Öncelikle tüm yüklemelere -bazılarına yanıtlamaya hiç gerek olmasa da kimseleri merakta bırakmamak üzere- tek bir seferde cevap vereyim:
Kürt değilim…
Ermeni değilim…
PKK sempatizanı değilim…
Atatürk düşmanı değilim…
Hiçbir fondan, hiçbir uluslararası yapıdan para almıyorum…
‘Yetmez ama evet’çi değilim…
Ergenekoncu hiç değilim…
Geçmişte AK Parti’yi ilerici, özgürlükçü kabul edip destek vermişlerden biri değilim…
Çoğunluğun geçmişte ‘hata’ saydığı taraflarda durmuşluğum da hiç yok.
Allaha şükür, yaptıklarımız veya yapmadıklarımız konusunda alnımız ak anlayacağınız!
Fakat tüm bunlara rağmen Türkiye’de kendisine ilişkin solcu olma iddiasını ortaya koyan kesimin büyük bir çoğunluğunun Kemalist ve milliyetçi olduğu görüşündeyim.
Ha bu kötü bir şey mi, diye soracak olursanız, herkesin düşünce dünyası, ideolojisi kendine…
Kim kalkıp da bu iyidir, bu doğrudur diye yargı dağıtabilir ki?
Velhasıl burada amacımız ideoloji yarıştırmak değil.
Fakat bir görüş ortaya koymanın sonucu olarak kendini solcu sayanlarca linç kültürüne kayan, faşizanlığa varan tepkilerle karşılaşılıyorsa ve bunlar Türkiye’deki muhalefetin de azımsanamayacak bir bölümüyse…
Bir miktar da ‘çete düzeni’ görüntüsünde davranıyorlarsa…
Burada ciddi bir sıkıntı var demektir.
O zaman bir dönüp bakmak gerekir!
Evet ‘muhalif Türk’ler çoğunlukla ve ısrarla kendini ‘solcu’ olarak tanımlıyor. Bu yaptıkları en hafif tabirle bilgisizlikten doğan bir kavram hatası olabilir ama yanlış adlandırmada dayatmak, düzeltmelere kulak kapayarak kendi doğrusunu kabul ettirme çabasına devam etmek sorunlu görünmenin yanı sıra toplumu da yanıltmaya teşebbüstür aslında.
Bu noktada da konu hepimizi ilgilendirir hâle geliyor işte.
Şimdi ‘solculuk 101’den ve sadeleştirerek başlamamız gerekirse -biraz utanarak yapıyorum bunu- sol/sosyalist görüşteki insanların temel meselesi iktidarlar ve iktidardaki isimler değildir aslında. Mesele düzendir, mesele sistemdir. Sol, sistemin düzelmesini mesele eder kendisine.
Şimdi elbette tüm muhalif kesimlerin birleştiği bir husus var Türkiye’de, o da Recep Tayyip Erdoğan iktidarına ve şahsına karşı olmak, bu uğurda mücadele etmek.
Ama solcular için mesele sadece bir Recep Tayyip Erdoğan konusu değildir aslında. Onu, onun düzenini yaratan sistemdir. Ve sol, bu sistemde yerine gelecek olan herkesle yeniden ve yeniden mücadele edecektir, bu CHP de olabilir sol bir parti de.
Bu düzenin ilk ve tek sorumlusu da Erdoğan değildir şüphesiz.
Sistemi neden mesele eder solcular, insanların eşit ve özgür yaşaması için.
Yani aslında temel mesele insandır ve insanın nasıl yaşadığıdır.
Şimdi çevrenizde kendini ‘solcu’ olarak tanımlayan Türk muhaliflere bakın ve onlara birkaç soru sorun.
Mesela önemli bir bölümü için Kürtlere ilişkin sorular en kolay yoldan çıktıkları, öfkelendikleri, kontrolü kaybettikleri konu başlığı olacaktır. Beni hatırlarsınız!
Olası bir barış ihtimalini mutlaka desteklemesini bekleyeceğiniz ‘tipler’ dahi öfke saçarak ekranlarda konuşmakta bir beis görmez; çünkü ayıplayanı da yoktur, nefrete varan söylemlerinin neredeyse insanlık suçuna doğru meylettiğini fark edeni de!
Çünkü ‘Türk muhalifler’in önemli bir bölümü totalde aynı görüştedirler. Kendilerini ‘solcu’ diye tanımlar, birbirlerini de solcu kabul eder ve söylemlerinin faşizan bir yere doğru evrildiğini dahi asla fark etmezler. Kürtlerle ‘gerçekte’ eşit haklara sahip olma ihtimaline, düşüncesine dahi tahammül gösteremezler.
Tıpkı onlara yapılanların bir gün mutlaka kendilerine de yapılacağına ayamadıkları gibi Kürtlerin başına gelenlere devletten önce onlar önyargılarla yaklaşır.
Bu husustaki duruş sorunları, savunduklarının, sözlerinin, tonlarının sıkıntısını kendilerine hatırlatana da dönüp “terör sevici” derler veya “ülkeyi bölme sevdalısı.” Hiçbirini diyemezlerse de “Kürtçü” deyiverirler-artık ne manaya geliyorsa-. Tıpkı bana da dedikleri gibi.
Bu konuyu gerçekten çok önemsiyorum.
Bence üzerine fazlaca konuşmamız, tartışmamız gerekiyor.
Çünkü ülkede siyasal kavramlar, ideolojik tanımlar da ekseninden çıkartıldı.
Bu arkadaşların da bu işte payı büyük.
Ne kadar çok konuşur, tartışırsak doğruda hizalanma şansı artar diye düşünüyorum.
Bahsettiğim ‘muhalif Türkler’in muhalif dünyadaki hükümranlığı inanın ülkedeki düşünce dünyasını, entelektüelliği de dibe çeken bir yılgınlık yaratıyor.
Bizler baktığımızda karşımızda aşırı erkek, aşırı tribün, beyaza hayran, kendine ve ırkına tapan, gizli cinsiyet ayrımcısı, üstenci bir yapıdan başka bir şey göremiyoruz.
Ve bu görüntünün solla, sosyalizmle adlandırılmasına gülemiyoruz bile, çünkü Türkiye’de yaşıyoruz.
İnanın ekranlara sırf bu görüşün hegemonyası ve düşünceleriyle yan yana görünmek istemediği için çıkmayan yüzlerce kıymetli zihin var!
Çokça konuda bu Türk muhaliflerle taban tabana zıt düşüyoruz.
Bu elbette bir ilk değil.
Ama bu defa mevzu barış.
Ve mevzu barış olduğunda insanı önceleyen herkes, söyleyecek yapıcı bir sözü yoksa susar.
Destek vermek adına bazı güvensizlikleri olabilir muhakkak ama köstek olmamak adına susmak zorundadır... Susamıyorsa da biraz içine dönüp kendini sorgulaması, okumalar yapıp kendi ideolojisinin sorunlarını, dürtüsel tepkilerinin sebebini anlamaya odaklanmalıdır.
Ayrıca ideolojik tanım kargaşasından da önce bu muhalif güruh için daha vahim bir gerçek var, o da karşı oldukları her şeye kendilerinin de dönüşmüş olduğu gerçeğidir.
Biz ise hâlâ savaştığı ideolojiye dönüşmemiş, benzememiş, o enstrümanlara yaklaşmamış azınlığız. Ve maalesef artık bizler için mücadele edilmesi gereken başlıca sorunlar arasında sizler, yani yazının girişinden beri tarif ettiğim ‘muhalif Türkler’ de var!
Tuğçe Tatari kimdir?
Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.
Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.
Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.
|