03 Haziran 2025

İnanılmaz bir kadronun içinde kaybolduğu bir film

'Fenike Planı', olasılıkla şimdiye dek izlediğim en absürt film! Tüm o parlak oyuncular mekanik biçimde, sanki kurulmuş kuklalar gibi konuşuyorlar. Böylesine bir kadroyu neredeyse kuklalara dönüştürmek ne kadar başarıysa…

İnanılmaz bir kadronun içinde kaybolduğu bir film

FENİKE PLANI

X X

(The Phoenicien Scheme)

Yönetmen: Wes Anderson
Senaryo: Wes Anderson, Roman Coppola
Görüntü: Bruno Delbonnel
Müzik: Alexandre Desplat
Oyuncular: Benicio Del Toro, Tom Hanks, Stephen Park, Scott Shepherd, Willem Dafoe, Murray Abraham, Rupert Friend, Michael Cera, Alex Jennings, Riz Ahmet, Bryan Cranston, Charlotte Gainsbourg, Mathieu Amalric, Scarlett Johansson, Bill Murray, Benedict Cumberbatch, Hope Davis, Mia Threapleton, Yekta Arman

Universal filmi, 2025

İşte birçok açıdan rekorlar kırmaya aday bir film… Öncelikle öylesine zengin bir kadrosu var ki şaşarsınız! Bu kadar oyuncu nasıl bir araya gelmiş? Ve çoğu bu denli küçük rolleri nasıl kabullenmişler...

Son Cannes şenliğinde olay yaratan filmin hikâyesi, 1950’lerde başlar. Zengin iş adamı Zsa-zsa Korda, Balkanlar üzerinde uçarken bir suikast sonucu uçak düşer. Bu dümenlere öylesine alışıktır ki üstat… Daha önce de yarım düzine saldırıdan sağ çıkmıştır. Ama artık büyük servetini garantiye almaya kararlıdır. Eski eşlerinin hepsi ölmüştür, arkalarında bir sürü çocuk bırakarak. Ve kimi gerçek, kimi evlatlık olan… Tam dokuz adet! Ve filmin bir yerinde onun için şöyle denir: “İmportant patron of the high Renaissance- Yüksek Rönesans’in önemli patronu!”

Ama onun adayı kızı Liesl’dir. Kendini dine adamış, rahibe olmaya kararlı sevimli bir genç kız. Ayrıca iş adamı Korda, ne yapıp edip ve gerekirse borç alıp şirketini adam etmeye kararlıdır. Bu yolda kendisine asistanı bir genç ve böcekler konusunda uzman bir öğretmen yardımcı olacaklardır.

Bu filmi nasıl tanımlamalı, bunca zengin temalar ve gösterişli kadrosuna rağmen niye o kadar sevmediğimizi açıklamalı? Önce biraz estetiğine bakalım. Öncelikle ekran sık sık daralıyor, yer yer siyah-beyaza geçiyor. Kamera da aynı biçimde çokluk sabit kalıyor. Ama asıl önemlisi içerikle, özle ilgili. Film klasik psikolojiye sırt çevirmiş, tümüyle şematik bir anlatıma sahip. Tüm o parlak oyuncular mekanik biçimde, sanki kurulmuş kuklalar gibi konuşuyorlar. Böylesine bir kadroyu neredeyse kuklalara dönüştürmek ne kadar başarıysa…

Öte yandan, olasılıkla şimdiye dek izlediğim en absürt film bu! Ki az izlememişizdir… Kahramanları ekranda sürekli bol yaralı-bereli görünüyorlar. Ayrıca daha önce söylediğim gibi, din de önemli bir unsur. Ailelerin hep saygı gösterdiği… Ve Korda bir ölçüde kızının etkisinde kalarak, onun sayesinde dindar olduğunu açıklıyor.

Yönetmene gelince… Wes Anderson elbette ilginç bir yazar-yönetmen… Hele senaryoda daha önce de çalıştığı Roman Coppola ile bir araya gelince… Ki o da dahi yönetmen Francis Ford Coppola’nın oğludur. Daha önce de Rushmore, Tenenbaum Ailesi, The Darjeling Limited, Büyük Budapeşte Oteli, Fransız Postası, Asteroid Şehir vb. ilginç yapımlarla dikkati çekmiştir. Bu kez gerçekten çok farklı, çok iddialı bir film yapmak istemiş. Ama bunu nereye kadar yapmış, tartışılır. 

Oyunculara gelince… Valla o kadroya rağmen konuşması ve seçmesi zor bir konu… Elbette uzun zamandır ortalarda olmayan Benicio del Toro filme hâkim olmuş denebilir. Ama sempatik bir hakimiyet değil bu… Kızı Liesl’de Mia Threapleton belki o ‘kukla’ların en iyisi. Ama nedeni var elbette: çünkü o da Kate Winslet ‘in kızı değil mi? Belki biraz Riz Ahmet’ten  de söz edilebilir. Ama tüm o harika kadro için fazla bir şeyler söylemek mümkün değil. Sanki çoğu ziyan olmuş gözüküyor!

İşte bu ‘Fenike Planı’ için yazacaklarım bu kadar. Siz de kendi planlarınızı yapın, görün ya da görmeyin!

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

(The Phoenicien Scheme)

Yönetmen: Wes Anderson
Senaryo: Wes Anderson, Roman Coppola
Görüntü: Bruno Delbonnel
Müzik: Alexandre Desplat
Oyuncular: Benicio Del Toro, Tom Hanks, Stephen Park, Scott Shepherd, Willem Dafoe, Murray Abraham, Rupert Friend, Michael Cera, Alex Jennings, Riz Ahmet, Bryan Cranston, Charlotte Gainsbourg, Mathieu Amalric, Scarlett Johansson, Bill Murray, Benedict Cumberbatch, Hope Davis, Mia Threapleton, Yekta Arman

Universal filmi, 2025

İşte birçok açıdan rekorlar kırmaya aday bir film… Öncelikle öylesine zengin bir kadrosu var ki şaşarsınız! Bu kadar oyuncu nasıl bir araya gelmiş? Ve çoğu bu denli küçük rolleri nasıl kabullenmişler...

Son Cannes şenliğinde olay yaratan filmin hikâyesi, 1950’lerde başlar. Zengin iş adamı Zsa-zsa Korda, Balkanlar üzerinde uçarken bir suikast sonucu uçak düşer. Bu dümenlere öylesine alışıktır ki üstat… Daha önce de yarım düzine saldırıdan sağ çıkmıştır. Ama artık büyük servetini garantiye almaya kararlıdır. Eski eşlerinin hepsi ölmüştür, arkalarında bir sürü çocuk bırakarak. Ve kimi gerçek, kimi evlatlık olan… Tam dokuz adet! Ve filmin bir yerinde onun için şöyle denir: “İmportant patron of the high Renaissance- Yüksek Rönesans’in önemli patronu!”

Ama onun adayı kızı Liesl’dir. Kendini dine adamış, rahibe olmaya kararlı sevimli bir genç kız. Ayrıca iş adamı Korda, ne yapıp edip ve gerekirse borç alıp şirketini adam etmeye kararlıdır. Bu yolda kendisine asistanı bir genç ve böcekler konusunda uzman bir öğretmen yardımcı olacaklardır.

Bu filmi nasıl tanımlamalı, bunca zengin temalar ve gösterişli kadrosuna rağmen niye o kadar sevmediğimizi açıklamalı? Önce biraz estetiğine bakalım. Öncelikle ekran sık sık daralıyor, yer yer siyah-beyaza geçiyor. Kamera da aynı biçimde çokluk sabit kalıyor. Ama asıl önemlisi içerikle, özle ilgili. Film klasik psikolojiye sırt çevirmiş, tümüyle şematik bir anlatıma sahip. Tüm o parlak oyuncular mekanik biçimde, sanki kurulmuş kuklalar gibi konuşuyorlar. Böylesine bir kadroyu neredeyse kuklalara dönüştürmek ne kadar başarıysa…

Öte yandan, olasılıkla şimdiye dek izlediğim en absürt film bu! Ki az izlememişizdir… Kahramanları ekranda sürekli bol yaralı-bereli görünüyorlar. Ayrıca daha önce söylediğim gibi, din de önemli bir unsur. Ailelerin hep saygı gösterdiği… Ve Korda bir ölçüde kızının etkisinde kalarak, onun sayesinde dindar olduğunu açıklıyor.

Yönetmene gelince… Wes Anderson elbette ilginç bir yazar-yönetmen… Hele senaryoda daha önce de çalıştığı Roman Coppola ile bir araya gelince… Ki o da dahi yönetmen Francis Ford Coppola’nın oğludur. Daha önce de Rushmore, Tenenbaum Ailesi, The Darjeling Limited, Büyük Budapeşte Oteli, Fransız Postası, Asteroid Şehir vb. ilginç yapımlarla dikkati çekmiştir. Bu kez gerçekten çok farklı, çok iddialı bir film yapmak istemiş. Ama bunu nereye kadar yapmış, tartışılır. 

Oyunculara gelince… Valla o kadroya rağmen konuşması ve seçmesi zor bir konu… Elbette uzun zamandır ortalarda olmayan Benicio del Toro filme hâkim olmuş denebilir. Ama sempatik bir hakimiyet değil bu… Kızı Liesl’de Mia Threapleton belki o ‘kukla’ların en iyisi. Ama nedeni var elbette: çünkü o da Kate Winslet ‘in kızı değil mi? Belki biraz Riz Ahmet’ten  de söz edilebilir. Ama tüm o harika kadro için fazla bir şeyler söylemek mümkün değil. Sanki çoğu ziyan olmuş gözüküyor!

İşte bu ‘Fenike Planı’ için yazacaklarım bu kadar. Siz de kendi planlarınızı yapın, görün ya da görmeyin!

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Digiturk'te herkesi memnun edecek diziler var...

Digiturk, artık klasikleşmiş ve ortak belleklerimize yerleşmiş dizileri hâlâ gösteriyorlar. Zaman zaman eski bölümleri tekrarlamıyorlar değil… Ama o zaman bile meraklıları için bu bir şölen oluyor

Şiddeti ve dehşeti en anlamsız biçimde kullanan film

28 Yıl Sonra, bence son dönemde şiddetin en anlamsız, en aşırı biçimde kullanıldığı filmdir. Bir başka bakışla da tipik İngiliz mizahının bu kez bol şiddet ve korkuyla harmanlandığı… Beni üzen, hatta kahreden bir şey de çocukların filmde kullanılmasıdır

Western kültürüyle Japon samuraylığının özgün karışımı

Karşımıza gelen film sıradan bir gerilim değil. 'Kasırga', daha çok kötülüğün ve zulmün şaha kalktığı bir dönemin ve insanoğlunun canavarlaşmasının da öyküsü. Kendine özgü bir havası ve ritmi var. Ve belli bir gerçek-üstücü yapısı...

"
"