02 Ocak 2020

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

"Bizi biz yapan, gülümseten, hüzünlendiren, öfkelendiren; eski limanlar, eski hikâyelerimiz."

O güzelim fotoğrafın altında böyle demiş 'iç dostum' sevgili Umur Talu...

Bizi biz yapan bir de sözcükler var…

Yaşamımızı anlamlandıran sözcükler…

Dudaklarımızın arasından rastgele fırlatıp boşluğa bıraktıklarımız değil.

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir.

Umur’un yan yana dizdiği sözcükler bir öyküye dönüşüp içimizde kelebekler uçuşturuyorsa işte ben buna söz diyorum.

Hepimiz biliyoruz: Sözcükler düşüncelerimize hükmediyor, şekillendiriyor; düşünceler duyguları harekete geçiriyor, duygular davranışlarımıza yansıyor. Davranışlar da sonuçları belirliyor.

Bu nedenle "Kelimeler, tecrübelerimizi dizdiğimiz ipliktir" diyor Aldous Huxley, bu nedenle "Kelimelerin gücünü bilmeden, insanı anlamak imkânsızdır" diye kesin konuşuyor Konfüçyus. Bu nedenle "Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu" diye soruyoruz sık sık…

Ağzımızdan çıkan her sözcüğün, her tümcenin düşüncelerimizin 'aromasını', hayatımızın anlamını, tecrübelerimizi, hakikiliğimizi ele verdiğini aslında çoğumuz biliyoruz.

Biliyoruz da, meramımızı anlatmakta ya da karşımızdakinin meramını anlamakta neden bu kadar 'fakiriz?'

Birçok siyasetçinin, bilim insanının hatta sanatçının bir tümceye başlayıp sonunu getiremediğini noktaları, virgülleri es geçtiğini meramını anlatırken kıvrandığını ve sizi de kıvrandırdığını yaşıyorsunuzdur.

Hele ikili ilişkilerde, dostluklarda, arkadaşlıklarda, sevgililiklerde…

Sözler, yani hakikat çoğunlukla "Beni anlamadın", "Kendimi anlatamadım", "Yanlış anladın", "Yanlış anladım", "Yanlış anlaşıldım" tümceleri arasında kaybolup gidiyor.

Ne zaman sözcüklerimizi hor kullanmamızla ilgili ahkâm kesmeye kalksam çok yakın arkadaşım, "Bıktım senin şu sözcüklerinden, kelimelerinden" diye bağrışmaya başlar.

Oysa, kızmasa, bıkmasa, psikolojinin konuya Psikodilbilim (Dönüşümsel Dilbilgisi) diye bir alt alan bile açtığını görse, Noam Chomsky’nin, herhangi bir durumu ifade etmek için kullanılan sözcüğün psikolojik ve sinirsel durumda farklılıklar yarattığı yaklaşımının derinlerine varsa daha anlaşılır olacak ve daha iyi anlayacak.

Bazen düşünürüm.

Dudaklarımızın arasından çıkan söz, aynı zamanda bir titreşim. Duyduğumuz sözcüğün yarattığı anlamın yanı sıra, acaba titreşimin de bedenimizde, ruhumuzda yarattığı ayrı bir anlam var mı?

Bence vardır.

Sözcüklerin büyüsünü keşfedenler bir yana bu büyüyü kendi çıkarlarına malzeme yapıp eğip bükme 'sanatına' çevirenleri de unutmamak gerek. Aklıma önce reklamlar geliyor doğal olarak.

Önce güzelim sözcüğe çıkarlara göre, yalanlara göre bir anlam yükleniyor, sonra gerisi geliyor. Bu 'becerikliler' biliyorlar ki sözcüklere hangi anlamı yüklüyorsak ona göre düşünüyoruz. Yani sözcükler bir anlamsızlığın aracı haline de getirilebiliyor.

Önce bir etiket yapıştırıp sonra bu etiket üzerinden sorgulamaya, anlamaya başladığımızda sözcüklerin sihri kayboluyor, başka manalar başka hayatlar, başka hakikatler bizi teslim alıyor. Sözcüklerimizle tanışmazsak, iyi arkadaş olmazsak, derinlerine dalma becerisini göstermezsek birileri gelir sözcüklerin yerine koyduğu yeni anlamlarla bizi kulağımızdan tutup hiç olmadık yerlere sürükleyiverir.

Yalan dünyalar da böyle oluşuyor zaten, hiç fark etmiyorsunuz ve sizi içine çekiveriyor.

Yeni yılın 'taze' gününde böyle sıkıcı bir yazıya neden sıvandım?

Umur’un fotoğraf altını okurken, kulağımda kaç günlerdir dinlemekten bıkmadığım Sezen Aksu’nun "Aykırı Çiçek"i dolanıyordu. Bir yerinde şöyle diyordu:

"Kim bilebilir kimin halini

Dil söylemez yüreğin harbini

İç hisseder hakikat sırrını"

Gerçekten de öyle. Sözcüklerimiz bizim değilse 'harbi' olamıyoruz.

Hele ruhumuzda hissedecek hâl de kalmamışsa hakikatin sırrını ara ki bulasın.

Canım sıkkındı.

Her tarafta bir yeni yıl hareketi... Alışverişler, hediyeler, koşturmalar...

Neyin yenisiydi?

Her yenide biz ne kadar yenilenmiştik?

Her yeni bize hangi değeri, anlamı katmıştı?

Katmış mıydı?

"Hayatınızdan memnun değilseniz sözlerinizi bir yere dökmek iyi bir fikir olabilir" demiş ya Joyce Meyer, ona uydum…

Taze yılın ilk gününde epey planlarınız vardır.

Hayalleriniz olsun, asla gerçekleşmeyeceğini bilseniz bile…

Bir de yeni yılda sözleriniz olsun.

Tanışın.

Masanızın bir köşesine bir etiket yapıştırın. Üzerinde Melih Cevdet Anday’ın şu sözleri:

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Unutmayın…

Yazarın Diğer Yazıları

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar

Hayal ettiğim dünya bu değildi...

"İnsanları sevin, eşyaları kullanın, çünkü tersi asla işe yaramaz"