15 Haziran 2025

Rüyalara inanırım, rüyalarda buluşalım: Akşemseddin'den Carl Jung'a

Rüyalar belki de hem beynimizin nöronlar arasında kurduğu bağlantıların bir yan ürünü, hem de bilinçaltımızın bize gönderdiği şifreli mesajlardır. Gerçekliğin doğasına dair bu kadim sorgulama, insanı insan yapan en temel arayışlardan da biridir

The Broken Bridge, Man Ray (1937)

İnsanoğlunun en eski sırlarından ve insan bilincinin en sırlı ve gizemli yanlarından biri olan rüyalar, uykunun karanlık sularından yükselen ve gerçeklik algımızı temelden sarsan yolculuklardır. Bu yolculuklar, beynimizin nörokimyasal süreçlerinden ruhumuzun metafizik arayışlarına uzanan geniş bir yelpazede kendini gösterir. Asırlardır en sıradan olanlarımızdan tutun da bilgelerin, filozofların, yazarların, şairlerin ve bilim insanlarının da ilgisini çeken rüyalar, insan zihninin en gizemli fenomenlerinden de biridir. Rüyalar, insanlık tarihi boyunca hem mistik bir sır hem de bilimsel araştırmaların da beynin gizli odalarına doğru sıralanan “soyut nesne”si olmuştur. Rüyalar, düşünsel ve düşsel insan deneyimlerinin en demokratik ve en kişisel alanı olarak, biyolojik determinizmle metafizik özgürlük arasındaki ince çizgide ruhun sarkacı gibi varoluşun eşiğinde sallanıp durmuştur. Nöronların ateşleriyle ruhun ışığının buluştuğu bu büyülü eşik, bize kendimizle ilgili her gün yeni bir şey öğretmeye de devam eder. Rüyalar, beynimizin yarattığı bir illüzyondan çok daha fazlası, evrenle ruhumuz arasında kurduğumuz kadim bir diyalog, bir anlam arayışı ve nihayetinde insan olmanın en saf ifadesidir de. İnsan zihninin en büyük gizemlerinden biri olan rüyalar, nörobilimin soğuk verileriyle tasavvufun mistik öğretilerini şaşırtıcı bir uyum içinde birleştirirken sanatın da birçok dalında derinlikler yaratmada sonsuz bir kaynak olmuştur. REM uykusunun elektro fizyolojik dansı, beynimizin en karmaşık senfonisini sahneler. Amigdalanın duygusal fırtınaları, hipokampusun anıları harmanlayışı ve prefrontal korteksin geçici devre dışı kalışı, rüyalarımızın neden bu kadar canlı ve bazen de tamamen irrasyonel olduğunu açıklar. Nörotransmitterlerin bu özel kimyasal balansı - serotonin ve noradrenalinin çekilmesi, dopaminin sahneye çıkışı- adeta bir nörokimyasal tiyatro alanı yaratır. Çoğu kez insanoğlunun kendini bir simülasyonun içindeymiş gibi tanımlaması da bundandır.

Sanat tarihi, rüyaların yaratıcı ifadesine dair sayısız örnekle doludur. Sürrealist akımın temsilcilerinden Salvador Dali'nin "Belleğin Azmi" eserindeki eriyen saatler, rüyaların zaman algısını nasıl deforme ettiğinin görsel bir ifadesidir. William Blake'in profetik vizyonları ve illüstrasyonları, uyanık rüya halinin sanatsal tezahürleridir. Edebiyatta Franz Kafka'nın "Dönüşüm"ü, rüya ile gerçek arasındaki sınırların nasıl silikleşebileceğini gösterir. Samuel Taylor Coleridge'in "Kubala Han" şiiri, doğrudan bir afyon rüyasından doğmuşsa da romantik dönemde rüyaların yaratıcı süreçteki öneminin şüphesiz ki sağlam bir göstergesidir. Zaten insan düş görmese nasıl yaşar? Sinemada ise, Andrey Tarkovski'nin "Ayna" filmi ve Christopher Nolan'ın "Başlangıç"ı rüyaların zincirleme yapısını görsel bir şölene dönüştürür. Rüyaların sunduğu zaman ve mekânın sınırlarını aşabilme olanağı, onları bilincimizin en özgür ifade biçimi haline getirir. Bir rüya anında, çocukluğumuzun sokaklarında dolaşırken bir anda geleceğin şehirlerine varabilir, sevdiklerimizle vedalaşırken aynı anda onlarla yeniden tanışabiliriz. Bu özellik, kuantum fiziğinin çoklu evrenler teorisiyle paralellik gösterir ve ünlü taoist filozof Zhuangzi'nin rüyasında bir kelebek olduğunu gördüğü “kelebek rüyası”nda olduğu gibi gerçeklik algımızı derinden sorgulatır. Bu sorgulama gerçeklik algımızın ne kadar kırılgan olduğunu da gösterir. Kuantum fiziğindeki “dolanıklık teorisi”nin rüyalarda yaşanan "uzaktan etki" deneyimlerine yeni bir bakış açısı kattığı gibi.

Rüyaların kültürel boyutu da en az bireysel deneyimler kadar çarpıcıdır. Aborjinlerin "düş zamanı" kavramı, Batı Afrika'nın “rüya toplulukları”, Japonların "yume" geleneği, rüyaların kolektif bilinçteki yerini görmede hatırlanması mümkün örnekler arasında yer alır. Şamanik geleneklerde rüyalar, ruhlar dünyasına yolculuğun bir aracıyken bilim ve mistisizmin kesiştiği bu benzersiz deneyimler, insan olmanın özüne dair derin ipuçları da içerir. Rüyalar bize yalnızca bireysel psikolojimiz hakkında değil, aynı zamanda insanlar arasındaki durumumuz ve evrenle olan bağlarımız hakkında da mesajlar verir. İbn-i Haldun'un dediği gibi: "Rüya, uykunun çiçeğidir, hakikat ise uyanışın meyvesi." Bu meyveyi tam olarak tadabilmek için hem bilimin keskin analizlerine hem de sezginin derin kavrayışına ihtiyacımız var. Rüyalar, insan bilincinin en gizemli ve en yaratıcı ifadeleri olarak, keşfedilmeyi bekleyen engin bir kıta gibi de uzanıp akar zihnimizin derinliklerinde ve neye inanırsak inanlım biliriz ki ulu bir sanat yönetmeni yönetir o akışı.

Nörolojik, psikolojik ve tasavvufi açılardan incelendiğindeyse, rüyaların “beynin gizli odaları" olarak nitelendirilmesi de oldukça anlamlıdır. Bu gizli odalara doğru her rüya içerdiği görsel ve duyusal anlam öbekleriyle birlikte yaşam motivasyonlarının da görünmez kaynakları arasındaki yerini daima korur. Rüyalar en yoğun şekilde REM (Rapid Eye Movement) evresinde görülür. Bu sırada beyin, uyanıklık haline yakın elektriksel bir aktivite gösterir. Amigdala (duygular), hipokampus (hafıza) ve görsel korteks (görüntü işleme) bölgeleri aktif hale gelir. REM uykusunda serotonin ve noradrenalin gibi inhibitör nörotransmitterler azalırken, dopamin artar. Bu durum, rüyalardaki kaotik, duygusal ve bazen mantıksız içerikleri de açıklayabilir. Bazı teorilere göre rüyalar, beyindeki gereksiz bilgilerin ayıklanması (sinaps budaması) ve hafızanın konsolide edilmesi sürecinin de bir yan ürünüdür.

Freud, rüyaları “bilinçdışı arzuların sembolik ifadesi" olarak görürdü. Böylece bastırılmış cinsellik, saldırganlık veya çocukluk travmaları rüyalarda maskelenmiş şekilde ortaya çıkar. Jung’a göreyse rüyalar, kollektif bilinç dışına açılan kapılardı. Gölge, anima/animus, “bilge adam” gibi arketipler rüyalarda belirerek kişinin bütünleşme sürecine rehberlik eder. Rüyalar, günlük yaşamda öğrenilen bilgilerin işlenmesi ve problem çözme becerisinin gelişmesi için de bir simülasyon alanıdır. İslam tasavvufunda rüyalar “Rahmani” (ilahi), “Nefsi” (benlikten), “Şeytani” olarak sınıflandırılır. Özellikle “sadık rüyalar” (Rahmani), hakikatin bir yansıması kabul edilir. Tasavvufta kalp, gayb âlemini idrak eden bir organdan daha fazla bir şey değildir, bu yüzden rüyalar, kalbin saf olduğu anlarda (örneğin tefekkür halinde) “ledün ilmine”  (gizli bilgi) açılan bir kapı olarak nitelendirilir. İbn-i Arabi’ye göre rüyalar, “âlem-i misal" (araf âlemi) ile irtibatlıdır. Buradaki ara bilinmez bir dünyadan çok bildiğimiz ama varlık halinde madden bulunamadığımız düşsel bir alandır. Rüyadaki semboller, kişinin manevi yolculuğundaki durakları işaret eder (su ilmi-ateş, nefsi temsil eder). REM sırasında hafızanın tazelenmesi, psikolojik olarak travmaların işlenmesine yardımcı olurken Jung’un arketipleri ile tasavvuftaki semboller (örneğin "yolculuk" motifi) bununla neredeyse birebir benzerlik gösterir. Tasavvuftaki “latifeler" (ruhsal merkezler) ile beynin limbik sistemi arasında da böylece bir paralellik kurulabilir. Rüyalar, beynin nörona ateşlemeleri, bilinçaltının karanlık dehlizleri ve ruhun metafizik arayışı arasında bir köprüye dönüşür. Modern bilimle kadim öğretileri birleştiren bu bakış, insan zihninin sınırsız bir derinliği olduğunu da bir kez daha gösterir. Belki de rüyalar, “biz" olmayan bir parçamızın bizimle konuşma biçimidir. Yunus’un dediği gibi “Bir ben var benden içerü.”  

İstanbul’un Fethiye birlikte adı akıllara kazınan hem bir hekim hem de tasavvuf ehli olan Osmanlı'nın büyük mutasavvıfı Akşemseddin, rüyaları "gayb âleminin perdesiz müşahedesi" olarak tanımlar. Onun rüya yorumlama metodolojisi ve bu konudaki görüşleri, günümüzde bile tasavvuf ve psikoloji çevrelerinde ilgiyle incelenir ki bence de bu ilgiyi hak etmektedir. Akşemseddin, rüyaları sadece “kehanet aracı” olarak değil, nefs terbiyesinin bir parçası olarak da görür. Akşemseddin’in "rüya âlemi"ne dair derin tespitleriyle modern psikolojinin kurucularından Carl Jung'un kolektif bilinçaltı teorileri, insan zihninin bu gizemli ülkesine farklı pencerelerden bakmamızı da sağlar. Bununla birlikte modern psikolojinin bu yaklaşımla benzerlikleri de ilginçtir ki, Akşemseddin'in görüşleriyle modern psikolojinin bulguları örtüşür:

- REM uykusuyla seher vakitleri arasındaki paralellik

- Tekrarlanan rüyaların bilinçaltı mesajları

- Fiziksel tepkilerin rüyaların içeriğiyle ilişkisi

Osmanlı'nın manevi mimarlarından Akşemseddin’in, rüyaları "kalp aynasının cilalanması" ya da “ilahi mesajların tecelli ettiği bir ayna” olarak gören yaklaşımı, Carl Jung'un arketip teorisiyle benzerlikler taşır. Jung'a göre rüyalar, bireysel bilinçaltının ötesinde insanlığın ortak sembol hazinesine açılan kapılardır. Tasavvuftaki "Rahmani rüya" kavramı, Jung'un "kolektif bilinçaltı"ndaki evrensel imgelerle örtüşürken, her iki gelenek de rüyaların yorumlanmasında sembolik dili vurgular. Örneğin, suyun hem tasavvufta "ilahi rahmet" hem de psikanalizde "doğum" arketipi olarak yorumlanması, bu disiplinler arasındaki derin bağı gösterir. Freud'dan farklı olarak Jung, rüyaların sadece “bastırılmış arzular”ı değil, aynı zamanda insanlığın ortak mirasını taşıyan arketipleri de barındırdığını öne sürer. Tasavvufi rüya tabirnameleriyle psikanalitik sembolizm arasında dikkat çeken paralellikler vardır; örneğin, “yılan” İbn-i Sirin'in tabirlerinde "düşman" olarak yorumlanırken Freudyen teoride ise "cinsel enerji" sembolüdür. “Uçmak” Sufi geleneğinde "manevi yükseliş" olarak yorumlanırken modern psikolojide "özgürlük arzusu" olarak okunur. “Ev” Jungyen analizde "benlik", İslami yorumda ise "aile düzeni" olarak yorumlanır. Jung’a göre "gölge", "anima/animus" ve "bilge ihtiyar" gibi arketipler, rüyalarımızda kendilerini göstererek bize rehberlik ederler. Jung'un bu yaklaşımı, Akşemseddin'in "rüyaların manevi rehberliği" fikriyle benzer. Akşemseddin, özellikle sabahın erken saatlerinde görülen rüyaların daha isabetli olduğunu belirtir, çünkü bu saatlerde zihin dünyevi kaygılardan arınmış durumdadır. Modern bilim, rüyaların fizyolojik mekanizmalarını elektro ensefalografi (EEG) gibi yöntemlerle çözümlemektedir. Böylece REM uykusu sırasında gözlerin hızlı hareketi ve prefrontal korteksin devre dışı kalması, rüyaların mantıksız ancak duygusal yoğunluklu yapısını açıklar. Nörobilimciler, REM evresinde hipokampus ile neokorteks arasındaki bilgi transferinin hafıza pekiştirmede kritik rol oynadığını keşfetmiştir. Bu bulgular, İslam âlimlerinin "sabah rüyalarının daha isabetli olması" yönündeki gözlemlerini de destekler. Ancak rüyaların yüzde 90'ının uyanır uyanmaz unutulması ve REM davranış bozukluğu gibi patolojiler, insan beyninin bu gizemli fonksiyonunu çözmede hala kat edilecek uzun bir yol olduğunu da gösterir.

Günümüzde bazı bilim insanları, uyanıkken deneyimlediğimiz dünyanın da beynimizin oluşturduğu bir "simülasyon" olduğunu iddia ederlerken Akşemseddin'in manevi öğretileriyle Jung'un psikolojik teorileri arasında köprü kurduğumuzda, rüyaların hem bireysel hem de evrensel boyutları olduğunu görürüz. REM uykusunun nörobiyolojik bulguları ise bu deneyimin biyolojik temellerini ortaya koyar. Rüyalar belki de hem beynimizin nöronlar arasında kurduğu bağlantıların bir yan ürünü, hem de bilinçaltımızın bize gönderdiği şifreli mesajlardır. Gerçekliğin doğasına dair bu kadim sorgulama, insanı insan yapan en temel arayışlardan da biridir. Rüyalara inanırım, rüyalarda buluşalım.

Ayfer Feriha Nujen kimdir?

Ayfer Feriha Nujen; yazar, sosyolog ve mühendistir. İlk şiirleri on dört yaşından itibaren Taflan, Berfin Bahar, Varlık, Sincan İstasyonu, Üç Nokta, Kaçak Yayın, Deliler Teknesi, Az Edebiyat, Yokluk, Forum Edebiyat, Evvel Fanzin, Amargi gibi dergi ve edebiyat sitelerinde yayımlandı. Pek çok alanda ve türde çalışmalar yaptı. Halen T24'te haftalık yazılar yazmaktadır.

Bedenim Mezarımdır Benim, Yüzü Avuçlarında Solgun Bir Gül, Aşkın 7. Harikası Tac Mahal, Ay İle Güneş Arasında, Duasız Ölüler, Şairin Kara Kutusu/ Nilgün Marmara, Kırağı/Seyhan Erözçelik Şiirine Bodoslama, Öteki Cins Şair, Ey Arş Sıkıştır! yayımlanmış bazı kitaplarıdır. Yazmayı ve çeviriler yapmayı sürdürmektedir. İstanbul'a bağlı bir kasabada yaşamını sürdürmektedir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Zemberekler arasında zaman labirentleri: Kimlik, bellek ve hakikat arayışı

Orhan Pamuk’un romanlarında “gerçeklik” ve “hakikat”in bulanık sınırları rüyalara açılan zaman labirentlerinde rehber bir motif olarak, “gerçeklik” ile “hayal” arasındaki sınırları da bulanıklaştırır ve daha nice “Gizli Yüz”lerin ortaya çıkışına zemin hazırlar

Necip Tosun: Ülkemizde ideolojik, tek yanlı, ticari bir çeviri ortamı var

"Farklılık, çeşitlilik, çoğulculuk, birbirinden farklı anlayışlar kaçınılmazdır ve bir zenginliktir. Bu farklılığın zenginliği, tek düşünce hâkimiyetinin sıradanlığına indirgenemez. Bu nedenle 'ötekilik', 'başkalık' önemlidir"

Deniz Goran: Gezi hem coşkusuyla hem travmasıyla farklı hayatlara farklı şekilde dokundu

"Türk Diplomatın Kızı’nda önceliğim bir genç kadının en mahrem düşüncelerini, onun yaşadığı cinsel deneyimlerinde haz kadar, bunların yol açabileceği komik, tuhaf ve rahatsız edici anları sansürsüzce ve içten bir anlatımla aktarabilen bir kendini keşfetme hikâyesi yaratmaktı"

"
"