk incindiğinde her şey durmalı. Ama burada öldürmeye devam ediyorlar. Bu korkaklıktır. Bu acıları hissetmeyen insan değildir.”
Gazze’deki çocuk ölümlerine atıfta bulunduğu konuşmasında Benigni, izleyicilere hümanizmin yalnızca sinemada değil, gerçek hayatta da yaşanması gerektiğini hatırlattı. “Biz tek bir bedeniz.” dedi ve tüm insanların birbirine ortak bir hafızayla ve acılarla bağlı olduğunun altını çizdi. “Hayat Güzeldir” filminde, Nazi kampında, ölüme giderken bile oğluna hayal kurduran ve ona umut aşılayan bir babayı oynayan Benigni de bu hafta beni ağlatan isimlerden oldu. Sanat, bazen de hayal kurmak veya kurdurmak değil; hayat durduğunda onu yeniden başlatma çabasıdır.
6. Amerika’da göçmen karşıtı politikalara karşı gerçekleştirilen eylemler: Haziran 2025 boyunca ABD’nin dört bir yanında, özellikle Los Angeles, New York ve San Francisco’da hükümetin göçmen karşıtı politikalarına karşı binlerce kişi sokaklara döküldü. ICE’ın (Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi) Latin kökenli mahallelere düzenlediği baskınlar, Trump yönetiminin ulusal muhafızları devreye sokmasıyla daha da sertleşti.
Protestolarda en çok yankı bulan sloganlardan biri şuydu: “Çalınmış topraklarda yasa dışı kimse yoktur.” Bu cümle, yalnızca bir pankart değil; aynı zamanda Amerika’nın yerli halklara ait topraklar üzerinde kurulmuş bir devlet olarak göçmenleri “yasa dışı” ilan etmesindeki tarihsel çelişkiye de şahane bir itirazdı! Kusura bakmayın da, kim, kimi nereden kovuyor? Yasa dışı olan bir şey varsa, o da gaspçıların çalınmış topraklarda ev sahipliği taslamasıdır.
7. Mark Ruffalo’nun No Kings çağrısı: 14 Haziran 2025’te, ABD genelinde düzenlenen “No Kings” protestoları sırasında New York’taki Bryant Park’ta bir aktör değil ama sade bir vatandaş olarak konuşan Mark Ruffalo kalabalığa şöyle seslendi: “Özgür olmak istiyorsak cesur olmalıyız. Bu bizim elimizde. Biz Avengers’ız. Bizi kurtarmaya kimse gelmeyecek. Amerikalılar, birleşin. Haklarımızı, yasalarımızı ve özgürlüklerimizi çiğniyorlar” dedi. Mark Ruffalo, bir süperkahraman filmi olan Avengers’da Hulk karakterini canlandırmıştı.
Donald Trump’ın 79’uncu doğum günüyle aynı güne denk gelen askeri geçit törenine karşı düzenlenen bu protestoda Ruffalo, ABD’nin bir kral ya da diktatör tarafından yönetilmemesi gerektiğini vurguladı, Trump yönetimini “milyarderler, çılgınlar ve ICE tugaylarından oluşan bir saray” olarak tanımladı. Mark Ruffolu’yu oyuncu olarak çok severdim ama artık kendisini, sanatçıların topluma karşı kamusal sorumluluğu olduğunu dünyaya hatırlattığı için daha da çok seviyorum.
8. New York Belediye Başkanı adayı Brad Lander’ın tutuklanması: New York Belediye Başkanı adayı ve aynı zamanda kentin Sayıştay Başkanı olan Brad Lander, 17 Haziran 2025’te, göçmenlerin haklarını savunmak için gittiği federal göçmenlik mahkemesinde, bir sanığı koluna girerek dışarı çıkartırken ICE (Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza) ve FBI ajanları tarafından gözaltına alındı. Lander, defalarca “Yargı kararı var mı? Görebilir miyim?” diye sordu ama yanıt alamadı. Maskeli ajanlar tarafından yere yatırıldı, kelepçelendi. Suçlama: “Federal görevlinin görevini engellemek.” Lander birkaç saat sonra serbest bırakıldı, ABD’de göçmen hakları savunucularına yönelik baskının geldiği noktayı tüm dünya şaşkınlıkla izledi.
9. Senatör Alex Padilla’nın tutuklanması: Senatör Alex Padilla ise 12 Haziran 2025’te, Los Angeles’ta, İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem’in düzenlediği basın toplantısında söz almak istediği için salondan zorla çıkarıldı, yere yatırıldı ve ters kelepçeyle gözaltına alındı. Padilla, “Ben sadece bir soru sormak istedim. Eğer bir senatöre bunu yapıyorlarsa, çiftçilere, göçmen işçilere neler yaptıklarını hayal edin” dedi. Olayın ardından serbest bırakıldı, ancak bu gözaltı Amerikan Senatosu’nda büyük tepkiyle karşılandı. Trump karşıtı Amerikalılar yaşananlar karşısında şok geçirdi. E alışık değiller tabii. Amerika’nın Trump’la imtihanı... Bir de biz bu filmi görmüştük.
10. Zorunlu göçün dijital arşivi, Evimin Son Fotoğrafı: Geçen hafta, İsrail’in İran’a yönelik bombardımanları sürerken, Tahran başta olmak üzere birçok kentte siviller evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bu zorunlu göç dalgası, sosyal medyada yürek burkan bir akıma dönüştü: “Evimin Son Fotoğrafı”. İranlılar, Instagram ve diğer platformlarda, ayrılmadan önce evlerinin içinden çektikleri kareleri paylaştı. Perdeleri kapatılmış, çiçekleri sulanmış, valizleri kapının önüne dizilmiş odalar… İnsanların yaşanmışlıklarına, anılarına vedalarının sessiz tanığı olan kareler şu alt yazılarla paylaşıldı:
“Gerekli ve değerli eşyalarımı, sevdiklerimin hatıralarını toparladım. Bitkilerimi son kez suladım, onlarla vedalaştım ve yola çıktım.” “Henüz yeni kurduğum evimi bırakmak çok zor. Umarım döndüğümde hâlâ yerinde olur.” “Uğruna uykusuz kaldığım eşyalarımla vedalaştım. Geri dönebilir miyim bilmiyorum.”
Kısa sürede bu akım, savaşın siviller üzerindeki duygusal yıkımını belgeleyen dijital bir arşive dönüştü. Hep söylerim, “Ev dediğimiz şey sadece dört duvar değil, bizim yaşanmışlığımız, dünyadaki izimiz, kimliğimizdir.” Bu nedenle bu paylaşımlar beni çok duygulandırdı.
11. Lübnan semalarında savaşın ışıkları:14 Haziran 2025 gecesi, Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta açık hava düğünleri, partiler ve gece kulüplerindeki eğlenceler devam ederken, gökyüzünde olağanüstü bir manzara belirdi: İran’ın İsrail’e fırlattığı balistik füzeler, Lübnan semalarında iz bırakarak ilerliyordu. Bazı insanlar bu anları telefonlarıyla kaydetti, bazılarıysa müzik eşliğinde dans etmeye devam etti. Sosyal medyada paylaşılan videolarda, füzelerin gökyüzünü aydınlattığı anlarda eğlencenin kesilmediği, hatta bazı kişilerin bu görüntüleri “kayan yıldızlar” gibi romantize ettiği görüldü.
Lübnan gibi savaşın izlerini hâlâ taşıyan bir ülkede insanların yaşadığı bu kayıtsızlığa normalleşmiş travma mı, duyarsızlık mı, yoksa Nihal Candan olayında olduğu gibi sosyal medya bağımlılığı mı demek gerekir bilemedim. Nereden baksak elimizde kalan bir durum. Bana savaşın yalnızca cephede değil, gündelik hayatta da nasıl görünmez hale geldiğini düşündürdü. Gökyüzünde ölüm taşıyan bir ışık süzülürken, yerde müzik çalıyor. Tuhaftır ki, bazıları için savaş, sadece bir manzara olabiliyor.
Ayşe Acar kimdir?Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı. Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu. Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü. Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı. Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı. 2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu. Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor. |
Bu haftaki konuğum Türkiye’den bir dünya markası çıkartmak amacıyla, Türkiye’nin ilk modern karavan markası Hotomobil’i kuran ve markanın CEO’su olan Pınar Kamçı. Kamçı ile babasının lacivert Vosvos’unun içinde başlayan ve Hotomobil ile devam eden yolculuğunu konuştuk
Bu haftaki konuğum orkestra şefi Nisan Ak. Nisan ile Türk Amerikan Orkestrası’nın kuruluş amaçlarını, 14 Haziran’da New York’da gerçekleştirdikleri Moments of Istanbul konserini, müzik dünyasında cinsiyetçi yaklaşımı ve son dönemde Amerika’da yaşanan göçmen karşıtı tutumu konuştuk
Vancouver’da The Art of Banksy Without Limits sergisini gezdim, Banksy ve göç temalı eserlerini, hangi nedenle olursa olsun yerlerinden edilen göçmenler için yazdım
© Tüm hakları saklıdır.