25 Mayıs 2025

Sezaryen ve şişmanlık tartısında kayıp akıl

Uzmanlarca planlanmamış, etik ilkeler gözetilmemiş, kişisel verilerin güvenliği sağlanmamış, sürdürülebilirliği olmayan girişimler kamusal sağlık açısından risklidir. Popülist gösteriler toplumun sağlığını değil, sadece gündemi hedef alır

Suzhou’da bir haftalık görev sonrası dönüş yolunda Shanghai havaalanına gitmeden önce bir saatliğine de olsa Piangjiang Yolu’nu ziyaret etme fırsatı buldum. 25 asırlık Pingjiang Nehri'ne paralel olan Pingjiang Yolu, her ne denli tarihsel 18 taş köprüyü, antika yolları, eski evleri ve zamanın onurlandırdığı binaları barındırıyorsa da bugün tümüyle küçük mağazalar ve restoranlara teslim olmuş durumda. Pekin’de 6 saat bağlantı, toplam 13 saat uçuş ve 6 saat geriye giderek Cenevre’de eve ulaştım.

PianJiang Yolu, Suzhou, Çin Halk Cumhuriyeti (Fotoğraf Ümit Kartoğlu)

Her ne kadar her akşam Türkiye haberlerini izlediysem de döndüğümde ve izleyen günlerde Sağlık Bakanlığı’nın sezaryen ve şişmanlıkla ilgili akıllara durgunluk veren girişimleri bence sağlıkta üzerinde ciddi durulması gereken iki başlıktı. Sokaklarda boy/kilo ölçümü epey yankı ve tepki getirmekle birlikte, bakanın sezaryen-böbrek hastalığı spekülasyonuna pek ses çıkmadı.

Sağlık alanında komplo teorileri ve bilimsel verilerden nasibini almamış yorumlara bu toplum uzun zamandır aşina. Bunlara doğrudan Sağlık Bakanı’nın katılması dünyada bir ilk sanırım. Bakan Kemal Memişoğlu, Türkiye’deki yüksek sezaryen oranına dikkat çekerek bebeğin böbrek hücrelerinin tam gelişmesinin son 4-5 haftada olduğunu belirterek, “Erken aldığınızda hücreler gelişmiyor, Türkiye en çok böbrek hastası olan ülkeler arasında, nedenlerinden biri bu olabilir.” dedi. Sezaryen doğumu kötüleyecek ya…

Fetüste böbrek gelişimi (yani böbreğin işlevsel birimlerinin oluşumu) genellikle gebeliğin 34-36. haftasında tamamlanır, bu süreçten sonra yeni nefron oluşmaz, yalnızca mevcut nefronlar olgunlaşır. Bilimsel çalışmalar ışığında, bu nedenle, özellikle erken doğumlarda (27. haftadan önce doğan bebeklerde) nefron sayısı düşük olabileceğinden, bu durum ileriki yaşamda yüksek tansiyon, kronik böbrek hastalığı gibi risklerle ilişkilendirilmiştir. Planlı yapılan sezaryen için en yaygın ve ideal zaman 39. hafta olarak kabul edilir. Yani Sağlık Bakanı’nın dediği gibi 37. haftadan önce planlı sezaryen yapılmamaktadır (Bakanlığın normal doğum adı altında vajinal doğum güzellemesi yaptığı, sezaryene savaş açtığını hatırlayın) tıbbi nedenle yapılan sezaryenden bahsetmiyoruz burada. Kuşkusuz bebeğin ve annenin sağlığının risk altında olduğu ya da acil ve ciddi tıbbi durumlarda 37. hatta 34. hafta ve öncesinde sezaryen yapılabilir, ancak bunlar sağlık nedeniyle yapılan zorunlu sezaryen girişimleridir.

Özetle Bakan’ın “bebeğin böbrek hücrelerinin gelişmemesi” nedeniyle Türkiye’deki yüksek böbrek hastalığı oranlarını sezaryenle ilişkilendirmesi, kanıta dayalı tıp açısından sorunludur. Şu anda bilimsel literatürde bu ilişkiyi güçlü şekilde destekleyen yaygın ve kabul görmüş bir ortak görüş mevcut değildir. Bakanın sezaryen doğum ile ileride kronik böbrek hastalığı arasında doğrudan bir neden-sonuç ilişkisi kuran sağlam, büyük ölçekli çalışmalara dayanmayan kayıp akıl açıklamaları, kamuoyunu yanlış yönlendirmeden başka bir ise yaramaz. Sağlam epidemiyolojik ve klinik kanıtlara dayanmayan yaklaşımlar spekülatiftir ve bu tür açıklamalar ciddi halk sağlığı sonuçları doğurabilir. Sezaryen doğumun böbrek hastalıklarına neden olduğu yolunda bir değerlendirme uzun vadeli ileriye yönelik epidemiyolojik bir çalışma yapılmadan söylenemez (üstelik tek bir çalışma ile böyle bir değerlendirme yapmak da olanaksızdır). Böyle spekülatif açıklamalar yapmak da bir ülkenin Sağlık Bakanı’na hiç ama hiç yakışmaz.

Meydanlarda şişmanlık taramasını Çin’e indiğimde ögrenmiştim. Bakan Memişoğlu vatandaşların sağlığı için 3 ayda 10 milyon kişiye ulaşma hedefiyle yeni bir uygulamayı hayata geçirdiklerinin haberini veriyordu. 81 ilde eş zamanlı olarak başlatılan bu program ile, sağlık personelinin vatandaşların yoğun olduğu meydanlarda, kamusal alanlarda ve etkinlik noktalarında boy, kilo ölçümleri yapıp vücut kitle indeksi hesaplayacakları duyuruldu. Fazla kilolu kişiler tespit edilerek Sağlıklı Hayat Merkezleri ve Aile Sağlığı Merkezlerine yönlendirilecekleri açıklandı. Bu sayede, kişilere diyetisyenler tarafından beslenme danışmanlığı ve takip hizmeti sunulacağı hatırlatıldı.

Doğal olarak bu şovun bir parçası olarak Memişoğlu’nun da meydanda boy kilo ölçümüne ne zaman gireceğini bekliyordum, Memişoğlu 15 Mayıs’ta X’te yaptığı paylaşımda önce boy kilo ölçümünü ve “biraz” fazlası olduğunu ögrendiği videoyu paylaştı. Ancak tartı ve boy ölçüm aleti meydanda değil, kapalı bir mekandaydı. Sonra “Biraz fazlamız varmış. İş başa düştü, her gün yürüyeceğiz” diye bir de yürüyüş videosu paylaştı.

Bu girişim, ilk bakışta olumlu gibi görünse de detayları incelendiğinde birçok ciddi soru işareti barındırıyor, özellikle de kamusal bir sağlık politikası açısından değerlendirildiğinde. Bu uygulamanın gerçekten ulusal bir obeziteyle mücadele stratejisinin parçası olmadığı, bilimsel danışmanlık alınmadığı açık. T24 yazarı Prof. Dr. Şükrü Hatun, “Meydanlarda şişmanlık taraması iyi bir fikir mi?” yazısında, konuyu tüm detaylarıyla tartışıp, “Ülkemizde obezitenin saptanması ve tedavisinden çok (bunu birinci basamak sağlık birimleri yapabilir) esas olarak erken çocukluk dönemine odaklanmış, “aşırı işlenmiş yiyeceklerden” çocukların korunması, okul yemeği programı, çocukların sosyal medya etkilerinden korunması, uyku sağlığını ve egzersizi okul programlarının önemli ögeleri yapan bir obezitenin önlenmesi eylem planına ihtiyaç var.” diyor.

Uzmanlarca planlanmamış, etik ilkeler gözetilmemiş, kişisel verilerin güvenliği sağlanmamış, sürdürülebilirliği olmayan bir faaliyet olarak bu girişim, kamusal sağlık açısından risklidir. “Obeziteyle mücadele” cümlesinin arkasına saklanarak yapılan popülist gösteriler, toplumun sağlığını değil, sadece gündemi hedef alır.

Cenevre’ye döndüğümde tepkiler doruktaydı. Benzer konularda olduğu gibi orantısız zeka devreye girmiş, işin mizahı sosyal medyayı sararken, ciddi haberler de yayınlanmadı değil: Aydın’da kilo kontrolü uygulamasına giren vatandaş kendi kilosu normal çıkınca eşini ihbar ettiği haberi gibi.

Mizah anlamında yapılan paylaşımlarda tartışmasız ilk sırayı psikiyatrist Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar aldı. Aslında her şey Gökben’in gayet masumane mizahi bir X paylaşımı ile başlamıştı: “Naaan, Üsküdar Meydanı'nda şişman çevirmesine yakalandım. Biraz kınayıp saldılar neyse ki. Radar görünce birbirine selektör yapanlar gibi o yöne giden 3 şişmanı uyardım. Gün birlik günüdür şişman kardeşlerim.” Bu paylaşım üzerine, Avrupa medyası kayığa atlayan balık misali bu paylaşımı gerçek sanıp haber olarak paylaşmaya başlamış, hatta Alman TRL televizyonu Gökben’e röportaj isteklerini bile bildirmişti. Gökben olayı şu paylaşımları ile özetlemişti:

17 Mayıs Dünya Hipertansiyon günüydü. Sağlık Bakanlığı yalnızca sosyal medyada Hipertansiyon, düzenli takip gerektiren kronik bir hastalıktır” paylaşımları yaptı. Hani meydanlara da çıkıp tansiyon ölçebilirlerdi. Niye düşünmediler bilmiyorum...

Ha, bir de ilerde bir gün Sağlık Bakan yardımcısı Dr. Şuayip Birinci ve arkadaşlarının meydanlarda toplanan güvenliği bilinmeyen boy ve kilo verilerinden yola çıkarak boy için ayrı kilo için ayrı, sonra ikisi birlikte vücut kitle indeksi bazlı araştırma makalelerini görürsek hiç şaşırmayalım.

Ümit Kartoğlu kimdir?

Ümit Kartoğlu 1981 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu, aynı üniversiteden Halk Sağlığı uzmanlığını 1984 yılında aldı.

Türkiye'de sağlık sisteminde her kademede çalıştı. 1993 yılında Halk Sağlığı alanında doçentliğini aldı. 1988-1990 yılları arasında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeliği yaptı.

İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü'ndeki üç yıl görevden sonra, 1994'te ülkeden ayrılarak UNICEF'te sağlık danışmanı olarak göreve başladı.

2000-2001 yıllarında Güney Sudan'daki savaş sırasında uluslararası kuruluşların sağlık çalışmalarını koordine etmekle yükümlü Operation LifeLine Sudan'da Sağlık Koordinatörlüğü'ne getirildi.

2001-2018 yılları arasında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Cenevre Genel Merkezi'nde aşı kalitesi ile ilgili danışman olarak görev yaptı. Şimdi Extensio et Progressio danışmanlık şirketinin kurucusu ve CEO'su olarak görev yapıyor.

Kartoğlu 1974 yılından bu yana karikatür çiziyor, kişisel sergileri dışında Ohannes Şaşkal ile birlikte birçok ortak sergi açtı, ilk ortak sergileri Ankara ve İstanbul'da 1980'de Burhan Solukçu'nun anısına açtıkları K-ÖMÜR, son sergileri ise 2008'de Hrant Dink'in anısına Paris'te açtıkları Le Chiendent (Ayrıkotu) oldu. İlk karikatür kitabı ZAMAN ZAMAN Karakare yayınlarından 1986 yılında yayınlandı. 1980 darbesiyle Darwin'in biyoloji kitaplarından çıkartılması üzerine İldeniz Kurtulan'la birlikte "yoksun bırakılanlar" için DARWİN ve EVRİM KURAMI kitabını yazıp çizdi. Nihat Behram gurbetteyken şiirlerini karikatür kartpostalları olarak yayınladı.

Dr. Kartoğlu'nun yayımlanmış birçok bilimsel çalışması ve kitapları bulunuyor (Bu kitapların hepsi Kartoğlu'nun web sitesinden PDF ve ePUB3 olarak ücretsiz olarak indirilebiliyor).

Dr. Kartoğlu 2011 ve 2013 yıllarında yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle iki kez Ludwig Rajhman Halk Sağlığı Ödülü'ne değer bulundu. http://kartoglu.ch/

 

Yazarın Diğer Yazıları

Eziyetin bin türlüsü

Sağlığı sadece para, yurttaşı müşteri, hastalıkları veri sanan ve üstelik bunun doğru olduğuna inanmamızı bekleyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Dr. Emrah Kırımlı, “Bilimden uzak, nobran, eleştiriye kapalı, gelişime engel” diyor, bu zihniyet için...

Altan Erbulak’ın çocuk kalbimdeki cenneti: Çitlenbik

Elektronik beyin icat etmedim, ama yaptığım bilimsel çalışmalar nedeniyle her ödül aldığımda çocuk kalbimdeki cennetinden Altan Erbulak’ın beni seyrettiğine ve duyduğuna emindim

Dar, dışlayıcı ve dayatmacı aile yaklaşımı

Sağlık Bakanı Memişoğlu’na göre (biyolojik bir beceri/eylem olan) çocuk yapabilme değer katıyor insana, başka türlü aile olunmuyor. Oysa aile sevgi, saygı, destek ve birlikte geçirilen zamanla inşa edilen bir yapı

"
"