18 Aralık 2020

Cosa Nostra - Davamız - Mafya | Cihangir yaşanası mahalledir | Mavişehir'i sel aldı | TV'nin en "freak" şovu

Bu haftaki müzik (ve dans) önerisi beni millî ve yerli olmadığım için eleştiren kimi okurlarımı mahcup edecek. Bir tıklayın hele...

Önce Hürriyet'in değişmez kalemi, mektep arkadaşım  Ertuğrul Özkök, sonra onun yönlendirmesi ile, telefonla bakanlarla konuşacak kadar gözde gazeteci Habertürk'ün Nagehan Alçı'sından okudum (Neyse ki aksanından mutsuz görünen Abdulkadir Selvi'nin o taraklarda bezi yok), karantinada içki satışları yasaklanmış. Tabii ben onlar gibi ağırlıklı bir millî ve yerli olmadığım için konuyu gonzo'laştıracağım. 

İçki yasağı deyince korkmayın 4. Murat'a kadar gitmeyeceğim, aklıma hemen ABD geldi. 1920'de başlayıp on küsür yıl süren "Prohibition", yani içki yasağı. İngiltere'de güya lisansüstü çalışma yaparken yazdığım "paper" lardan biriydi.
 
Aklımda kaldığı kadarıyla Amerika'da o dönemde içki imali ve ithali yasaklanmıştı ama tuhaf bir şekilde satışı yasak değildi. İşte bundan yararlanan İtalyan, İrlandalı, Yahudi...mahalle kabadayıları kısa sürede Amerika'nın en zengin ve ünlü şahsiyetleri oldular: Cosa Nostra ya da Mafya. Kimler mi? Bazılarını hatırlayacağınıza eminim çünkü haklarında kitaplar yazıldı, filmler çekildi. Hâlâ çekiliyor. Al Capone, Lucky Luciano, Bugs Moran, Arnold Rothstein...
 
İtalyan mafyası kendine Cosa Nostra (Davamız)  derdi. Bunların en ünlüsü tabii ki Al Capone'ydi
Organize suç örgütlerinin bu "efsane"leri çok zengin olurken toplumda müthiş bir ahlâk çöküntüsüne de neden oldular. Gazeteciler, Kongre üyeleri, sanatçılar ve tabii ki yeraltı dünyasıyla aynı sofraya oturan, kol kola fotoğraf çektiren emniyet mensuplarını kendileri için çalışmak zorunda bıraktılar. Paranın ve gücün gözü kör olsun. Sokakta iktidar, Florida'da kendine beş malikâne yaptıran Al Capone gibilerin elindeydi. Çeteler gündüz gündüz baskınlar düzenleyip birbirlerini de öldürüyorlar ve failler çokça meçhul kalıyordu.
 
İçki yasağı için kampanya başlatanlar ise, baştan, ASL adlı dindar ve içki düşmanı bir gruptu. Sonuç; kaçak içkiden ölenler, rüşvet ve illegalitenin artışı oldu. Nereden nereye...
 
Büyük ekonomik çöküş sonucu yasa 1933'te lağvedildi. Mafya da derhal tüm kumarhaneleri, Las Vegas dâhil, ve porno sanayiini ele geçirdi. Hâlâ zenginler. 2020 yılında neden 1920'ye taktığımı sorarsanız ben gonzo gazeteci olduğum için "serbest çağrışımla" yazıyorum elimde değil. Keşke Özkök ve Alçı kadar ağırlıklı olabilseydim de güncel gerçekleri yazabilseydim.
Sokak çetelerinin yavaş yavaş mafyalaşmaya başladıkları dönemler 
Film önerisi: Baba 1 ve 2,  Aşıklar Günü Katliamı (St. Valentine's Day Massacre, Al Capone...) Bu arada güncel olarak Tom Hardy'nin Al Capone'yi oynadığı 2020 yapımı bir film de çekildi.

F.F. Coppola ve Bilge Ebiri

"Vulture" pandemi sırasında internette keşfettiğim New York mahreçli bir yayın. Sinema, TV, müzik ve kitap haberleri, yazılarıyla dolu. Hafta içinde kapakta Francis Ford Coppola'yı görünce hemen atladım ve bir de ne göreyim röportajı yapan Bilge Ebiri. Yok, yok hemen "bizim gençler" diye başlamayacağım. Çünkü Bilge Ebiri'yi çocukluğundan tanırım.
 
Mülkiye'den arkadaşlarım Kutlay Ebiri ve Hale Boysal'ın oğulları. Çalışma yaşamlarını Amerika'nın Sesi ve Dünya Bankası'nda sonlandıran anne ve babasının aksine o, ünlü Yale Üniversitesi'nde sinema okudu. Şimdi Amerika'nın en iyi sinema yazarı ve eleştirmenlerinden biri. Yale'i bitirdiğinde Türkiye'ye gelmiş ve onu Cihangir Firuzağa kahvesinde bir iki sinemacıyla tanıştırmıştım. Bilge çok istekliydi buralarda bir şeyler yapmaya ama nedense kimseden bir ses çıkmadı, o da döndü gitti. Bence iyi de etti.
 
Coppola ve artık 40'ını aşmış Bilge Ebiri 

Cihangir'in efendi yakışıklısı

"Babam ve Oğlum", "Mavi Gözlü Dev" ve de mânâsız bir diziden tanıdığım Yetkin Dikinciler'i epeydir görürüm Kaktüs'te. Bazen karısı Aslı ve kızıyla, genellikle de yalnız. "Fena biri değil galiba" diye düşünürdüm ve pandemi döneminde kaldırımda kahve içerken ahbaplık başladı.
 
Genellikle benden gençleri kıskanan ben, Dikinciler'e neden kanımın kaynadığını çözdüm. İkimiz de İstanbul doğumlu memur çocuklarıyız. Ben hayata Diyarbakır'da ilkokula başlayarak, o Diyarbakır Devlet Tiyatrosu'nda oynayarak başlamış. İkimiz de, çeyrek asırlık farkla, Londra Globe Tiyatrosu ve Stratford-upon-Avon'da Shakespeare izlemişiz. "Dirty Duck" pub'da içki içmişiz. Daha ne olsun. Üstelik kahve paralarını da o ödüyor.
 
Aklı fikri tiyatroda olan Yetkin Dikinciler ve ben. (Foto: Sigortacı Oğuz Bey)

Cihangir'in muhtarları ve doktorları

Cihangir yalnızca ünlü, ünsüz oyuncular, yazarlar, müzisyenler ya da gazetecilerden oluşmuyor. Türkiye'nin en iyi muhtarları ve aile hekimleri de bizim semtte. Muhtarlarımız, yani Halil ve Adnan Beyler ve de Fehime Hanım. Bunlardan en az biri, mutlaka bir talepte bulunacak bir huysuz olduğumu bile bile, "Tuğrul Bey nasılsınız? Bir sıkıntı var mı" sorar camımın önünden geçerken.
 
Kıssadan hisse ise şu: Muhtarınız yıllardır bu işi yapıyorsa, ilk seçimde mutlaka değişmesi için kampanya yapın. Kendini kamu görevlisi değil de bürokrat sananlardan mahallenizi kurtarın.
 
Cihangir Semt Konağı'ndaki doktorlar da, bilmem bizim şansımızdan mı, dört dörtlük. Yine bilmem ama iş yükünden bunalmış kaç aile hekimi "Aman aşısı çıktı gelsin", "Şu saat daha rahat o zaman gelin" der. Doktorlarımız Hatıra Topaklı ve Hakkan Hekimoğlu'nu daha hiç asık suratlı görmedim. Üstelik de Covid-19 aşılarının yükümlülüğü de onların zaten dolu olan sırtlarına bindirildiği hâlde.
 
Peki hiç mi kusurları yok? Var tabii. Benden çok daha genç ve çekiciler. N'apayım sağlığım için bu kadarına katlanıyorum artık.
 
Cihangir Pürtelaş Mahallesi Muhtarı Fehime Esen yine "hizmeti kapıma kadar" getirmiş

Tarihimden yapraklar

Çok üzüldüm ama zaten Mavişehir, Karşıyaka sayılmaz

Anne tarafından Samsun, baba tarafından Dersimli, İstanbul'da doğmuş orta sınıf bir ailenin çocuğuyum. Fakat Türkiye'nin en ünlü sorusu olan "Hemşerim memleket neresi"ne cevabım hiç değişmedi. "Karşıyakalıyım".

Bu yüzden arkadaşım Enver Nalbant "Ya sana biraz destek atayım taksitle bir eve gir, yaşın 60'a geliyor" dediğinde derhâl Karşıyaka Mavişehir'deki sitelerden birine yazıldım. Dört sene taksit ödedim. Biraz da kıdem tazminatıma başvurdum. Neyse. Yaşadığım en lüks evdi. Havuzlar, kafeler, 24 saat teknik destek...Fakat aidatı bile kira gibiydi. Üstelik site sakinleri, bence, hiç Karşıyakalı gibi değillerdi. Acaba benden başka herkes, Menemenli, Çiğlili, Bucalı hatta zengin Alsancaklılar mı diye çok düşünmüşümdür.

Bu dediklerimin üstünden 10 yıldan fazla geçti. Evi sattım. Karşıyaka iskelesine 12 dakika mesafede küçük bir evim var. Mülkiyeli kardeşim Nilgün Eser bu fotoğrafı gönderince yıllar sonra kendimi kutladım. Lüks villa, ev, arabalar su içinde...Doğaya, plansız programsız müteahhit hırsıyla çok fazla tasallut ettik galiba. Geçmiş olsun herkese.

Yeşilçam'ın "Yeşilçam" olduğu günlerde sinema emekçilerinin 1 Mayıs yürüşü 

Bu haftaki "Tarihimden" hem geçmiş, hem güncel. Yıl 1976. 1 Mayıs yürüyüşünde megafonlu muhteşem kadın Fatma Girik. Bu ay 78. yaşını kutladı. Fotoğrafta ise daha 35 bile değil.

Arkadaki bayrak taşıyan delikanlı da Kadir İnanır. Sarı noktam izin vermediği için ötekileri siz çıkarın. Sevgili Fatma Girik, 86 yaşındaki Sophia Loren daha bu yıl başrol oynadı. Happy Birthday.

K.G.G.

Tuğrul Eryılmaz "hafta sonu içki yasağı"nı değerlendirdi. Desen: Kemal Gökhan Gürses 

Bu linkler ihmâl edilmesin

- Gomidas oyunu için kampanya, Instagram'ın Af Örgütü sansürü, 7-14 Aralık sansür gündemi Susma Platformu'nda 

-  Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma Merkezi ve Kaos GL Derneği'nden kamu sektöründe ve özel sektörde LGBTİ istihdamı raporları

- 805 imzaya destek çağrısı: "Onurlu, huzurlu ve güvenli bir ortak yaşam istiyoruz"

Sıkça sorulan sorular ve cheap shots

- Yerli ve millî olmayan Netflix'im, "Çıplak"ı kaldıran Blue TV'im, Spotify'ım falan yok. 65+ oldukları için hapse atılmalarına ramak kalan grubun bir ferdi olarak keyifle TRT Radyo 3 ve ızdırap çekerek Kablo TV izlemekten başka şansım yok. İşte bu gecelerden birinde Radyo 3'ün Wagner'inden kaçıp TV'ye zapladığım anda çakılıp kaldım.
 
Şarkıcı Serdar Ortaç, elinde bir kağıt mendille gözyaşlarına boğulmuş İbrahim Tatlıses'in önünde yere çökmüş nâme yapıyordu. Sayın Tatlıses, bu arada, arka koltukta oturan ve ağlayan bir hanımefendiye de kağıt mendil yetiştiriyordu: sayın Gülben Ergen'e. Sayın Ergen'in yanında 'iyi bir kötü adam' diye tanıdığım Mustafa Üstündağ. Onun da yanında tanımakta biraz zorlandığım sayın Nilgün Belgün vardı. Konukların tümü "had bilmek" üzerine konuşan Tatlıses'in zekâsına, geçmişine, belleğine övgüler yağdırıyorlardı. Bunda bir sorun yok. Sokak çetesi tarafından vurulan ve yıllarca ekranlardan uzak kalan meslektaşlarına moral veriyorlardı. Abartmak, tabii ki haklarıydı.
 
Fakat ne zaman ki sayın Tatlıses yine işe Urfa-Oxford'u karıştırıp durduk yerde "her tarafa üniversite, hastane açan" iktidara bağlılığını bildirdi, ben hemen zaplama hakkımı kullanıp Radyo 3'üme döndüm.
 
Aklıma darmadağın edilen üniversiteler, Korona test kuyrukları, dolu yoğun bakımlar gelmişti. Wagner dinlerken düşünüyordum, acaba bu kısa magazini yazarken "haddimi" aşıyor muydum?
İbo Şov kelimenin her anlamıyla tam bir "freak show"du. Elde mendil herkes ağladı
-  Hayır yanılıyorsunuz. Kadir İnanır, Dalaman'a "göçtüğü" günden beri yasaklarda içkisiz kalmadım. Sadece "viskisiz" kaldım. Zaten bu aralar şöhretimin onu geçtiğinden kuşkulandığı için aramız biraz standart.
 
Neyse yine içkiye dönersek, La Cave'in Esat Ayhan'ı ortak tanıdıklarımız uğradığı zaman bana güzel  şarap ve likör göndermeyi hiç ihmâl etmiyor. Bireysel olarak da gözüme girmeye çalışan Işıl Cinmen ve Ceren Kumbasar gibi genç gazeteciler de şarapsız gelmiyorlar.
 
Ama esas bombayı sona sakladım. Amsterdamlı arkadaşım Muzaffer, ki ben ona kısaca Muzo diyorum beni jestiyle çok mutlu etti. Şahika Yüksel'di, Füsun Özlen'di, Seray Şahiner'di derken Kaktüs'ün Tahir Buca'sına ulaşmaya becermiş (ne de olsa Avrupalı).  Koca bir şişe Jameson evime servis edildi, hem de Black Barrel olanından. Kimseye ikram etmeden hepsini kendim içtim. Cheers...

Son dakika baskıya girerken... 

Tam bu işler bitti derken tansiyonum dörde düştü, halbuki bir gün önce 16'ydı.  Yere düşüp yerlerde süründüm ve belimi incittim. O sırada T24'ten Melis Karaca muhallebili kadayıf, Deniz Işık peynirli patatesli börek ve Metin Kaan Kurtuluş şekersiz muzlu kekle kapıda bittiler. Onları da eklemeden olmazdı. Yiyeceklerin enfes olduğunu söylemeliyim. Gerçi elleri mahkûm, beni küstürürlerse nüfuzumu kullanıp onları Duvar, bianet ya da Medyascope'a sürdüreceğimi ziyadesiyle biliyorlar. 

Advertorial

Bilgehan Uçak, bizim Haftalık yazarlarımızdan o yüzden başka bir açıklamaya gerek yok. İlk romanı “Akşamlar Artık Serin” Everest Yayınları’ndan çıktı.

Müzik önerisi

Bu haftanın müzik önerisi akademisyen olmayan çok ünlü bir fanımdan.
 
Buyurun 'Angara' havası ve raks...
 

Yazarın Diğer Yazıları

Ödül bolluğu, Mülkiye Pide Grubu ve itirazlarım...

Hastalıktan mabadımı kaldırabilseydim, İstanbul'a gelen Mülkiyelilerin pide partisine katılıp çeşitli sınıfsal rezaletler çıkaracaktım ama olmadı...

Magazin noir girişimlerine yavaş yavaş başlıyorum

Gonzo gazeteciliğimin bu aşaması en fazla 6-7 ay sürecek, çünkü sizlere veda etmeyi düşünüyorum...

Happy bayrams!

Bayram seyran demeyip Cihangir kafelerini gezerek yazımı yazdırmayı becerdim, etraf pek boş...