16 Şubat 2024

Sahte dünya sahte gündem

Fran Lebowitz'in New York'un nasıl mahvolduğunu, kimliksizleştirildiğini ve gelmiş geçmiş bütün belediye başkanlarından ne kadar nefret ettiğini yazmasını çok sevdim. Mahvedilen tek yer İstanbul değil neyse ki, diye zevkle kaşınarak…

Sahte bir dünyada sahte haberler izliyoruz demişti Murakami, Umberto Eco da Münih‘te dinlediğim bir söyleşisinde "ABD ile Arnavutluk sanılanın aksine aynı düzeydeler. Biri çok haberle esas haberi vermiyor, diğeri hiç vermiyor" saptamasını yapmıştı, 1984 yılıydı, üzerinden 40 yıl geçti hâlâ ana haber saklanıyor.

Şimdilerde de şehir haberlerine boğulmuş vaziyetteyiz, şehirlerde yaşayanlar yöneticilerini seçecek adı altında süren rant -iktidar savaşları iç burkuyor. Zaten ciddi bir şekilde bozulmuş olan şehir profilleri AKP'nin betonlaştırma üzerine kurulu anlayışı ile İstanbul'dan Bayburt'a kadar aynı şekilde yapılmış ruhsuz dikey apartmanlara kilitlendi. Hâl böyle iken ülkede hâlâ kira meselesinin çözümünün yeni binalar yapmak olduğunu söyledi geçtiğimiz gün ekonomiden sorumlu Bakan.

Ömrüm yaşadığım şehirlerin yok oluşunu izlemekle geçti. Çocukluğumun bir bölümünü geçirdiğim Buca, iki katlı şirin evlerden oluşan yemyeşil bir yerdi. Şimdi apartmanlar arasında kaybolmuş, tüm kimliğini yitirmiş. Sonra Lefkoşa'da oturduk 3 yıl, Köşklü Çiftlik'te. Yıllar sonra gittiğimde değil oturduğum evi, mahalleyi bile tanıyamadım. Derken Napoli, 30 yıl sonra gittim apartman bile aynıydı. Malum oralarda şehir içlerinde yeni binaya izin yok. Ve İstanbul, Göztepe... Biz taşındığımızda dört katlı apartmanların araları beyaz dantel gibi işlenmiş bahçe içinde köşklerle doluydu, sonra köşkler yakıldı/yıkıldı dört katlı apartman oldu. Sonra dört katlılar 6-7 katlı olsun diye yıkıldı. Sonra 10-11 katlı olsun diye yıkıldı. Şimdilerde şantiyeye dönen bölge 16-17 katlı binalara teslim.

Göztepe o kadar tanıdıktı ki, Ahmet Altan'ın "Kılıç Yarası Gibi" bittiğinde hangi köşkte geçmiş olabilir diye sokak sokak gezmiştim (Ahmet'e sorup, düş gücüydü cevabını almamak için).

İstanbullu annemin gençliğinin geçtiği hiçbir yer kalmamıştı. O kadar ki göçmeden önce "Tanıdık bir tek kuşlar kaldı" demişti. Benim gençliğimin geçtiği yerler de yok oldu. Yetmedi oğlumun okuduğu okulların bile yerinde yeller esiyor. Binlerce yıllık geçmişi olan üç imparatorluğa başkent olmuş bir şehir yerle bir edildi.

Dolmabahçe sarayının arka bahçesine stadyum yaptıracak kadar suçlu ve şuursuz belediye başkanlarından geriye bir siluet kaldı, diyeceğim o da bozuldu.

Bu ruh hâli insanı "kötü" de yapıyor demek ki, zira Fran Lebowitz'in New York'un nasıl mahvolduğunu, kimliksizleştirildiğini ve gelmiş geçmiş bütün belediye başkanlarından ne kadar nefret ettiğini yazmasını çok sevdim. Mahvedilen tek yer İstanbul değil neyse ki, diye zevkle kaşınarak…

Kent ve günlük yaşam üzerine gözlemlerini mizahi bir dille anlatan Amerikalı yazar ve konuşmacı Fran Lebowitz'in Türkçeye ilk kez bir kitabı çevrildi: "Fran Lebowitz Kitabı" Düşbaz Kitaplar.

Fran Lebowitz yarım asırdır aşk - nefret ilişkisi yaşadığı NewYork'un en sevilen komedyenlerinden biri. Martin Scorsese tarafından bir kült belgesel ile diva olarak kutsandı. Politik doğruculuk ile farkındalık arasında insanları güldürmeye çalışıyor Lebowitz.

Dağınık saçları, kaplumbağa kabuğu gözlükleri, beyaz gömlek, siyah ceket, kot pantolon ve kovboy çizmesinden oluşan sabit metropol kostümünün telif hakkını istese yeridir. O kadar kendisi ile özdeş yani.

Kırk yıla yakın süredir yazsa da Lebowitz aslında bir hikâye anlatıcı. Bunu yaparken de başta politik doğruculuk dogmaları olmak üzere birçok riske göğüs germek zorunda kalıyor ve tabii tüm bunlara katlanabilmek içinde sigara üzerine sigara tüttürüyor.

Manhattan'a aşk ile bağlı olan huysuz ve hoşgörüsüz Lebowitz herkese kızgın; beceriksiz ve bağnaz politikacılara, Manhattan'ı tıkayan turistlere, spor fanatiklerine, okumayanlara, sürekli şikayet edenlere…

En ünlü sözlerinden biri "Kimsenin NewYork'a gücü yetmez, burada 8 milyon kişi yaşıyor."

Andy Warhol ile uzun süre iş arkadaşlığı yapan, Scorsese ile kanka olan, Netflix belgeseli ile ünü ulusal sınırları aşan komedyen 1970'ten beri Manhattan'da oturan bir Yahudi göçmen.

Araba kullanmıyor, hemen her yere ya yürüyerek ya da metro ile gidiyor. Hillary Clinton "Onu ağırlarken tüm NY ağırlıyormuşum gibi hissediyorum" demişti. Belediye başkanları hep hedefinde, bilgisayar ve cep telefonu yok, sosyal medyadan o kadar haberi yok ki "Beni gündemden düşürürseniz söylemeyin bari" diyor.

Lebowitz güzellemelerinden bir demet sunayım dedim: 

- Yerimi alacak bir genç yok diyorum çünkü cep telefonu ve bilgisayarı olmayan başka tanıdığım yok. Yirmi yaşında olsaydım bu imkansız olurdu, hayata katılamazdım, gençler için hayat telefon çünkü, bu yüzden telefonunu düşüren arkasından atlayabiliyor, ben hayatı önemsiyorum onlar için telefon ile hayat aynı şey.

- Gençliğimde evlere temizliğe gidiyordum. Sonra şoförlük, baristalık yaptım. Sonra Andy Warhol ile çalışmaya başladım. Her şeyi yaptım. NY'ta ayakta kalabilen, her yerde kalır bence.

Örneğin San Francisco'da çok ünlü biri diyorlar. Oysa NY'ta ünlü olsaydı herkes bilirdi. Söz konusu olan şöhret değil rekabet. Ne yapmak istiyorsan aynısını yapmak isteyen milyonlarca kişi daha var burada. Bu ruhu sevmeyenin burada işi yok, daha huzurlu yerler var.

- Büyükşehirler yaşamak için mi, ayakta kalmak için mi diye soruyorlar.

NY Amerika'nın en pahalı şehri. Zenginler vergilerini ödeseler neler yapılabilir. 40 -100 milyon dolalık daireler var, çoğu boş. Kara para aklama yerleri buraları, NY'taki tek vergi mükellefi benim gibi geliyor. 1960'dan beri toplu konut yapılmadı, oysa bu konutlara gücümüz yeter ama yapılmıyor. Akıl almaz bir zenginlik ve fakirlik yan yana yaşıyor. Bu anlamda tabi ki ayakta kalmak zor.

- Belediye başkanlarına takığım. Neden iyi bir belediye başkanımız ya da en azından berbat olmayan bir belediye başkanımız olamadığını hep merak etmişimdir. Ed Kock'tan daha fazla kimseden nefret edemem diyordum. Giuliani geldi, ardından Bloomberg, Balsio, Adams. Burası Kalifornia gibi insanları akıllı, valileri berbat.

- Müzikallerden nefret ediyorum. Broadway'den de. Artık tiyatroların olduğu yer değil, turistik bir yer. Times Meydanının kumarhane ile doldurulma fikrinden de nefret ediyorum. Her yer Mc Donalds, Dunkin Donut's zincirleri ile doldu. Durmuş ışıklara bakan turistlerin yoğunluğundan sokaklarda yürünemiyor, evlerinde elektrik yok anladığım kadarı ile…

- NY'u çok seviyorum ama güzel olarak tanımlamam. Floransa, Roma değil burası. Sıkışıp kaldık, Manhattan son 20 yılda gökdelenlerle çok değişti, sıkışık yaşamayı seven var ama ben sevmiyorum. Oysa ABD'de bomboş eyaletler var.

ABD de çok değişti. 1970'lerde kimsenin bilmediği yazarlar, oyuncular, sinemacılar, sanatçılar, eşcinseller belli odaklarda yaşarlardı. Ben de onların bir parçasıydım. Artık ne odak kaldı ne bir şey.

Politik doğruculuk gibi bir zabitlik başladı. O kadar ki bu bence ırkçılığa vardı. Cumhuriyetçiler kadar tehlikeli olduklarını düşünüyorum.

- Az yazıyor çok konuşuyorum, daha kolay geliyor. Yaratıcılığım sokaklardan besleniyor. Sokakta çok zaman geçiriyorum, yürüyorum, metroya biniyorum. Herkes cep telefonuna bakıyor, ekran onları kendine odaklıyor, coğrafyanın önemi kalmıyor. Geçenlerde "Bu bina ne zaman yıkıldı?" diye sordum, Komşum "Hangisi?" dedi. Evinin köşesini nasıl görmezsin, insanlar hiçbir şeyin farkında değil.

Acayip zenginim, dünya bana kaldı.

Yazarın Diğer Yazıları

Hükümetlerin, savaşların zulmüne uğrayan yazarlar, şairler

Uluslararası PEN hükümetlerin - savaşların zulmüne uğrayan yazar ve şairler hakkında bir rapor yayımladı

"Tutti Frutti"den Kızılcık Şerbeti'ne

Diğer her şey hayatın olağan seyrine uygunmuş gibi, laikçi görünümlü siyasal İslam propagandası pompalanıyor, diye isyan eden edene

Mazisi silinenlerin ülkesi olduk

Niyetim bıkmadan usanmadan yaşadığımız topraklarda insanların giderek sığınabilecekleri rutinlerinin, mekanlarının elinden alınmasına dem vurmak