25 Haziran 2025

İktidara muhalefet etmek yasak mı?

Yargıç, korku, baskı, çekinme, hatır, menfaat, gelecek planı, mevki, makam etkisiyle veya beklentisiyle hukuken inanmadığı bir karara imza atıyorsa, hem mesleğine ihanet etmiş olur hem de suç işlemiş olur. Eninde sonunda hukuk önünde hesap vermek zorunda kalır

Fatih Altaylı

Son zamanlarda iktidara da ciddi eleştiriler getirerek, kamuoyunda en çok dikkat çeken, en çok izlenen, takip edilen programları ve yorumları yapan gazetecilerin başında gelen Fatih Altaylı Cumhurbaşkanı’na fiili saldırı ve tehdit suçlamasıyla tutuklandı.

Hem de bir CB danışmanının kendisini “suyun ısındı!” diyerek hedef göstermesinden (yoksa “kibarca uyarmasından” mı demeliydik (!) saatler sonra.

Tutuklanmasına gerekçe gösterilen programda söylediklerini sosyal medyada izledim.

Tutuklama nedeni olarak görülen eylemi özetle şöyle:

R.T. Erdoğan’ın ömür boyu devlet başkanı olarak iktidarda kalmasını halkın kabul etmeyeceğini; zira halkın kimi iktidara getireceğine karar verme yetkisinden vazgeçmeyeceğini söylüyor.

İfadesinde asıl söylediği şey bu.

Tezini güçlendirmek için ise zamanında bu halkın, istemediği bazı padişahları bile tahttan indirmeyi bildiğini söylüyor.

Bunu söylerken verdiği tarihsel örnekte bazı padişahların komploya kurban giderek “boğdurulduğu” gibi bir ifade de kullanıyor kısa bir söz arasında.

Aslında bu tarihsel örneğin burada asıl söylemek istediği şey ile doğrudan ilgisi bulunmadığını hemen sonra fark edip düzeltmeye çalışıyor akabinde.

Zamanında padişahlık döneminde bile halkın memnun olmadığı padişahın ömür boyu iktidarda kalmasına rıza göstermediğini belirterek bu örnek kısmını bitiriyor.

Konuşmada varmaya çalıştığı yerin ise halkın büyük çoğunluğunun mevcut cumhurbaşkanından memnun olmadığı ve eğer halk devreden çıkarılarak ve halka sorulmadan ömür boyu başkanlık gibi uygulamalar devreye sokulursa halkın buna onay vermeyeceği olduğu çok belli.

Öyle anlaşılıyor ki burada biraz da amacını aştığını kendisinin de hemen fark ederek düzelttiği bir tür “dil sürçmesi” bahane edilerek tutuklanıyor.

Sanki zaten bahane aranıyormuş ve bulununca da hemen üzerine atlanmış gibi.

Ceza hukuku uzmanı değilim.

Ne var ki bir kamu hukuku profesörü olarak, dil sürçmesi olmasa bile, bir gazetecinin programında eskiden bazı padişahların iktidardan düşürülme şekli hakkında tarihten örnek vermesinin tek başına nasıl şimdiki cumhurbaşkanına fiili saldırı ve tehdit suçu oluşturacağını ya da en azından nasıl tutuklama nedeni olabildiğini inanın anlamadım.

Zaten anlaşılan o ki salt tehdit suçu şeklen bile tutuklamayı mümkün kılmadığı için, ayrıca CB’ye fiili saldırı suçu da eklenmiş gibi görünüyor.

Tabii dosyayı ve dosyadaki kanıtları görmeden, açılmış soruşturma hakkında kesin fikir beyan etmek doğru olmaz.

Dosyada kamuoyunun bilmediği başka somut suçlama nedenleri varsa bilemem.

Ne var ki ülkenin en önemli ve etkin gazetecilerinden biri böyle bir gerekçeyle hem de yürütme erki içinden bir bürokratın alenen hedef göstermesi üzerine hemen tutuklanıyorsa, bu durum sadece anılan gazetecinin şahsını ilgilendiren bir sorun olmaktan çıkar.

Ülkedeki -bizler dahil- tüm okuyan-yazan ve ülke sorunları hakkında fikir beyan eden kesimleri doğrudan etkileyen ve ilgilendiren hatta “ayağınızı denk alın!” dercesine tehdit kokan çok ciddi bir sorun haline gelir.

Ülkedeki zaten tehdit altında olduğu bilinen ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, hatta düşünce özgürlüğünü ihlalde anormal ve yeni bir aşamaya geçildiği anlamına gelir.

Evrensel demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarında iyice çöküş noktasına doğru pupa yelken gittiğimizi gösterir.

Bu ülkeden umudunu iyice yitirmeye başlayanların kendileri veya en azından çocukları için daha demokratik alternatif ülkeler arama çabalarının artacağına işaret eder.

“Sizi buraya tıkan irade böyle istedi” tarihi tekerrür mü ediyor?

Ülkedeki son zamanlarda hayretle izlediğimiz ve özellikle Yargı erki adına gerçekleşen evrensel hukuk devleti sorunları bana 1960 Darbesi sonrasında Başbakan Menderes ve arkadaşlarını yargılayan Yassıada Mahkemesi (Yüksek Adalet Divanı) Başkanı Salim Başol’un meşhur sözünü hatırlatıyor:

“Sizi buraya tıkan irade böyle istedi!”

Cumhuriyet tarihimizde yargı erkinin iktidara daha doğrusu ülkeyi yöneten “muktedir güce” karşı bağımsız olamadığının ibret verici hazin ve vahim itirafı.

Aslında biraz da kendini kurtarma motivasyonu ile söylenmiş bir itiraf.

“Bunları yapmak benim kişisel tercihim değil, muktedir irade böyle buyurduğu için benim başka seçeneğim yok, mecburen yapmak zorunda kalıyorum” demek istiyor.

Böylece ya kendi vicdanını rahatlatmak istiyor.

Ya da kendi sorumluluğunu bu yolla hafifletebileceğini zannediyor.

Oysa sırf üst bir iradeden korktuğu için, aslında suçluluğuna inanmadığı bir kimseyi suçlu saymak bir yargıç için en affedilmez kusurdur.

Halkın siyasette kestiği “sessiz cezalar”

Aslında Sol’un Türkiye’de 1960’lardan sonra yaklaşık 40-45 yıl boyunca tek başına iktidara gelememesinin en önemli nedeni bana göre halkın Menderes’in haksız biçimde idam edilmesini bir türlü kabullenmemesi.

2000’lerden sonra bu iş artık halk nazarında unutulunca durum biraz değişti. Ama 2000’lere kadar ortalama Anadolu insanındaki CHP ve Sol “alerjisinin” arka plandaki nedeninin bu haksızlığa olan “sessiz isyan” olduğunu bizzat kendi yakın çevremden biliyorum.

Yani halk bu işin siyasi faturasını CHP’ye ve Sol’a kesmişti.

Oysa o zamanın yargıç ve savcıları dik durabilseler ve o zamanın kanunlarına göre bile idamlık olmayan suçlamalara karşı hukukun gereğini yapabilseler, belki de Sol ve CHP bu kadar uzun süre halktan ceza yemeyecekti.

Yani siyasete karşı bağımsız olamayan yargı, halk nazarında hem kendi itibarını bitirdi hem de aslında Sol’u cezalandırmış oldu.

Halk gerek darbe yönetimindeki askerleri gerekse onların sözünden çıkmayan idare ve yargı bürokrasisini CHP’nin ve Sol’un doğal parçası gibi gördü.

CHP ve Sol’u ise sırtını halka değil, askeri ve sivil bürokrasiye dayayan, halktan kopuk ve halkın sorunlarını umursamayan “tuzu kurular” olarak algıladı.

Bunun sonucunda da siyaseten uzun süren bir ceza kesti.

2000’lerden sonra CHP ve Sol bir-iki kez koalisyon iktidar ortağı olabildiyse de bunu daha istikrarlı ve tek başına iktidara dönüştürememesinin nedenleri başka ve siyasi beceriksizlik ve yönetimsel basiretsizlik asli nedeni.

Sol ve CHP’nin yeni şansı

O halde Türkiye’de Sol siyaset belki de 40-45 yıllık bir dönemde yargı erkinin siyasi güç odaklarına karşı bağımsız duramamasının ve adaletin ve hukukun gereğini yapamamasının ceremesini çekti.

Bunun sonucu olarak ise siyasette rakipsiz kalan Sağ, belki de iktidarda hak ettiğinden çok daha uzun süre kaldı. Sol taraftan alternatif olmaması haksız rekabet doğurdu ve potansiyel siyasi rekabet ortamı ile ülkenin daha ileri gitmesine ve en azından sosyo-kültürel açıdan gelişmesine belki de engel oldu.

Bundan daha da üzücü olan ise yargının yaklaşık 60 yıldır bu konuda pek bir mesafe ve ilerleme kaydedememesi.

Son gelişmeler maalesef bu tezi doğruluyor.

Bu arada Yassıada sonrasındaki siyasi gelişmelerden şimdikinin iki önemli farkı var gibi görünüyor:

İlk fark, askeri, idari ve yargı bürokrasisine sırtını dayayıp halktan kopma sırası CHP ve Sol’dan mevcut Sağ iktidar bloğuna (AKP ve MHP) geçmiş gibi görünüyor.

Halka daha yakın olan ve halkın somut sorunlarını daha çok dert edinen ve bunu da gösteren artık CHP.

İkinci fark ise CHP ve Sol’da çok uzun süredir ilk defa siyaseten basiretli ve becerikli bir yönetici ve potansiyel lider kadrosu bulunuyor.

Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş, Özgür Özel bu konuda herkesin hemfikir olduğu isimler.

Ne kadar yapay engeller koyulmaya çalışılırsa çalışılsın, ne kadar belden aşağı vuruşlar ve haksızlıklar yapılırsa yapılsın, eninde sonunda bu ülkede halk tarafından yönetime getirilecekler gibi görünüyor.

Nasıl Menderes’in idamı, sonrasında aynı taraftan Demirel’in hatta Özal’ın uzun yıllar iktidarda kalmasını engelleyemediği gibi.

Muhtemelen bunlardan birilerine koyulacak yapay engeller de diğerinin iktidara gelmesine engel olamayacak.

Yargıç da hesap öder mi?

Hadi siyasette taşlar eninde sonunda yerine oturur ve siyaset kendi mecrasında bir şekilde ilerler.

Ne var ki Yargı’nın dengesini kaybetmesinin ve bağımsızlığını tartışılır hale getirmesinin toplum üzerindeki olumsuz etkisi çok daha ağır ve uzun süreli olabiliyor.

Eminim ki ileride “hesap günü” geldiğinde şimdi kusurlu ve hatalı iş yapanlar da geçmişte Yassıada’dakilere benzer savunmalar yapacak.

“Ne yapalım, aslında biz de istemiyorduk bu durumları, ama bu kararları vermeseydik bize şöyle yaparlardı, böyle yaparlardı, şuraya sürerlerdi, buraya sürerlerdi, mecbur kaldık!” filan diyecekler.

Ne var ki yargıç olmanın klasik memuriyetten çok önemli bir farkı var:

Yargıçlık hiyerarşi kabul etmez.

Yargıç, emir ve talimat almaz.

Yargıç, korku, baskı, çekinme, hatır, menfaat, gelecek planı, mevki, makam etkisiyle veya beklentisiyle hukuken inanmadığı bir karara imza atıyorsa, hem mesleğine ihanet etmiş olur hem de suç işlemiş olur.

Eninde sonunda hukuk önünde hesap vermek zorunda kalır.

En azından, şimdi Salim Başol ve Yassıada yargıç ve savcıları halk vicdanında nasıl anılıyorsa öyle anılırlar.

Peki, hukuken inanmasına karşın, temel hukuk nosyonuna açıkça aykırı kararlara imza atıyorsa, hangisi daha vahim?

İnanın bu soruyu sordum ama yanıtını düşünürken kendim bile irkildim ve hukuk hocası olarak midem bulandı.

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Merkezi sınavlar doğru ölçüyor mu?

Uzun yıllardır salt kendi çabaları ve yetenekleri ile iyi üniversitelere girebilen “Anadolu çocukları” bulunuyorsa, bu fırsat eşitliğini rahmetli Altan Günalp’ın dizayn ettiği ÖSYM’ye borçluyuz. Ne var ki günün sonunda gelinen noktada soru hazırlama kalitesinde gözlemlediğimiz düşüş, korkarım bu güzide kurumun prestijini ve Cumhuriyet’in fırsat eşitliği fonksiyonunu tehdit ediyor gibi

Merkeziyetçilik mi, yerelleşme mi daha iyi?

Yeni bir kanunla belediyelerin zaten yetersiz olan yetkilerinin önemli bir kısmı merkezi idareye veya merkezin emri altındaki vali ve kaymakamlara aktarılırsa, bu durum çok açık ve net biçimde Anayasa m.127 ile konulan temel kurala aykırı olur

Türk milliyetçilerinin derin çelişkisi

Siyasette artık kitleleri “milliyetçilik” ve “dindarlık” masalları ile uyutma olanağının kalmadığı ve gelecek seçimlerin tehlikede olduğu görülünce, ağızlarına bir parmak bal çalınarak oy devşirilecek tek alternatif oy deposu olarak Kürtler göze kestirilmiş gibi

"
"