01 Ağustos 2021

Geleceğin eğitimi ve diplomalı işsizler ordusu

Yunus Çengel'in “Geleceğin Eğitimi: Felsefesi ve Temel İlkeleri” adını verdiği eserini bir solukta okudum, bu kitabın içerdiği önemli görüş ve öneriler kadar yazarının kariyeri de dikkat çekici.

Geçenlerde ülkemizde mesleki ve akademik eğitim ile ilgili yazmaya başladığım yazılar yaygın bir tartışmaya neden oldu. Özellikle de diplomalı işsizler sorununa çözüm olarak mesleki eğitim geniş bir çerçevede tartışıldı. Bu konularda bazı toplantılarda görüşlerini öğrenmek fırsatını bulduğum Prof. Dr. Yunus Çengel yeni kitabını bana gönderdi. “Geleceğin Eğitimi: Felsefesi ve Temel İlkeleri” adını verdiği eserini bir solukta okudum. Bu kitabın içerdiği önemli görüş ve öneriler kadar yazarının kariyeri de dikkat çekici.


Yunus Çengel - Geleceğin Eğitim, felsefesi ve temel ilkeleri 

İTÜ’den mezun olduktan sonra eğitimini ABD’de devam ettiren Prof. Çengel daha sonra Nevada Üniversitesi’nde günümüze kadar devam eden başarılı bir akademik kariyer yapıyor. Fırsat buldukça Türkiye’de üniversitelerde ve kamu kuruluşlarında da önemli görevler üstleniyor. Mühendislik öğrencilerinin iyi tanıdığı Yunus Hoca, çok sayıda yabancı dile çevrilmiş olan Termodinamik kitabı ile ödüller kazanmış bulunuyor. Başarılı kariyerine önemli yayınlar yaparak devam ediyor.

Prof. Çengel ile bilimsel ve teknolojik konuların tartışıldığı Teknorama Toplantıları’nda birlikte olmak fırsatını yakaladım. Kitabını okuduktan sonra onunla bir söyleşi yapmanın ülkemizin eğitim sorunu ile ilgili tartışmaya önemli bir katkı sağlayacağını düşündüm. Bu yazıda Prof. Dr. Yunus Çengel’e yönlendirdiğim soruları ve onun özgün görüşlerini okuyacaksınız.

-TÇ: Türkiye’nin eğitim sistemi ile ilgili kitabınızdan dolayı sizi kutlarım. Onu yazma sürecini, kariyerinizden de bahsederek anlatır mısınız? Neden bu kitabı yazdınız ve okuyucuların bu kitabı okuyarak ne düşünmelerini istediniz?

YÇ: Eğitim, bireysel ve toplumsal gelişimin önde gelen bir köşe taşıdır. Bilim, teknoloji ve beyin gücü, içinde bulunduğumuz bilgi çağında bireysel ve toplumsal gelişmişlik, refah, güç ve prestijin kaynağı ve itici gücü haline gelmiştir. Baş döndürücü bir hızla değişen dünyamızda ülkeler için en büyük zenginlik sahip olunan doğal kaynaklar değil, 21. yüzyıl becerileri ile donanmış iyi eğitimli insan sermayesidir. Yeni bilgi üreten yaratıcı beyinler için cazibe merkezi olanlar ve bilgiye hükmedenler geleceğin dünyasını şekillendireceklerdir.

Bir mühendis ve eğitimci olarak, eğitim ile ilgili konularda farkındalık yaratmak için ben de sizin gibi çok sayıda makaleler yazdım ve seminerler verdim. “Geleceğin Eğitimi: Felsefesi ve Temel İlkeleri” kitabı tüm bu çalışmaların ve eğitim ile ilgili deneyimlerin harmanlanmasının bir sonucudur. Bu kitabın muhatabı sadece eğitimciler değil, aynı zamanda gençler ve çocuklarına iyi bir gelecek hazırlama gayreti içinde olan anne ve babalardır.

Bu kitabı yazmaktaki amacım, toplumda zihinsel bir dönüşümü tetiklemek ve eğitim ile ilgili yaygın çaresizlik hissini bir ümit ışığına çevirmektir. Zihinler değişmeden kalıcı değişimler gerçekleştirilemez. Gençleri yarının rekabetçi dünyasına hazırlayan çağdaş bir eğitim sisteminin bu ülkede de hayata geçirilebilmesi, sanıldığının aksine, pek de zor değildir. Tabii bunun için yerel ezberleri evrensel değerler ile değiştirme ve kutu dışında düşünme cesaretini göstermek gerekir. Güney Kore 1970’lerde kalkınma hamlesine eğitimde dünya vatandaşlığını amaçlayan yeni bir paradigmayı hayata geçirerek başladı. Benzer bir hamleyi Türkiye de yapabilir ve yapmak zorundadır.

Gençlerin üçte ikisinin iyi bir eğitimin ancak yurtdışında alınabileceğini düşünüyor olması ve gelecekle ilgili karamsarlıkları, eğitimde acil bir değişim için yeterli bir sebeptir.

-TÇ: Dünyanın pek çok ülkesindeki eğitim sistemlerini incelediniz. Türkiye neden PISA gibi değerlendirmelerde geride kalıyor? Neden biz gençlerimize iyi eğitim veremiyoruz?

YÇ: OECD tarafından yaklaşık 80 ülkede uygulanan PISA sınavı, 15 yaşındaki öğrencilerin anadil, matematik ve fen alanlarında temel becerilerini ölçmektedir. Türkiye bu sınavlarda OECD ülkeleri ortalamasının altında yer almasına rağmen bu olumsuz resmi değiştirecek politika değişiklikleri yapılamamaktadır.

Örneğin PISA 2018’de fen alanında OECD ülkelerinde üst ve en üst düzeyde performans gösteren öğrenci oranı %6,8 iken, bu oran Türkiye’de %2,3 olmuştur. Fen alanında en üst düzey başarı dilimi, öğrencilerin bilgi ve becerilerini alışık olmadıkları durumlarda bile yaratıcı ve bağımsız bir biçimde kullanma yeterliğini ölçmektedir. Türkiye’de bu dilimde bir varlık gösterememesi, inovasyon güdümlü dünyamızda Türkiye’nin geleceği ile ilgili alarm zilleri çaldırmaktadır. Matematikte de benzer bir manzaranın olması eğitimde bir şeylerin acilen değiştirilmesi gereğine işaret etmektedir.

Türkiye’de okulların ortalama PISA puanları arasındaki büyük fark, eğitimde eşitsizliğin ciddi bir sorun olduğunu gösteriyor. Ailelerin liselere giriş sınavlarına bu kadar önem vermesinin sebebi, çocuklarının daha nitelikli bir lisede eğitim görmelerini sağlamaktır. Oysa liseye girme yarışı, ortaokullarda eksenin bilgi ve beceri kazanmaktan, gerçek dünyada bir karşılığı olmayan test çözmeye kaymasına neden olmuştur. Dört yıllık ortaokul eğitiminin en somut çıktısı, öğrencilere lise tercihleri yaparlarken kullanacakları bir sıra numarası. Benzer şekilde dört yıllık lise eğitiminin çıktısı, test çözme becerisine dayalı olarak mezunların üniversite kapısında sıraya konulması.

Bu durum bir ülke için çok hazin bir manzaradır. Çocuklarımızın en heyecanlı ve yaratıcı çağlarının test sorusu çözmekle geçirmesi, gençliği zihinsel olarak iğdiş etmeye eşdeğerdir. Ortaokullarda test maratonunu sona erdirmenin yolu, liseler arasındaki kalite farklarının azaltılması ve nitelikli eğitime erişimde eşitlik sağlanmasıdır. Bunun için de işe başarı seviyesi en düşük okullara kaynak aktarımı yaparak başlanması lazımdır. Lise mezunlarının kendilerini üniversiteye gitmeye mahkum görmelerini önlemenin yolu da tüm liselerde eğitimin beceri kazanım odaklı olmasıdır. Gerçek hayat becerileri ile donanmış lise mezunlarının büyük bir kısmı mezuniyetten sonra iş dünyasında yerini alacak ve bir yıl daha test çözmek yerine gerçek dünyada bilgi ve becerilerini arttırmaya devam edecektir. 

-TÇ: Geleceğin dünyasında bilimsel ve teknolojik gelişmelerin çalışma yaşamını bütünüyle değiştireceğini öngörüyorsunuz. Bugün eğitimi verilen bazı mesleklerin ortadan kalkacağından bahsediyorsunuz. Anlaşılan pek çok insan, Dr. D. W. Cole’un yıllar önce işaret ettiği şekilde ”Meslek İntiharı” yaşayacak. Yeni dünya düzenine uyum sağlayabilecek gençleri yetiştirmek için yeni bir yaklaşım sizin tabirinizle yeni bir paradigma gerekiyor. Bu yaklaşımın temel öğelerini özetler misiniz?

YÇ: Bilgi tabanlı ekonomiye geçmek için teknoloji ve yenilik ile barışık işgücü, toplumsal gelişmişlik ve çağın gerçekleri ile uyumlu bir eğitim gerekir. Hayal gücü, yaratıcılık ve girişimciliğin geliştirilmesi lazım. Bu da hür düşünce ve demokrasi kültürünün yerleşmesi ile mümkün. Bu kitabı okuyanlar, modern dünya standardında bir eğitimin bir ütopya değil erişilebilir bir hedef olduğunu göreceklerdir.

Dijital devrim geçmişin paradigmalarını altüst etmiş ve hayatın her alanını kalıcı bir şekilde etkilemiştir. İş yapma, düşünme, bilgiye erişme, bilgi paylaşma ve öğrenme alışkanlıklarını değiştirmektedir. Gözlerini dijital dünyada açan çocukların geleneksel sınıf ortamında pasif bir konumda olmasını beklemek gerçekçi değildir.

Dünya hızla değişmektedir ve eğitimde yeni bir paradigmaya ihtiyaç vardır. Yeni nesil öğrenciler sadece ilgi duydukları içeriklerle ilgilenmekte ve onları irdelemekte, anlamlandırmakta ve yorumlamaktadır. Böylelikle öğrendikleri her şeye kendilerinden bir şeyler katmakta ve onu içselleştirmektedir.

Bilginin hızla arttığı bir ortamda bilgi vermek yerine, öğrencilere bilgiyi nasıl işleyecekleri, irdeleyecekleri ve kullanacakları öğretilmelidir. Salt bilgi aktarmak ve ezberletmek öğrencilerin okula olan ilgisini kaybettiriyor. Testlerde yüksek puan almak bir anlam ifade etmiyor. Okullar hayatta geçerli bilgi ve becerileri vermelidir.

-TÇ: PISA, OECD ve ERG gibi değerlendirmelerde hatta YÖK raporlarında da Türkiye’nin eğitim sistemi ile ilgili sorunlar ortaya konuyor. Neden bu kadar başarısız olduğumuzu kısaca özetleyebilir misiniz?

YÇ: Evet, geçmişte Türkiye’de eğitim sistemiyle ilgili olarak çok sayıda ulusal ve uluslararası kuruluş raporlar hazırlamıştır. Bu raporlar ve birçok araştırma, Türkiye’de eğitimin gerçek dünyadan kopuk olduğunu göstermektedir. Kitapta detayları verildiği gibi, raporlar yıllardır aynı konulara vurgu yapmaktadırlar. Yani eğitim sistemimizdeki sorunları teşhis ve etkin tedavi konusunda bir bilgi eksikliği yoktur. Çözümleri formüle edip hayata geçirme konusunda irade eksikliğimiz var.

OECD 2018 PISA raporuna göre, Türkiye OECD ülkeleri arasında öğrencilerin yaşamlarından memnuniyet seviyesinin en düşük olduğu ülkedir. Yine OECD tarafından bu ay yayınlanan “Government at a Glance 2021” raporunda Türkiye, OECD ülkeleri arasında, 27 puanla vatandaşların eğitim sistemi ve okullardan memnuniyet derecesi en düşük ülke olarak son sırada yer almıştır. Türkiye 2010 yılına kıyasla 35 puanlık sert düşüş ile, eğitim ile ilgili memnuniyetin son 10 yılda en hızlı azaldığı ülke olmuştur. Norveç 92, Finlandiya 87 ve Slovenya 86 puanla eğitim sistemi ve okullardan memnuniyette ilk sıraları alırken, 36 OECD ülke ortalaması 68 puandır. Bu vahim tablo, eğitimin tüm kademelerinde acil ve kapsamlı bir paradigma değişiminin gerekliliği konusunda şüpheye yer bırakmamaktadır.


Vatandaşların eğitim sistemi ve okullardan memnuniyet derecesi (Norveç 92; OECD ülkeleri ortalaması 68; Türkiye 27 puan. Kaynak: OECD ‘Government at a Glance 2021’ raporu, s. 227).

Millî Eğitim Bakanlığı’nın talebi ve finansmanıyla 2005’te OECD Eğitim Komisyonu tarafından hazırlanan “Türkiye Temel Eğitim İncelemesi” raporu ile yine 2005 yılında Dünya Bankası tarafından hazırlanan “Türkiye’de Ortaöğretimin Durumu” raporundaki reform önerileri geçerliliğini hala korumaktadır. Bu raporlarda Türkiye'de eğitimin sınav odaklı olduğu ve beceri kazanımını engellediği ifade edilmektedir.

Eğitim Reformu Girişimi (ERG) kapsamlı izleme raporları hazırlamakta ve öneriler sunmaktadır. Ancak bu öneriler bir türlü uygulamaya geçirilmemektedir. Eğitimde başarı için atılması gereken ilk adım, tek tipçi ve merkeziyetçi yapının terkedilip, yetki ve sorumlulukların büyük çoğunluğunun il ve hatta ilçe birimlerine ve okullara aktarıldığı ve farklı uygulamalara fırsat veren esnek ve dinamik bir yapıya geçilmesidir. Bunu da ancak demokrasiyi özümsemiş özgüvenli yönetimler yapabilir.

-TÇ: John Taylor Gatto, “Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı” isimli kitabında ABD’deki eğitimin pek çok gencin başarısızlığına neden olduğunu yazmıştı. Siz de bizim diplomalı eğitimsizler ordusu yetiştirdiğimizi ve onları düşük ücrete mahkum ettiğimizi yazıyorsunuz. Eğitim nasıl oluyor da zararlı bir etkinliğe dönüşüyor?

YÇ: Demir tavında dövülür ve zaman en büyük sermayedir. Etkin ve verimli olmayan bir eğitim, zaman ve yetenekleri çarçur eden bir israf makinesine dönüşür. Eğitim kurumlarından beklenen, harcanan zaman ve kaynakla orantılı bir katma değerin faydalanıcı konumundaki öğrencilere kazandırılmasıdır. Girdi odaklı değil, çıktı odaklı olmak lazımdır. Eğitim kurumlarının varoluş sebebi, gelişim çağındaki çocukların bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal, sosyal, insani ve ahlaki gelişimleri için gerekli ortamı hazırlamak ve kabiliyetlerini geliştirmek için fırsatlar sunmaktır.  Yoksa kurumlar destek yerine köstek olurlar.

ABD’de 2 milyona yakın çocuğun okul yerine evde eğitim görüyor olmasının (home schooling) sebebi, okullarda bireysel farklılıkların yeterince dikkate alınmaması ve çocukların yaratıcılıklarının geliştirilme yerine sürü ortamında tırpanlanmasıdır. İlginçtir ki Apple, Microsoft, Facebook, Oracle, ve Dell Computers gibi teknoloji devlerinin kurucuları üniversiteden terk öğrencilerdir. Demek ki dünya çapında başarılara imza atmak için üniversite diploması hiç de gerekli değildir. Günün sonunda fark yaratan, kişinin sahip olduğu bilgi, beceri ve yetkinliklerdir. Aslında liseyi bitirip üniversitede bir yere yerleşemeyen öğrenciler, bir yıllarını test çözmeyle geçirmek yerine o dönemde bir meslek sahibi olabilirler.

-TÇ: Kitabınızda mesleki eğitime de önemli miktarda yer veriyorsunuz. Geçen hafta Orta Avrupa mesleki eğitim sistemini Mesut Uğur ile tartışmıştım.  Aynı nüfusa sahip Türkiye’de 8 milyon üniversite öğrencisi varken, Almanya’da 3 milyon üniversite öğrencisi var. Aradaki farkı oluşturan beş milyon gencin büyük bir kısmı meslek liselerinde eğitiliyor ve erken yaşlarda iş dünyasında yerlerini alıyor.  Buna karşılık, biz 5 milyon üniversite öğrencisi onlarca milyar dolar harcıyoruz ama onlara uygun iş bulamıyoruz. Sizin bu konudaki görüşünüzü merak ediyorum.

YÇ: Günümüzde meslek eğitimi denince akla genellikle sanayi çağının ihtiyaç duyduğu mesleki bilgi ve becerilerle donanmış işgücünü yetiştirmek geliyor. Ancak bilgi ekonomisine geçiş ve Endüstri 4.0 sürecinde bir paradigma kayması yaşanıyor. Gelişen teknolojilerle birçok meslek yok olurken, yeni beceriler gerektiren çok sayıda yeni meslekler ortaya çıkmaktadır. Yapay zekanın de gelişimiyle, sanayi toplumunda meslekî beceri gerektiren tekrara dayalı rutin işler, artık akıllı aletlere ve robotlara bırakılmaktadır. Meslek ve ürünlerin ömrü kısalmakta ve gerekli beceriler gittikçe daha karmaşık ve değişken hal almaktadır. Yapay zekâ, nesnelerin interneti, derin öğrenme, büyük veri ile insan-nesne-insan etkileşim ve iletişimlerinin belirleyici olacağı ve ev aletlerinden şehirlere her şeyin akıllı olacağı dünya için yeni bir mesleki eğitime ihtiyaç vardır.

Hızla değişen ve gelişen bu teknolojik ve karmaşık ortamda, Dünya Ekonomik Forumu’nun öncelikli olarak nitelendirdiği eleştirel düşünce, yaratıcılık, karmaşık problem çözme, duygusal zekâ ve empati, ekip çalışması, müzakere etme ve uzlaşma ile bilgi ve veriye dayalı değerlendirme ve karar verme gibi becerilerin önemi artmaktadır. Meslek liseleri ve meslek yüksekokullarındaki öğretim programlarının, yeni becerilerin kazanılmasını mümkün kılacak şekilde yeniden düzenlenmesine ihtiyaç vardır.

ABD’de devlet liselerinin tamamına yakını seçmeli ders ağırlıklı genel lisedir ve herkes kendi mahallesindeki liseye gider. Meslek lisesi ve teknik lise sayısı çok azdır. Genel liselerde “meslek ağırlıklı” tercih ile öğrenciler bir meslek sahibi olarak mezun olur. Kazandığı diğer geçişken becerilerle işe girmekte zorlanmaz.

-TÇ: Kitabınızda sık sık başarılı bir eğitim için demokrasi ve özgürlüklerden bahsediyorsunuz. Okullara ve öğretmenlere verilmesi gereken yetkileri tanımlıyorsunuz. Önerdiğiniz yaklaşımda, eğitim kalitesini güvence altına almak için devletin ve yerel yönetimlerin rolü ne olacak?

YÇ: Merkezi sistemler doğaları icabı hantal, ürkek, ve verimsizdir. Etkinlik ve verimlilik için yetki ve sorumluluk ait olduğu birimlere dağıtılmalı ve hızlı karar almayı mümkün kılan yerinde yönetim esas olmalıdır. Dünyadaki en başarılı eğitim sistemlerinin önde gelen niteliklerinden biri ademi merkeziyetçilik yani yetkilerin yerele aktarılması, eğitimle ilgili birçok kararın merkezi olarak değil, yerel yetkililer tarafından yerinde verilmesidir.

Bu hürriyetler çağında birlik, kuvvet ve toplumsal huzurun teminatı, gerçek demokrasi ve üst düzey kişisel ve kitlesel hak ve hürriyetlerdir. Aidiyet duygusunu yaratan birleştirici tutkal, hürriyettir; korkuyla zoraki bir birliktelik sağlayan baskı ve tehdit değildir. Eski ve yeni Avrupa bunun örneğidir. Yaratıcı zihinler için cazibe merkezi olmanın yolu da birinci sınıf demokrasi olmaktan geçmektedir.

-TÇ: Üniversiteye girişte merkezi sınav sistemine karşı çıkıyorsunuz. Bu sistemin eğitim kalitesini düşürdüğünü vurguluyorsunuz. Sizin önerdiğiniz üniversite giriş sistemi nasıl olacak?

YÇ: Eğitimin kanayan bir yara olduğunu, yaratıcılık ve girişimcilik gibi birçok yeteneğin gelişimine engel olduğu için test sınavlarının zararlarını epey vurguluyorum. Mevcut üniversiteye giriş sistemi, çoktan seçmeli sorulardan oluşmaktadır. Oysa eğitimdeki en önemli kazanımlar, test sınavlarıyla ölçülemeyen becerilerdir. En seçkin fen liselerinde bile öğrenciler bilimsel araştırmalar ve deneyler yapmak yerine, hızlı test sorusu çözme becerilerini geliştirmekle meşguldürler.

Dünyadaki en iyi 100 üniversiteden yaklaşık üçte birinin bulunduğu ABD’de öğrenciler üniversitelere lisedeki başarıları, kazandıkları beceriler ve ders dışı etkinliklerini içeren bir portföy ile bireysel olarak başvurmaktadır. Eğitimde örnek ülke olarak gösterilen Finlandiya’da da benzer bir sistem uygulanmaktadır. ABD’de üniversiteye kabulde SAT ve ACT gibi merkezi sınavların etkisi azdır.

Türkiye’de ABD’deki gibi sübjektif bir sistemin uygulanması zordur. Ancak, lise eğitiminde beceri kazanımını ve sanatsal ve sportif faaliyetleri teşvik etmek ve ödüllendirmek için, lisedeki genel başarı puanı gibi, bu tür kazanım ve etkinliklerin üniversiteye girişte bir karşılığının olması sağlanabilir. Bu kapsamda öğrencilerin sanatsal, kültürel ve sportif etkinliklere katılımı ve başarıları düzenli olarak belgelenip her yıl sonunda bu etkinliklerden bir not verilebilir. Benzer şekilde, öğrencilere liderlik, ekip çalışması, iletişim ve organizasyon becerileri ve sosyal beceriler kazandıran kulüp etkinlikleri ve ders dışı kültürel faaliyetler de öğrenci portföyünün parçası yapılıp, bunların da üniversiteye girişte bir puan karşılığı olabilir. Ayrıca mesleki beceri sertifikalarına ve yarışma projelerine puan verilebilir.

Liselerde öğrencilere yazılı iletişim becerisi kazandırmak için, ilgili dersin başarı notunun üniversiteye girişte bir puan karşılığı olması sağlanabilir. Üniversiteye giriş sınavına teknoloji kullanımı okuryazarlığı (Word, Excel, PowerPoint, vb.), İngilizce, sağlık, beslenme ve trafik gibi temel yaşamsal bilgiler ve kodlama ile ilgili birkaç soru sorularak, bu alanlarda gerçek hayat bilgi ve becerilerinin kazanılması sağlanabilir. Yükseköğretime giriş sisteminin bu şekilde kurgulanması durumunda liseler öğrencileri üniversiteye giriş ile beraber gerçek hayata hazırlayan kurumlar haline gelirler.

Son Söz: Diplomalı İşsizler Ordusu Yetiştirmemek için Yeni Bir Eğitim Yaklaşımı Gerekiyor.

Dünyadaki en başarılı eğitim sistemleri bilindiği halde Türkiye’de sınav odaklı eğitim sistemi bir türlü değişememektedir. Gerçek hayatta karşılığı olmayan test soruları öğrencilerin çok yönlü bireyler olarak gelişimini önlemekte, sağlıklı büyümelerine engel olmakta ve öğrencilerde sosyal sorumluluk, yaratıcılık ve pratik beceriler geliştirme fırsatlarına darbe vurmaktadır.

Kaliteli bir eğitim, bu bilgi çağında bireysel ve toplumsal gelişimin olmazsa olmazıdır. Gerçek dünyada karşılığı olan bilgi, beceri ve yetkinliklerle donanımlı ve hayata atılmaya hazır mezunların yetiştirilmesi, eğitim sisteminde köklü değişiklikleri gerekli kılmaktadır. Eğitim sistemi, istenilen niteliklere sahip bireyleri topluma kazandıracak bir şekilde, akıl ve bilimi rehber edinerek ve modern dünya deneyimlerinden faydalanarak yeni bir anlayış ile yeniden kurgulanmalıdır. 

TÇ: Yunus Hocam, sorularıma verdiğiniz cevaplar için çok teşekkürler. “Geleceğin Eğitimi: Felsefesi ve Temel İlkeleri” isimli kitabınız için sizi tekrar kutlarım. Umarım kamuoyu bu değerli kitabı irdeler ve içindeki önemli görüşleri tartışır.

Yazarın Diğer Yazıları

İsraflasyon: İsraf kaynaklı enflasyon

Enflasyonla mücadelede, bilinçli tüketim ve tasarruf yapmak konusunda hepimize düşen görevler olduğunu düşünüyorum. Gençlerimizi, canlarımızı, doğayı, gıda maddelerini ve özellikle de zamanı israf etmekten kaçınmalıyız

Osmanlı'da liyakat ve sadakat: Bir arşiv çalışması

"Bab-ı Ali'de görev alan bürokratların büyük bir kısmının ciddi anlamda mal varlıkları olduğu, ölümlerinin ardından ortaya çıkan belgelerde (terekelerde) görülmüştür. Hatta benzer çalışmalara konu olan paşaların rüşvete bulaşmamış olması, normal ya da gerekli bir durum değil bir gurur kaynağı, yüksek ahlak olarak ifade edilmektedir"

İcat çıkarmanın yolu: Görsel düşünme

"Cumhuriyetin ikinci yüzyılında, küresel patent yarışına katılabilmek için görsel düşünme becerisine sahip gençler yetiştirmeliyiz"