21 Mayıs 2025

Yeni Kürt açılımında hayaller ve gerçekler

TBMM’de “oldu-bitti”ye getirilip yangından mal kaçırırcasına üçte iki ile referandumsuz bir anayasa değişikliği planlanıyorsa bu durum açıkça Türklerin çoğunluğundan anayasa kaçırma anlamına gelmez mi?

Yeni Kürt açılımı girişimleri özellikle de ekonomik krizle boğuşan ülkede iktidara tam bir hayat nefesi oldu. Bu sayede açlık, yoksulluk, ekonomik kriz ikinci planda kaldı.

Yaklaşık 10 yıl önceki sonuca ulaşamayan başarısız Kürt açılımı şimdi başarıya ulaşır mı?

Başarılı olmasını isterim. Ama iyimser olmak için elde pek de somut bilimsel neden bulunmuyor maalesef.

Önceki açılım denemesinden bunun tek farkı MHP’nin pozisyonu.

Öncekine karşı idi, buna taraftar.

Peki bu neyi değiştirir?

Aslında görünen o ki artık klasik Türk milliyetçiliğini ve eski tarz ülkücülüğü artık pek de MHP temsil etmiyor.

Kısmen İyi Parti kısmen Zafer Partisi temsil ediyor.

MHP artık büyük oranda oyu AKP’ye küsen ama eli muhalefete oy vermeye de varmayan, iktidara kızgın AKP seçmeninden yani küskünlerinden alıyor.

Öte yandan önceki açılım denemesinde yapılan en büyük hata burada da tekrarlanıyor.

Türkler bu süreçten tamamen dışlanıyor.

Daha doğrusu bu süreçte Türkler yokmuş gibi davranılıyor.

Hatta PKK fesih bildirisindeki Türkleri sadece dışlamakla kalmayıp, soykırım suçlamaları dahil neredeyse azarlayan üstenci, saldırgan, empati yoksunu ve tolerans karşıtı “dil”e karşı iktidar bloğundan ve ana muhalefetten “böyle kardeşlik çağrısı mı olur!” babından ciddi bir eleştiri gelmemesi bile bu işin realist boyutu hakkında fikir veriyor.

PKK fesih bildirgesi sonrasında iktidar sanırım adım atmak için silahların tam teslimini bekliyor. İktidar sözcüsü silahların tam olarak teslimi olmadan süreç başlamaz dedi.

Peki silahların tam olarak teslim edildiği nasıl teyit edilecek?

Tam sayısı belli mi ki?

Bu arada Sayın Bahçeli TBMM’de bir komisyon kurulması önerisi getirdi.

Bunun için ya kanun ya da içtüzük değişikliği gerekir.

DEM dışı muhalefet buna nasıl bakacak?

Komisyon çoğunluğu nasıl kurgulanacak?

Komisyonu İktidar bloğu artı DEM domine edecekse ana muhalefet ve diğer muhalefet salt figüran kalmayı kabul edecek mi?

Yeni “toplum sözleşmesi” yeni anayasa mı demek?

Yine bu arada A. Öcalan son açıklamasında Türkler ve Kürtler arasında “yeni bir toplum sözleşmesi yapılsın” demiş.

Biraz da olsa anayasa hukuku okumuş herkes bunun anlamının yeni bir anayasa anlamına geldiğini bilir.

Peki işin içine anayasa işi de girerse bu nasıl olacak?

İster istemez ilk üç madde, Kürtlere anayasal kimlik, bölünme vs. tartışmaları devreye girmeyecek mi?

TBMM’de “oldu-bitti”ye getirilip yangından mal kaçırırcasına üçte iki ile referandumsuz bir anayasa değişikliği planlanıyorsa bu durum açıkça Türklerin çoğunluğundan anayasa kaçırma anlamına gelmez mi?

Referandumsuz yani halkı dışlayan bir çözümle nasıl “toplum sözleşmesi” olacak?

Nasıl “kardeşlik” inşa edilecek?

İki kardeşten biri dışlanarak nasıl kardeşlik kurulacak?

Referanduma gitmeye cesaret edilmeyeceği de çok açık gibi.

Kürtler bu saatten sonra salt birkaç kozmetik yasal değişiklikle pek de etliye sütlüye karışmayan ve sadece Öcalan’ın serbestliğiyle, kayyım atamayı zorlaştırmayla ve teröre karışan militanların affıyla sınırlı bir planla ve belki de Kuzey Suriye’deki Kürt oluşumuna kerhen onayla yetinir mi?

Bunlar yapılınca Kürt sorunu çözülmüş mü olacak?

Bence Kürt sorununun gerçek çözümü eninde sonunda Türklerin çoğunluğunu bu işe ikna ile mümkün olabilir.

Bunun da ön şartı Türklerin çoğunluğunun ülkede bir Kürt sorunu bulunduğunu kabul etmeleri.

Sonrasında da bu sorunun çözümünün her iki tarafın da yararına olduğunu görebilmeleri.

Zira benim gördüğüm kadarıyla ortalama Türkler nezdinde bu sorun bir demokrasi sorunu olarak öyle pek de önemsenmiyor gibi.

Yani bu soruna gösterilen empati çok düşük seviyelerde.

Daha da önemli ön şart ise demokrasinin ve hukuk devletinin herkes için inşası.

Kürtler için sağlanacak demokrasiden iktidara muhalif diğer kesimlerin ve özellikle de Atatürkçü seküler ve modern kesimin mahrum bırakılması hem absürt derecede çelişkili ve gayrimeşru olacaktır. Hem de gerçekçi ve uygulanabilir olmayacaktır.

Hatta işe herkes için demokrasi ile başlamak belki de şu anda demokrasiden en az Kürtler kadar dışlanan Atatürkçü seküler ve modern kesimin Kürtlerle demokrasi “empatisi” yapmasına da vesile olacaktır.

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Merkeziyetçilik mi, yerelleşme mi daha iyi?

Yeni bir kanunla belediyelerin zaten yetersiz olan yetkilerinin önemli bir kısmı merkezi idareye veya merkezin emri altındaki vali ve kaymakamlara aktarılırsa, bu durum çok açık ve net biçimde Anayasa m.127 ile konulan temel kurala aykırı olur

Türk milliyetçilerinin derin çelişkisi

Siyasette artık kitleleri “milliyetçilik” ve “dindarlık” masalları ile uyutma olanağının kalmadığı ve gelecek seçimlerin tehlikede olduğu görülünce, ağızlarına bir parmak bal çalınarak oy devşirilecek tek alternatif oy deposu olarak Kürtler göze kestirilmiş gibi

Memurlara soruşturma izni kalkanı doğru mu?

Kartalkaya Otel yangını “cinayetlerinde” Başsavcılık ilgili gördüğü belediye ve il özel idaresi memurları için soruşturma izni prosedürüne gerek duymadan doğrudan soruşturma açtı ve tutuklamalar istedi. Mahkeme de kabul etti. Oysa aynı suç kapsamında ilgili Bakanlık görevlileri hakkında aynı prosedür işletilmedi. Bu çifte standart hakkında kamuoyuna tatmin edici bir açıklama yapıldığını da görmedim

"
"