16 Temmuz 2025

Yazmak bir işe yarıyor mu?

Açıkçası köşe yazısı yazmaktaki asıl motivasyonum insanların yazdıklarımı beğenmesi değil. Beni yazmaya motive eden asıl faktör, bu yolla içimi dökebilmem. İçimi boşaltmamın en pratik yolu olarak görmem

Düzenli gazete köşe yazarlığına 2007 yılında Sayın İsmail Küçükkaya’nın genel yayın yönetmenliğindeki Akşamgazetesinde başladım.

Öncesinde de sık sık Radikal İki’de yazıyordum gerçi ama düzenli sayılmazdı.

2011’de Danıştay üyesi olunca yüksek yargıçlık göreviyle bağdaşmayacağını düşünerek Akşam gazetesindeki köşe yazarlığını bıraktım.

2014 yılında Danıştay üyeliğinden kendi isteğimle ayrılıp üniversiteye dönünce, yeni ve güzel bir çizgi tutturduğunu düşündüğüm Gazete Duvar’da düzenli (haftada bir) yazmaya başladım.

Ne var ki Ahmet Altan’ın Taraf gazetesindeki genel yayın yönetmenliğinde Ergenekon soruşturmaları hakkında objektif ve tarafsız bir gazetecilik performansı sergileyemediğini savunduğum yazım sansür edilince tepki olarak bir daha yazmadım.

Hemen sonrasında da halen yazdığım T24’te yazmaya başladım.

İtiraf etmem gerekir ki uzun süredir haftada bir düzenli yazdığım T24’ten son derece memnunum.

Şimdiye kadar yazılarımla ilgili en küçük editoryal müdahale sorunu yaşamadım.

Genel yayın çizgisi ve kalitesi de bence son derece iyi.

Ülkenin geldiği noktada bunun ne kadar önemli ve değerli bir özellik ve ayrıcalık olduğunun farkındayım.

Sonuçta, verdiğim 3 yıllık arayı çıkarırsak yaklaşık 15 yıldır düzenli köşe yazarlığım var ve bunu ücret almadan tamamen gönüllü olarak ve topluma hizmet amaçlı yapıyorum.

Her hafta düzenli yazmak gerçekten de zor iş.

Hem dişe dokunur orijinal şeyler yazabilmek, hem de okuyanları sıkmadan ve fazla teknik kaçmadan ilgi çekici tarzda yazabilmek ve bunu her hafta aralıksız yapabilmek kolay iş değil.

Açıkçası köşe yazısı yazmaktaki asıl motivasyonum insanların yazdıklarımı beğenmesi değil.

Geri dönüşlerden anladığım kadarıyla başta hakim-savcılar olmak üzere özellikle hukuk camiasında ciddi sayıda okuyucum var gibi görünüyor.

Ne var ki beni yazmaya motive eden asıl faktör, bu yolla içimi dökebilmem.

İçimi boşaltmamın en pratik yolu olarak görmem.

İçi yanan sanatçı nasıl içini şarkı yazarak, şarkı söyleyerek, resim yaparak, taş veya ağaç yontarak, rol yaparak, şiir veya roman yazarak döküyorsa ve ancak bu yolla rahatlayabiliyorsa, ülkedeki hukuk gündemini dert edinen hukuk hocası da içini, ülkedeki hukuk ihlallerini ve hukuk-siyaset sorunlarını deşifre ederek boşaltabiliyor.

Söyledikleri ve yazdıkları ne kadar işe yarıyor bilinmez.

Ama en azından kendi içini dökerek kendi psikolojisini dengeleyebiliyor.

Yazmanın bir diğer patik faydası da ileride çocuklar veya torunlar “ülkede hukuk ve hukuk devleti bu kadar yerlerde sürünürken hukuk profesörü olarak ne yaptın?” diye hesap sorarlarsa, “alın bakın işte kimsenin sesini çıkaramadığı o karanlık günlerde elimi taşın altına koydum!” diyebilmek.

Motivasyon kaybı

Ne var ki itiraf edeyim son günlerde köşe yazısı yazmak konusunda ilk defa bir tür motivasyon kaybı hissediyorum.

Nedeni de daha çok ilkesel.

İlk neden, genel olarak toplumun ve özellikle de hukuk kamuoyunun ülkede son zamanlarda yaşanan ve çizgiyi olağanüstü biçimde aşan ağır hukuk ihlallerine karşı olan duyarsızlığının artık iyice kabak tadı vermesi.

Ana muhalefet partisine karşı yapılan ve demokrasinin ve hukuk devletinin en temel kural ve ilkeleri ile çelişen kurumsal hukuk tacizleri.

Muhalefetteki seçilmiş belediye başkanlarına karşı, haklarında yüzlerce somut iddia dile getirilen ve yolsuzluk iddialarıyla sembolleşen iktidarın bazı eski belediye başkanları hakkında soruşturma bile açılmazken, tutuklama kurumunun içini boşaltarak, eşitlik ve tarafsızlığı hiçe sayan sistematik hukuk ihlalleri.

Ana muhalefetin Cumhurbaşkanı adayına karşı, nedense adaylığını açıklar açıklamaz enteresan bir zamanlama ile hemen düğmeye basılan haksız diploma iptali ve tutuklama.

İktidarın hoşuna gitmeyen basın-yayın faaliyetinde bulunma dışında suçu olmayan birçok gazeteci hakkında ifade ve basın özgürlüğünün en temel ve asli kurallarını hiçe sayan tutuklamalar ve soruşturmalar.

Normal bir demokratik ülkede en fazla kamuoyunda biraz kınanabilecek ve kalitesi eleştirilebilecek ancak kesinlikle dinsel değerlere karşı suç ve hakaret görülmeyecek bir karikatür nedeniyle, tolerans eşiğinin diplere vurarak derginin yakılmaya çalışılması ve yazar ve dergi yöneticilerinin tutuklanması.

Sonuç olarak ülkede temel demokrasi ve hukuk devleti değerleri ve insan hakları standartları hiçbir zaman çok iyi seviyede olmamıştı.

Ama hiçbir zaman da seviye bu kadar yerlere düşmemişti.

Bu değerlerin bu kadar zayıflamasına karşı toplumsal ve demokratik farkındalığın hangi seviyede olduğunu kestirmek bu otoriter ortamda zor belki.

Ama en eğitimli toplum kesimlerinden bile hemen farkedilen vurdumduymazlık ve “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”cılık artık gerçekten insanın canını acıtıyor.

İnsanı istemeden, “Ne haliniz varsa görün!”, “Kendi çamurunuzda debelenip durun!”, “siz kendi çocuklarınızın geleceğini düşünmüyorsanız ben ne yapayım!” noktasına getiriyor.

Üstelik bir de yazdığınız her kelimeyi, “Acaba durumdan vazife çıkaracak bir savcı ve hakim zorlama ile suç bulmaya yeltenir mi?” düşüncesiyle, tartarak yazmaya çalışmak ayrıca bir akademisyen olarak utanç veriyor.

O halde en iyisi yazılara biraz mola verip, yaz dönemi için bir aylığına gideceğim Kanada’da bu konuları biraz daha düşünmek ve eğer yeterince motive olabilirsem yaz sonu devam etmek.

*Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi.

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yüksek mahkemeler ne işe yarar?

Bizzat Anayasa tarafından yüksek mahkeme ve temyiz mercii görevi verilmiş Yargıtay ve Danıştay, kanunun açıkça temyize açmayı belki de “unuttuğu” veya o anda önemini fark etmediği bir konudaki davanın gerçekten içtihat birliği sağlayabilmek için temyize açılmasını mutlaka gerekli görse bile, temyize açamıyor

İktidara muhalefet etmek yasak mı?

Yargıç, korku, baskı, çekinme, hatır, menfaat, gelecek planı, mevki, makam etkisiyle veya beklentisiyle hukuken inanmadığı bir karara imza atıyorsa, hem mesleğine ihanet etmiş olur hem de suç işlemiş olur. Eninde sonunda hukuk önünde hesap vermek zorunda kalır

Merkezi sınavlar doğru ölçüyor mu?

Uzun yıllardır salt kendi çabaları ve yetenekleri ile iyi üniversitelere girebilen “Anadolu çocukları” bulunuyorsa, bu fırsat eşitliğini rahmetli Altan Günalp’ın dizayn ettiği ÖSYM’ye borçluyuz. Ne var ki günün sonunda gelinen noktada soru hazırlama kalitesinde gözlemlediğimiz düşüş, korkarım bu güzide kurumun prestijini ve Cumhuriyet’in fırsat eşitliği fonksiyonunu tehdit ediyor gibi

"
"