20 Nisan 2025
2025 yılı, dünyanın dengesinin bozulduğu kaotik dönemlerden biri olacak gibi görünüyor. Donald Trump, Çin başta olmak üzere uzak-yakın her ülkeye vergiler yağdırıyor. Küreselleşme sayesinde devleşen ABD ekonomisini, şimdi içe kapanarak güçlendireceğini iddia ediyor. Çin ile AB cevap olarak misillemeye karar verdi. AB ayrıca silahlanmayı gündeme getirdi. Küresel ticarette yavaşlama beklentisiyle, dolar avro karşısında değer kaybetmeye başladı.
Başkan Yardımcısı Vance, üniversitelerin ve profesörlerin düşman olduğunu ilan etmişti. Trump, Filistin protestoları yüzünden Columbia Üniversitesi rektörünü istifa ettirdi. Şimdi de Harvard Üniversitesini destekleri kesmek ve vergi muafiyetini iptal etmekle tehdit ediyor. Yabancı öğrenci kayıtlarının engellenmesi de gündemde. Kaynak sıkıntısı olmayan Harvard, Trump’ın taleplerini reddetti. Diğer üniversitelerin de emir almaktan hoşnut olmadıkları söyleniyor, ancak Harvard kadar zengin olmadıkları için, ne yapacakları bilinmiyor.
Kaliforniya eyaleti, vergi artışlarından zarar göreceği için Trump’a dava açtı. Bazı hakimler de Trump’ı engellemeye çalışıyorlar. Kamu kuruluşlarından işten çıkarmalara direnenler sokaklarda yürüyüş yapıyor. Kayıt dışı göçmenlerin toplanıp sınır dışı edilmesi de gösterilere neden oluyor. Yabancılara ve özellikle öğrencilere yapılanları duyanlar, Amerika’ya gitmekten çekiniyor. Musk’ın Trump’a verdiği destek de ters tepmeye başladı. Tesla otomobillerinin satışı düşüşe geçince, şirket ciddi değer kaybına uğradı.
Bu olup bitenler bana, Vietnam savaşı sırasında Kaliforniya’da üniversite öğrencilerinin ve aydınların başlattığı kitlesel direnişi hatırlattı. Ama burada önemli bir fark var, bu kargaşa zaman zaman gülüşmelere de yol açıyor. Galiba, Samuel Huntington’ın bahsettiği Medeniyetler Çatışmasında mizah da silah olarak kullanılacak. Bu nedenle, bu yazının başlığında, Rahmetli Levent Kırca’nın sözlerini kullandım.
Trump, Kanada, Panama ve Grönland’a göz koyduğunu söylemiş, hatta Gazze hakkında da şok edici açıklamalar yapmıştı. Danimarkalılar da ona zekice bir espri ile cevap verdi: “Madem sen bizden Grönland’ı almak istiyorsun, biz de senden Kaliforniya’yı alalım!” Bilindiği gibi, zaman zaman Birleşik Devletler’den ayrılma tehdidi yapan Kaliforniya, tek başına dünyanın en büyük beşinci ülkesi olabilecek boyutta.
Çinliler de obez Amerikalıların bir tekstil fabrikasında mutsuz bir şekilde çalıştıklarını gösteren, yapay zeka eseri video ile dalga geçmeye başladılar. Başka bir videoda da Trump, Elon Musk ve diğer Beyaz Saray yetkililerini bir fabrikada somurtarak çalışırken gösterdiler.
Bu görüntüler bana, son dönemde Çin’de ABD ile dalga geçen şu ürünleri hatırlattı; Microsoft tuvalet kağıdı, McDonald’s şarabı, Coca Cola ve Pepsi diş macunları, Tesla güneş panelleri, Nike saç jeli, Kanye West spor ayakkabısı, Intel tavuk kızartması ve Pepsi havai fişekleri diye liste uzayıp gidiyor.
Çin’de sahte “Harry Potter” kitabı bile yazıldı. Sahte marka saatler de ayrı bir hikaye. İtalyan Dış İşleri Bakanı Franco Frattini, Pekin’den satın aldığı sahte Rolex ile yakalandı ve istifa etmek zorunda kaldı.
Napolyon’un “Çin’i uyandırmayın başımıza bela olur” dediği söylenir. Herhalde, İngilizler de Çinlileri afyon tüketimine zorlayarak onun dediğini yapmışlardı. İki yüzyıl sonra, Çin’in güçlü ve esprili bir şekilde uyandığını görüyoruz.
Amerikalı yazar ve TV yorumcusu Fareed Zakaria 2008’de yazdığı “Post Amerikan Dünya” isimli kitabında, ABD’nin güç kaybettiğini ve bu nedenle Çin ile Hindistan’ın onun yerini almaya hazırlandıklarını yazmıştı.
Trump’ın hamleleri, Amerika mevcut küresel düzeni bozarsa dünyanın yeniden nasıl şekilleneceği tartışmasını da başlattı. Güç merkezi yeniden Avrupa'ya mı kayar? Çin hamle yapmaya hazır mı? Hangi ülkeler hangi tarafta olacaklar? Kim kaybedecek, kim kazanacak? Şimdi pek çok politikacı bu konuları düşünüyor.
Çin’in de ekonomik güçlenmesine rağmen askeri olarak henüz Amerika ile baş edecek noktada olmadığını biliyoruz. Bu arada, Rusya’nın da Ukrayna karşısında bile zorlandığı ortaya çıktı. Buna rağmen, eğer Amerika herkesi karşısına alırsa, beklenmedik kutuplaşmalar ve yeni iş birlikleri oluşabilir.
Bir süre için bu tartışmaları bir kenarda bırakalım ve gelin, Amerika hiç olmasaydı ne olurdu, sorusunu düşünelim. Bilindiği gibi, Amerika’nın keşfi bazı Avrupa ülkelerinin hazinelerinin altın ve gümüşle doldurmasını sağlamıştı. Bu sırada, İpek ve Baharat yollarının terk edilmesi, başta Osmanlı ve İslam dünyası olmak üzere, Çin ve Hindistan için ciddi sorunlara neden olmuştu.
Kristof Kolomb hiç yaşamasaydı ve Amerika kıtası da keşfedilmeseydi ne olurdu acaba? Gerçi daha sonra birileri muhakkak keşfedecekti ama şimdilik varsayalım ki dünya tarihi bambaşka bir yol izledi.
Amerika keşfedilmeseydi, dünya Batlamyus’un (Ptolemaeus) antik haritasındaki gibi sadece Avrupa, Asya ve Afrika ile sınırlı kalırdı. Afrikalılar esir alınıp Amerika’ya köle olarak götürülmezdi. Afrika zengin bir kıta olurdu.
Hollywood’un süper kahramanları sürekli dünyayı kurtarmazdı. Atatürk, Gandi ve Mandela gibi gerçek kahramanlar konuşulurdu. Oscar’lı filmler olmazdı, Levent Kırca, Kemal Sunal, Cem Yılmaz ve Ata Demirer bize yeterdi.
Gençlerin, Nobel veya Oscar ödülü almış gibi eğlendiği lise mezuniyet baloları olmazdı.
Amerikan güreşi diye bir gösteri olmazdı. Yağlı güreş ve Sumo olurdu.
Büyük boy (Supersize) hamburger ile diyet kola yerine lahmacun ile şalgam suyu olurdu. Starbucks yerine kıraathaneler olurdu.
Soyut dışavurumculuk unutulurdu. Fırça temizlemek için kullanılan bezler sanat eseri sayılmazdı. Jackson Pollock’ın fırçasından damlayan boyalarla kaplanmış örtüler milyonlarca dolara satılmazdı. Jeff Koons’un parlak balonları heykel muamelesi görmezdi.
Plastik Barbie’nin yerine Twiggy’nin zerafeti kalırdı.
Plastik poşetler okyanuslarda adalar oluşturmazdı. Kahverengi kağıt torba kullanılırdı.
Manhattan Projesi olmazdı ve Hiroşima bombalanmazdı.
Özgürlük Anıtı New York’ta olmazdı. İlk planlandığı gibi, Mısır’da olurdu.
Google olmazdı. Muhtemelen Mowgli isimli bir Hintli arama motorunu kullanırdık.
Gökdelenler olmazdı, piramitler olurdu. Amazon Ormanları tahrip edilmez, korunurdu.
Zenginler, “Blue Origin” uzay aracıyla günübirlik turlar atıp küresel ısınmayı hızlandırmazdı.
“Fast food” olmazdı, “slow food” olurdu. Hızlı şehirler olmazdı. Yavaş şehirler ve yavaş ülkeler olurdu.
Faruk Tabak, “Solan Akdeniz” yerine muhtemelen “Parlayan Akdeniz” kitabını yazardı.
Türkiye medeniyetlere sadece köprü değil, onların buluşma noktası olurdu. Kervansaraylarda kahve eşliğinde F.N. Çamlıbel’in ‘Han Duvarları’ şiiri okunurdu. Süleymaniye’de “Mimar Sinan Akustik Mühendisliği Akademisi” kurulurdu. Kapalıçarşı özgün bir sanat galerisine dönüşürdü. Bence hiç de fena olmazdı!
Harvard, MIT ve Stanford ile Silikon Vadisi de olmazdı. İnternet, bilgisayar ve yapay zeka olmazdı. Devasa araştırma merkezleri ve bilim müzeleri olmazdı. Yazık olurdu!
New York, Boston, Philadelphia, Los Angeles ve New Orleans gibi şehirler, sayısız kültür merkezleri ve müzeler olmazdı.
Caz ve “Blues” dinlenemez, Broadway tiyatroları izlenemezdi. Oscar’lı filmler seyredilemezdi. Eksiklik hissedilirdi!
Amerika kaynaklı, domates, patates, mısır, biber ve fasulye olmazdı. Pek çok sulu yemeğimiz ve kebaplarımız yapılamazdı. İşte bu eksiklik bizi çok zorlardı.
Bir de ChatGPT’nin bu yazıya katkısı eksik kalırdı.
Amin Maalouf “Labirent” isimli kitabında, son yüzyıllarda AB ve ABD’nin liderliğinde şekillenen dünyanın yeniden yapılanmaya ihtiyacı olduğunu vurguluyor. Fareed Zakaria’nın da işaret ettiği şekilde, Amerika sonrası dünyaya hazırlanan Çin ve Hindistan ile Rusya’nın geleceği nasıl gördüklerini anlamak gerekiyor.
Thomas Friedman da “Dünya Düzdür” isimli kitabında, bütün ülkelerin bağlantılı hale geldiğini yazmıştı. Artık, bir otomobil veya elektronik eşya üretiminde çok sayıda ülkede yapılan parçalar kullanılıyor. Küresel üretim ve tüketim zincirleri bütün ülkeleri birbirine bağlıyor.
Aslında, Trump’ın başlattığı son kargaşanın, Amerikalıların sağduyusu ile durdurulacağına inanıyorum. Zaten o da ülkesinin ne kadar dışa bağımlı olduğunu anlayarak bazı tavizler vermeye ve pazarlık yapmaya başladı bile.
Artık, ABD, Çin ve AB ülkelerinin, dünyanın ortak geleceği için doğru adımları atacak bir zeminde buluşmalarını bekliyorum. Bu vesile ile, dünyayı gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde teslim edebilmek için nasıl sürdürülebilir bir şekilde yaşanabileceği de tartışılmalıdır.
Umarım sonunda, Trump’a bu yaptıkları ile hayatımızı yeniden düzenlememize vesile olduğu için teşekkür ederiz. Hani derler ya “bir musibet, bin nasihatten yeğdir”.
Son dönemde ABD’nin gümrük duvarlarını yükseltmesi, şaka yollu da olsa bana şu soruyu sordurdu: “Amerika’sız bir dünya nasıl olurdu?” Görünüyor ki dünya Amerika’sız olmaz ama Amerika da dünyanın geri kalanını yok sayamaz.
Umarım bu kriz, daha sürdürülebilir yaşam biçimlerini düşünmemiz için bir fırsata dönüşür. Küresel iklim değişikliği ve çevre kirliliği gibi sorunlara, geçmişin deneyimlerinden ders alarak yaklaşabiliriz.
Özetle: Ne ABD’siz bir dünya akla yatkın, ne de dünyanın geri kalanını dışlayan bir ABD sürdürülebilir. Asıl gereksinim, ABD ve Çin’in önderliğinde bütün ülkelerin ortaklaşa belirleyeceği bir küresel vizyondur. Ancak böyle bir ortak akıl ve iş birliğiyle, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakabiliriz.
Talat Çiftçi kimdir?Prof. Dr. Talat Çiftçi; İTÜ, Rutgers, Chapman ve Işık Üniversitelerinde kimya mühendisliği, biyoteknoloji, iş idaresi ve nöroestetik dallarında eğitim aldı. ABD’de BristolMyers ve Türkiye’de Pakmaya, Eczacıbaşı, Bozlu Holding gibi şirketlerde yönetim konumlarında çalıştı. Bahçeşehir ve Altınbaş Üniversitelerinde rektör yardımcısı olarak görev aldı. Makale, patent ve kitapları yayınlandı. Halen stratejik yönetim danışmanlığı yapıyor. |
BİSTEM, ekonomik büyümenin ötesinde, bir toplumun bilimsel, teknolojik ve kültürel kapasitesini birlikte değerlendiren stratejik bir kalkınma modelidir. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Türkiye, bilim, sanat ve teknoloji merdiveni (BİSTEM) ile geleceğe tırmanacaktır
Türkiye’nin bilim eğitiminde en temel sorunlarından biri de öğretmenlik mesleğinin cazip olmaktan çıkması. Uzman öğretmen olarak temel bilim mezunlarından yararlanılmaması büyük bir eksiklik
Ülkemizde hızlı bir kalkınma hamlesi başlatabilmek için Çin’in Şenzen’de uyguladığı imovasyon stratejisini örnek alabiliriz. Bu yaklaşım bize, uluslararası patent ve faydalı modellerle desteklenen markalar oluşturmayı sağlayabilir
© Tüm hakları saklıdır.