10 Aralık 2019

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar

Kahvemi yudumlayıp, şöyle bir gece keyfi yapacaktım ki…

Üşüştüler…

Böyle oluyor. Bir ses, bir kelime size ne anlatacaklarınızı söyleyip, çekip gidiyor.

O ses içimden mi başka bir yerlerden mi geliyor bir türlü çözemedim…

Sanırım insanları, hayatı, dünyayı keşfetmeye çabalayıp, anlamaya çalışırken kendimizi keşfetmede, çözmede yarım kaldık, az kaldık, hiç kaldık…

Bize dayatılanları alıp kullanma ve işimize yaramayanları çöpe atma kolaylığı varken, keşif yolculukları zor geldi. Kendimizi keşfedemeden başka keşiflerde boğulduk, sakat kaldık.

"Hazır lop" yalan tümcelerle avunduk. Kelimelerin içini boşalttık, çıkarlarımıza göre yeni kelimeler sözlüğü oluşturduk.

Her şeyi bilen, her şeyi gören çok akıllı insanlar olduk, ama kalbimizi, ruhumuzu unuttuk.

Herkesleri, her şeyleri sevdiğimiz söylerken sevgisiz kaldık.

Oysa herkesi her şeyi sevemiyoruz. Kötü sandığımızı sevemiyoruz, işimize gelmeyeni sevemiyoruz, bizimle aynı düşünmeyeni sevemiyoruz, kıskandığımızı sevemiyoruz…

Aşkla sevebiliyoruz.

Kötüyse de sevebiliyoruz, kızsak da sevebiliyoruz, bizi bazı zamanlarda delirtse de sevebiliyoruz, zarar verse de sevebiliyoruz.

Çiçeği, ağacı, doğayı, sokak köpeğini, her yerimizi tırmık içinde bırakan kediyi de aşkla sevebiliyoruz.

Kolay değil tabii…

Erkek kalabalığı, ölesiye sevdikleri için "sevdiklerini" gözlerini kırpmadan öldürebiliyor. Aşkla sevmeyi bilmedikleri, bilmeye de niyetli olmadıkları için öldürüyorlar.

Kendimizi keşfetmeye hiç çaba harcamadan, yıllar boyu içimizle küs yaşayarak, tüm kötülüklerimizi akla yorarak, adını pişmanlık, keşke koyarak yürüdüğümüz yolun bizi aşkla sevmeye götürmesi kolay olabilir mi?

Hayallerimizi, öykülerimizi, ümitlerimizi üç yıl, beş yıl, on yıl sonraki hayat planlarımıza kurban ediyoruz. Özene bezene yaptığımız planların hiçbir işe yaramadığını gördüğümüzde kahır kuyularına düşüyoruz.

Böyle yaşıyoruz…

Böyle yaşıyorum…

Başkaları için değil, kendim için yazıyorum bunları.

Kendimi, içimi keşfetmekte geç kaldığım yıllar için yazıyorum. Ne kadarını keşfettim onu da bilmiyorum.

"Dünya daha insancıl bir yer olsaydı, hiç yazmazdım" diyor John Berger. Belki de daha insancıl olmakla ilgili sorunlarımı daha başaramadığım için yazıyorumdur. Kim bilir.

Bazı zamanlar bir yerden bir kelime fırlayıp geliyor. Ya da bir şarkı, kısa zaman önce yaşanılan tatsız bir olay.

İçinizde fırtınalar.

Ya yazacaksınız ya kusacaksınız.

Böyle oluyor…

Ne güzel kahvemi yapmış, sigaramı yakmıştım. Güzel bir şarkı çalıyordu.

Hayaller kuruyordum.

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum.

Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum.

Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar.

Meğer beni dürtükleyip duran oymuş.

Sana yazdım der gibiydi:

"İkiye bölünmüş bir bütün gibi yaşadım

Bir yanım öbür yanıma düşman

Sağımda kızgın kumlar gezdirdim

Solum üşüyor eski bir anıdan."

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Hayal ettiğim dünya bu değildi...

"İnsanları sevin, eşyaları kullanın, çünkü tersi asla işe yaramaz"