14 Mayıs 2025

Erdoğan neden suskun?

PKK Kongre Sonuç Bildirgesi'nin çelişkileri ve sorunları; paralel bir idari yapılanma mı kurulacak?

erdoğan imralı heyeti

PKK’nın 12. Olağanüstü Kongresi’nde kendini fesih ve silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı alması kuşkusuz hem siyasi yönüyle hem hukuksal yönüyle büyük bir olay.

Ana muhalefet lideri, diğer muhalefet liderleri ve İktidarın küçük ortağı parti lideri dahil sürece ilişkin olarak lehte veya aleyhte ya da ihtiyatlı bir iyimserlikle veya kötümserlikle aktif olmayan siyasetçi kalmadı.

Tek bir istisnayla.

Süreçte en pasif ve suskun kalan siyasetçi kuşkusuz hem iktidar partisi lideri, hem siyasi iktidarın başı, hem de devlet başkanı sıfatıyla en önemli konumda olan Sayın Erdoğan.

Arka planda pasif olarak gelişmelere onay vererek etkili olmuştur kuşkusuz.

Ama bu süreçte kamuoyuna ve halka özellikle aktif konumda olmadığı ve sürecin dışında bulunduğu izlenimi vermek için özel bir çaba sarfettiği çok açık.

Bunun benim aklıma gelen iki nedeni olabilir:

İlki, bir önceki Çözüm Süreci sonrasındaki Genel Seçimlerde (“7 Haziran” 2015 Seçimleri) siyasi hayatının en ağır seçim yenilgisini alarak ilk defa TBMM’de çoğunluğu kaybetmesinin travması ile aynı şeyin önümüzdeki ilk seçimlerde yeniden tekrarlanmasından korktuğundan.

İkincisi, aslında bu yeni Kürt Planı pek de içine sisnmemesine karşın, doğrudan karşısına almayı göze alamadığı “Derin Devlet/Devlet Aklı kaynaklı bu yeni plana kerhen destek vermek zorunda kalmasından.

Hangisi gerçek neden bimiyorum.

Ama ülkenin en önemli siyasi figürünün bu süreçte böylesine suskun ve pasif konumda kalması gerçekten de çok enteresan.

Derin devlet var mı?

Bu arada de facto bazı konjoktürel insiyatif almalar dışında, kurumsal olarak böyle bir “yapı”  gerçekten var mı bilmiyorum.

Yani devlet yapılanması içinde ülke menfaatini düşünen çeşitli kesimler nezdinde “de facto konjonktürel inisiyatif almalar”dan ibaret ve siyaset-üstü bir “devlet aklı” bulunduğu düşünülebilir.

Olması da doğaldır.

Bunun dışında Amerikan filmlerinden gördüğümüz tarzda siyasete de hükmeden tarzda çok daha organize ve kurumsal bir “derin devlet” yapılanması bulunduğunu sanmıyorum.

Varsa da zaten demokrasi adına doğru olmaz.

Ne var ki adına sui generis şekilde kurumsallaşmış “derin devlet” de denilse, “de facto konjonktürel inisiyatif almalar”dan ibaret “devlet aklı” da denilse, öyle ya da böyle bu son Kürt Planı “yemeğinin” devlet tarafı adına, klasik siyaset ve idare yani “hükümet” yapılanması dışında bir mecrada “pişirildiği” ve ilgili “embedded” siyasi figüre “servis” ettirildiği anlaşılıyor.

Bu arada enteresan olan nokta şu:

Eğer bu yeni Kürt Barışı işini düşünüldüğü gibi “Derin Devlet/Devlet Aklı” kotardı ise, uzun süredir bu Derin Devlet veya Devlet Aklı ile mücadeleyi en önemli görev edinen ve böyle bir unsurun varlığını Ülkenin en büyük demokrasi sorunu olarak gören ve gösteren Liberal Sosyalist entelektüel camia çok ciddi biçimde offside’a düşmüş olmuyor mu?

Öyle ya Kürt sorununda belki de hayal bile edemeyecekleri bu olumlu noktaya gelinmesi en büyük düşman belledikleri bu derin devlet/devlet aklı sayesinde gerçekleşmiş olmuyor mu?

Bu cenah artık bundan böyle ana düşman olarak kimi ve hangi oluşumu gösterecek?

Herhalde artık bundan böyle yeni hedef ve ana düşman Lozan’ı sahiplenen Atatürkçü kesim olacak.

PKK Kongre Sonuç Bildirgesi'nin çelişkileri ve sorunları

12. Olağanüstü Kongre’de PKK’nın aldığı örgütü fesih ve silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı hakkındaki Sonuç Bildirgesi'ni okudum.

Öncelikle vurgulamam gerekir ki bu karar hem Kürtler hem de Türkler açısından önemli ve isabetli bir karar.

Önayak olanları ve vesile olanları kutlamak gerek.

Ne var ki Kararda dikkatimi çeken ilk nokta, örgütün feshi ve terör faaliyetlerini sonlandırma kararının karşılıksız ve kayıtsız ve şartsız olmayıp, iki somut şarta bağlanmış olması.

Sonuç Bildirgesinde bu konuda aynen şöyle deniyor:

“Söz konusu kararların uygulanması Önder Apo’nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir.”

Yani PKK’nın kararı Öcalan’ın serbest bırakılması ve ayrıca “sağlam bütünlüklü bir hukuki güvence “ şartına bağlanmış.

Öcalan’ın serbest kalmasında Türklerin çoğunluğunun tepkisini çekmeyecek daha ara formüller düşünülmüştür mutlaka.

İmralı içinde rahatça serbest bulunabileceği bir tür ev hapsi veya “ada hapsi” gibi.

Ama Kürtler için “sağlam bütünlüklü bir hukuki güvence “ ne demek?

Hem “sağlam” hem de “bütünlüklü” olması gerektiğine göre, herhalde bir yandan teröre aktif veya pasif olarak katılmış PKK militanlarını da içeren bir tür kapsamlı affı içerecek yasal düzenleme olacak.

Diğer yandan Kürtlere yasal hatta anayasal statü içeren bir boyutu da olacak.

Bu noktada aynı Bildiride Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’nın sadece Türklerin kurucu öge yapmasına karşı çıkılıp ve reddedilip, açıkça “Kürt-Türk halklarının kurucu öğe olduğu” yeni bir Cumhuriyet kurulması da talep ediliyor.

Peki bu konularda somut kanunlar çıkarmak ve Anayasa değişiklikleri yapmak o kadar kolay mı?

Bunların siyasi sonuçları olmayacak mı?

Paralel bir idari yapılanma mı kurulacak?

Daha da ilginci, Kürtlerin bundan böyle kendi coğrafyalarında kendi dilleri, kimlikleri ve kültürleriyle örgütlenip bir tür “özyönetim” oluşturmaları da isteniyor ve aynen şöyle deniliyor:

Halkımızın kadınlar ve gençler öncülüğünde, yaşamın her alanında öz örgütlerini oluşturması, dilleri, kimlikleri ve kültürleriyle kendine yeterli olma temelinde örgütlenmesi, saldırılar karşısında kendini savunur hale gelmesi ve seferberlik ruhuyla komünal demokratik toplumu inşa etmesi hayati önemdedir.”

Yani Kürtler silah bırakacak ve teröre son verecek. Ama kendi coğrafyalarında bir tür paralel idari yapılanma mı kuracak?

Bu ifadeleri böyle mi anlamak gerekir?

Sanki buradan çıkan anlam böyle gibi.

Bildirideki T.C.’nin Kürtlere soykırımla suçlanması ve T. Özal’ın devletçe öldürülmesi gibi komplo teorilerine ve afaki suçlamalara girmiyorum bile.

Bu kadar ağır töhmet altında bıraktığınız Türklerle nasıl biraraya gelmeyi düşünüyorsunuz?

Böyle her şeyi kendine yontan bir anlayışla Türklerin çoğunluğunu bu işe nasıl ikna edeceksiniz?

Türklerin çoğunluğunu yok sayarsanız da nasıl kardeşlik ve birliktelik olacak?

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

 

Yazarın Diğer Yazıları

İktidara muhalefet etmek yasak mı?

Yargıç, korku, baskı, çekinme, hatır, menfaat, gelecek planı, mevki, makam etkisiyle veya beklentisiyle hukuken inanmadığı bir karara imza atıyorsa, hem mesleğine ihanet etmiş olur hem de suç işlemiş olur. Eninde sonunda hukuk önünde hesap vermek zorunda kalır

Merkezi sınavlar doğru ölçüyor mu?

Uzun yıllardır salt kendi çabaları ve yetenekleri ile iyi üniversitelere girebilen “Anadolu çocukları” bulunuyorsa, bu fırsat eşitliğini rahmetli Altan Günalp’ın dizayn ettiği ÖSYM’ye borçluyuz. Ne var ki günün sonunda gelinen noktada soru hazırlama kalitesinde gözlemlediğimiz düşüş, korkarım bu güzide kurumun prestijini ve Cumhuriyet’in fırsat eşitliği fonksiyonunu tehdit ediyor gibi

Merkeziyetçilik mi, yerelleşme mi daha iyi?

Yeni bir kanunla belediyelerin zaten yetersiz olan yetkilerinin önemli bir kısmı merkezi idareye veya merkezin emri altındaki vali ve kaymakamlara aktarılırsa, bu durum çok açık ve net biçimde Anayasa m.127 ile konulan temel kurala aykırı olur

"
"