Baskın Hoca’nın günümüz Türkiye’si için merkeziyetçiliğin olumsuz etkileri hakkındaki görüşlerine katılıyorum.
Gerçekten de ülkemizde halen siyasi ve idari yönden hemen tüm önemli konularda karar alma ve inisiyatif kullanma yetkilerinin merkezi hükümette olması ve yerel seçilmişlere (belediyelere) genelde çok az yetki tanınmış olması demokrasinin yerleşmesi için en önemli sorunların başında geliyor.
Kanunlarda yerel seçilmişlere (özellikle belediyelere) tanınan yetkilerin büyük kısmı için ise ya doğrudan ilgili merkezi idarenin (bakanlığın) bu yetkileri bertaraf ya da bypass eden paralel ve alternatif yetkileri var.
Ya da merkezin bu konulardaki denetim yetkileri (mali denetim dahil) o kadar sıkı ve sınırsız ki asıl yetkiyi anlamsız kılabiliyor.
Örneğin imar yetkileri.
İmarda yolsuzluk evriminin yerelden merkeze yönelimi
Aslında kanun imarda asıl yetkiyi belediyelere vermiş.
Ne var ki Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (1 nolu CBK) ile ilgili bakanlıklara (Çevre ve Şehircilik veya Turizm) öyle geniş imar yetkileri tanımış ki belediyelerin yetkilerini uygulamada kolayca etkisiz kılabiliyorlar.
Örneğin Bakanlık belediye sınırları içindeki istediği bir parseli veya alanı belediye yetkisinden koparıp doğrudan kendi uhdesine alıp, burasının tüm imar yetkilerini doğrudan merkeze, kendi yetkisine alabiliyor.
Böylece belediyeleri imar konusunda kolayca devre dışı bırakabiliyor.
Örneğin büyük kentlerin birinde değerli bir lokasyonda bir arsanız mı var? Normalde belediyeden istediğiniz imarı alamıyor musunuz?
Kolayı var.
Hemen siyasi kanaldan birilerine ulaşıyorsunuz.
Bakanlık o parseli veya alanı kendi uhdesine alıyor ve belediyeyi devre dışı bırakıyor.
İşi kitabına uydurarak (nitelikli bir imar veya turizm projesi vs. kılıfına sokarak) tüm imar plan ve ruhsat yetkilerini üstüne alıyor ve size istediğiniz imarı veriyor.
Tabii ortaya çıkan imar rantı birileri arasında pay ediliyor.
Son yıllarda bu durum o kadar kötüye kullanılan bir yol ki, bir hükümet değişikliği olduğunda sanırım çevre ve şehircilik ile turizm bakanlıklarının sırf bunların tek tek hesabını vermesi bile çok büyük ses getirir.
Şimdiki belediye operasyonlarını filan solda sıfır bırakır.
Aslında ülkemizde Sol gelenekten gelen şehir plancıları, mimarlar ve idare hukukçuları imar yetkilerinin Özal döneminde Merkezi idareden alınıp belediyelere yani yerele verilmesine hep karşı çıkmışlardır.
Bu yetkilerin merkezden yerele aktarılmasının hem belediyelerin teknik yetersizlikleri nedeniyle hem de yerel bazda ve küçük ölçekte rüşvet ve yolsuzluğu kolaylaştıracağını ileri sürerlerdi.
Yolsuzluğun başkentte merkez seviyesinde yerele göre çok daha zor olacağı varsayımı da vardı sanırım.
Gelinen noktada çoğu belediye aslında deneme-yanılma yoluyla da olsa imar yetkilerinde belli bir olumlu seviyeye geldi sayılır.
Mevcut yerel yönetim mevzuatı sisteminin kendi içindeki denetim mekanizmaları da olumlu etki doğurdu. İlçe belediyelerin imar yetkilerinin büyükşehir tarafından somut ve rutin denetime tabi tutulması gibi.
Ne var ki bu kez de yukarıda değindiğim merkezin “yetki gaspı” (aslında teknik olarak “ağır ve bariz yetki tecavüzü”) sorunu ortaya çıktı.
Hem de çok ciddi kötüye kullanmalar ile birlikte.
Yani imardaki büyük çaplı yolsuzluklar aslında yerelden merkeze doğru bir seyir izledi.
Kürt sorunu için de yerel idarelerin güçlenmesi, hastalığı tedavi edici olmasa da ağrıyı dindirici bir etki doğurabilirdi kuşkusuz.
Ne var ki bırakalım belediyelerin yetkilerini artırmayı, Kürt yoğun coğrafyada seçilmiş belediye başkanlarını hem de seçilir seçilmez kayyımlamak politikası son yıllarda norm olduğundan, bu tartışmayı teorik düzeyde yapmak bile halen abesle iştigal olur.
Hatta bu konuda DEM Parti’nin, seçilmiş Kürt yerel politikacıları neredeyse otomatik biçimde kayyımlamayı ve hatta hapse atmayı adeta rutinleştiren iktidarın halen gözünün içine bakarak medet ummaya çalışması naiflik değilse, ancak oportünizm kokan bir yaklaşım olarak nitelenebilir.
Beğenmediğiniz Anayasa merkez-yerel dengesini hiç de fena korumuyor
Peki Cumhurbaşkanının hazırlık sinyali verdiği ve belediyelerin mevcut birçok önemli yetkisini merkezi idare kontrolüne veren yeni kanun çıkarsa Anayasa’ya uygun olur mu?
Beğenmediğiniz mevcut 82 Anayasası merkez-yerel ilişkisinde aslında çok önemli ve çok olumlu iki temel kural koyuyor:
İlk kurala göre, T.C. idaresi hem “merkezden yönetim” hem de “yerinden yönetim” ilkelerine göre dizayn edilmek zorunda ve bu iki ilkenin birbirine üstünlüğü yok (AY m. 123).
Yani Anayasa, merkezden yönetim ilkesine aslında üstünlük tanımıyor.
O halde merkeziyetçiliği yerelleşmeye göre üstün kılmak aslında anayasal seviyede bir zorunluluk değil. Yasal seviyede ve uygulamaya yönelik bir sorun.
Bunun da hukuksal anlamı, Anayasa değişikliğine gerek olmadan bu sorun aslında kolayca çözülebilir.
Yeter ki siyasi irade bulunsun.
İkinci önemli kurala göre ise “mahalli müşterek ihtiyaçlar” konusundaki idari yetkiler sadece ve sadece yerel yönetimlere verilebilir ve merkezi idareye verilemez (AY m.127).
Bunun anlamı ise şu:
Parlamento veya Cumhurbaşkanı kanunla veya kararname (CBK) ile “mahalli müşterek ihtiyaçlar” yani yerel kamu hizmetleri konusundaki yetkileri yerel yönetimlerden yani belediyelerden alıp, merkezi idareye veya merkezin hiyerarşik astlarına (vali ve kaymakamlar gibi) veremez.
Bu konuda Anayasa m.127 çok açık ve net.
Yoruma veya işi sulandırmaya müsait değil.
Yerelin yetki alanını çok net biçimde korumaya almış.
O halde işin Türkçesi, eğer yeni bir kanunla belediyelerin zaten yetersiz olan yetkilerinin önemli bir kısmı merkezi idareye veya merkezin emri altındaki vali ve kaymakamlara aktarılırsa, bu durum çok açık ve net biçimde Anayasa m.127 ile konulan temel kurala aykırı olur.
Beğenmediğiniz mevcut Anayasa bile bu konuda yerel demokrasiyi oldukça iyi korumaya almış.
Ali D. Ulusoy kimdir?
Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.
Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.
ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.
Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.
Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.
|