Yönetmen, hekim, yazar, oyuncu… Ama bence Ercan Kesal bunların hiçbirine tam olarak sığmaz. O, içimizdeki taşralıya seslenen bir filozof. Urla’da kurduğu Urladam şu sıralar Uluslararası Gastronomi Film Festivali’ne ev sahipliği yapıyor. Onu yakalamışken soru soru sormamak olmazdı.
Onu dinlemek, bir romanın başına oturmak gibi. Cümleleri ezber değil, yaşanmışlık. Her sözü bir kırılganlık taşıyor içinde ama aynı zamanda dirençli. Bu yüzden ben onu yalnızca bir yönetmen, yazar ya da hekim olarak görmüyorum. Ercan Kesal, taşranın içimize sinmiş haline dokunan filozofu.
Urla’da eşi Nazan Kesal ile kurduğu Urladam, İzmir’e hayat veren etkinliklere imza atıyor. Sorularımı seçilmiş sözcükler yerine içtenlikle yanıtladı. “Susmak manipüle edilemez” diyen Kesal ile o suskunluğun çevresinde döndük, aşkı, pişmanlığı, vicdanı ve hayatı konuştuk.
“Gerçek olmasa da onu bekleriz”
- Sizi dinlemek bir romanın başına oturmak gibi aslında en azından benim için. Her kelimeniz bir anın içinden geliyor ve hakikate dokunuyor söylediğiniz cümleler. Bu yüzden ben sizi yalnızca bir yönetmen, yazar, bir hekim ya da bir oyuncu olarak görmüyorum içimizdeki bu taşralıya dokunan bir filozof gibi görüyorum. Sizce insan en çok neyi yanlış anladığı için insan olur?
Sevdiğimiz şeyi ararız içinde olmak istediğimiz dünyayı özleriz. Olmasını istediğimiz yalana inanırız. Gerçek olmasını arzuladığımız bir şeyi bekleriz, ne olursa olsun. Çünkü onunla onarılırız ve onunla kendimizi sağaltırız. Onunla tahammül ederiz dünyaya. Bu çok bence anlaşılır bir şey yani. Bunda bir beis yok bence ama galiba sorun şu. Buna çok fazla yatırım yaptığımız için olmadığı zaman travması, yıkımı çok şiddetli oluyor. Onunla baş edemiyoruz bence mesele bu. İnsan yenilgileriyle, hayal kırıklıklarıyla bu kadar ağır bir yıkım yaşamamalı. Bu bir hayal kırıklığı ise olduğu zaman, gerçekleştiği zaman ortaya çıkan sevinç kadar olmalı en fazla. Böyle bir şeyi insan yaşlandıkça daha çok tabi. Ben hep böyleydim falan gibi böyle kendi kendime akıldanelik, tuhaf bir kibir falan yapmak istemem çok ayıp bir şey. Evet bütün bunlar başınızdan geçiyor ve ondan sonra kabulleniyorsunuz ki iyisiyle kötüsüyle başınıza gelen her şeye şükretmekten başka çaremiz yok sanki. Ve bu bizi insan yapıyor.
“Vicdan, doğduğumuzda zaten vardı”
- Vicdan sizce düşünceden önce mi gelir sonra mı?
Evet, onunla doğuyoruz diyebilirim. Sanki bu biraz da hekim olmaktan gelen bir tespit. Ve tek başına bir şey değil biliyorsun. Vicdan biz sadece olumlu bir toplam gibi düşünmemeliyiz. Aslında hepsinin içine toplandığı bir şey. Kötülüklerimiz ile de zaaflarımızla, açmazlarımızla ve insan özelliklerimizle de yani bizi diğerlerinden ayıran taraftarımızla da bir toplam vicdan bence. Tek başına çok vicdanlı adam, çok vicdansız adam deyip geçeriz ya birisinden bahsederken. Çok vicdanlı bir insan ya da vicdansız bir insan ben öyle düşünmüyorum doğrusu. Vicdanı bir bütüncül bir şey gibi düşünüyorum. Bu yüzden düşünceden önce de vardı. Biz onu fark ediyoruz ve keşfediyoruz. Kelimelerle olan ilişkimiz gibi biraz. Kelimeleri bizden önce vardı biliyorsun. Yani bizden daha yaşlılar bizden daha güçlü bir hafızaları var. Biz onların ortasına doğduk. Ve ömür bitene kadar bazılarını keşfediyoruz bazılarını hiç keşfetmeden ölüp gideceğiz. Bu böyle kelimeler ile olan ilişkimiz. Bildiğimiz kadarıyla yaşıyoruz ve ölüp gideceğiz. Bu bilmediklerimizin olmadığı anlamına gelmiyor. Vicdana da biraz böyle bakıyorum. Zaten var olan bir şey ama yaşadıkça ve yaşlandıkça sanki keşfedilecek bir şey aynı zamanda.
“Hayatımın sonu eksik kalacak”
- Ercan Kesal'ın hayatı bir cümle olsaydı başı mı eksik olurdu sonu mu?
Sanırım sonu eksik olurdu. Sonu eksik olurdu. Çünkü yaşadıklarımdan pişmanlık duyan bir adam olmadım hiç. Sadece hayıflanan bir adam oldum. Keşke daha fazla ve daha çok şey koyabilseydim bu ömür denen şeyin içerisine. Daha çok risk alsaydım, daha çok terk etseydim alanlarımı, daha çok insan tanısaydım, daha çok sofra kursaydım. Bu yüzden eksik gideceğim.
“Mâl olmakla mal olmak arasında bir çizgi”
- Bugüne dek en çok neye hayır demek isterken evet dediniz?
Hep yanlış anlaşılmaktan korkan bir adam oldum. Bu iyi bir şey değil. Zamanımdan, enerjimden, emeğimden çok fazla feragatte bulundum. Onu biliyorum yani. Bunu da bir öyle bir sitayiş, serzeniş gibi de söylemiyorum ama sevdiğim işlere daha çok zaman ayırabilseydim daha çok kitap yazardım daha çok film çekerdim. Ama sanki biraz böyle kamu malı gibi davrandım kendime. Vardır ya öyle. Şeyde görünüyorum çünkü sosyal medya hesabında. Halka mâl olmuş kişi. Ben diyorum, evet halka mal olmuş kişiyim. Mâl olmakla mal olmak arasında yumuşak bir işaret var sadece. Bendeki öbür türlü çalışıyor. Biraz daha bana böyle çok fazla değişik şeyler geliyor. Abi söyleşiye gel, abi, imzaya gel abi bize bir şey, abi falan. Oğlum diyorum, bırakın da biraz kitap okuyayım, bırakın biraz film yapayım. Ne bileyim abi, oyunculuk yapayım, bir film çekeyim. Oralarda biraz şeyim var serzenişim var yani. Hayır demeyi de biraz o konularda düşünmedim doğrusu.
“Söylemek manipüle edilebilir, susmak asla”
- İnsanı hangisi daha çok anlatır; söyledikleri mi sustukları mı?
Tabii ki sustukları. Galeano’nun dili yasaklanan Kızılderililerle ilgili bir lafı vardır. Çok severim onu ben. Tamam siz şimdi bize şimdi susun diyorsunuz ya sustuğumuz zaman söylediklerimizi duymak istemezsiniz, o kadar ağır şeyler susuyoruz ki der. Duymak istemezsiniz sustuğumuz şeyleri der. Çok acayip bir şey. İnsan ne olacak söyledikleriyle geçer gider yani. Söylemeyi manipüle etmek çok kolay. Susmayı nasıl manipüle edeceksin?
“Aşk, tanımadığın birini hatırlamaktır”
- Müthiş. Aşk tanımadığımız birini hatırlamak mı yoksa tanıdığımız birini unutmak mı? Bu son soru.
Tanımadığımız birini hatırlamak sanki bu daha evla geldi bana. Çünkü kocaman bir yeryüzü ve şu kadar milyar insanın içinde sanki ondan başkasıyla artık hiç yaşayamazmışsın ve işte aradığım buymuş bütün bir ömür boyunca. Bu garip duyguyu izafi etmek birine, bir başkasına. Asıl müthiş bir şey, bir tarafıyla da çok anlaşılabilir bir şey de değil. Demek ki hiç tanımadığımız biriyle ilgili bir ilişki kuruyoruz. Belki burada kendimizi yeniden bir kez daha test ediyoruz, yaratıyoruz o buluşma ile birlikte. O yüzden ilki daha akla uygun geldi sanki. Ama bir yerde söylediğim bir şeyi tekrarlayayım burada. Yaşanmasından daha mantıklı ama niye yaşandığı ile ilgili bu kadar mantıksız bir eylem olamaz. Yani ilanihaye bundan daha güzel, daha aşkın, daha güçlü bir duygu olabilir mi? İnsana en çok yakışan şey ama niye böyle bir şeye tevessül ediyorsun kardeşim. Hiçbir şeyi yok gerçek bir sebebi yok biliyor musun? Onsuz yaşayamam bu pekala bir hastalıklı bir cümledir yani ama çok da yakışan bir cümle insana. Anlatabiliyor muyum? Bu kadar abi!