22 Temmuz 2023

Bırak onu Gülcan, paramız yok artık!

Küçük Emrah'ın Boynu Bükükler filminde kardeşi Gülcan'a dediği, "Bırak onu Gülcan, paramız yok artık." sahnesi hepimiz için gerçek oldu. Herkes bir gün Küçük Emrah olacakmış meğer haberimiz yokmuş

Bamyanın kilosu 100 lira. Domates 40 lira olduğuna göre, bamya normalmiş. Domates pahalı!

Bir dilim keke 120 lira ödedim. Kahve 80 lira. O zaman kek normalmiş yahu! Kahve pahalı…

İki çift ayakkabıyı tamire vermiştim. Birinin üzerinde 250 lira yazıyordu, 500 lira uzattım. "Abla niye iki katı veriyorsun" dedi. Şaşırdım, "İkiyle çarptım işte" dedim. "Abla sen ne yapıyorsun? 500 desem itirazsız ödeyeceksin yani" dedi. "Evet" dedim. Çıplak evet.

Babamla yemeğe gittik, adisyona bakmadan, şak diye koydum kartı hesabın üzerine. "Hesaba bakmadan ödeme mi yapıyorsun sen? Sebep?" dedi. Nazikçe "Aptal mısın sen" demenin yolu, imalı bir ‘sebep?'tir. "Ne fiyat veriliyorsa artık o, tevekkül içindeyim" deyince, "Saçma sapan konuşma" dedi. Çok haklı. Ama travma üstüne travma yaşamaktansa, kendi küçük dünyamda şuursuzu oynarım. Doların yükselişi, ülkedeki yoksulluk, alım gücü, ihracat rakamları, makro ve mikro göstergeler derken, büyük resme odaklandım. Her meseleyi de şahsileştirmemek lazım. Acılara yürüyorum, korkmuyorum.

Ne yaşıyoruz biz gerçekten?... "Fakirlik psikolojisi"nin yeri literatürde mutlaka vardır, bu kafayı çözebilirim, diye bilimsel çalışmalara baktım. Bilimden kaçanı kurt kapar. İlk taramada gelen sonuçlar şaşırtıcı. Yoksullaşma ve psikolojisi anahtar kelimelerine iktisadi değil, İslami ve felsefi referanslar karşılık veriyor: "Tevekkül ve ekonomi", "Sabır ve dindarlık", "yoksulluğun inançsal sağlamlıkla ilgili boyutu"… Yani basit bir arama motoru bile yoksulluk ve psikolojiyi yan yana getirince nesnel bir yanıt ortaya koyamıyor.

Normali kaybettik. Dönemin en kısa özeti... Öngörülemezlik yeni normalimiz. Matematikle temel ilişkisi, fiyat etiketleri üzerinden yürüyen benim gibiler için büyük kaos. İktisat zaten sosyal bir bilim. Zira bizler de para harcarken matematiksel hesaplarla yorumlanamayacak kadar karmaşık varlıklarız. Bamya ile domatesi kıyaslayıp travmaya kurtuluş reçetesi çıkarmaya çalışan bir vatandaşı, hangi matematik ile anlayabilirsin?

Peki nerede kaybettik? Gerçekleşmesi imkansız, ideal toplumu anlatmak için "ütopya"yı kullanıyoruz. Mesela Atatürk'ün Cumhuriyet'i bir ütopya girişimiydi. Tersi distopya. Baskıcı, otoriter bir sistemi tarif ediyor, zaten "hastalık" kelimesinden türemiş. AK Parti'nin de Cumhuriyet'in 100. yılı için koyduğu bir ütopya hedefi vardı. Kişi başına gelir, GSMH, ihracat, gelir, işsizliğin azaltılması gibi başlıklarda Türkiye'yi dünya sıralamasına çıkaracak bir tablo ilan ettiler. Peki, ne oldu? Hiçbiri. Hedeflerin -evet- hiçbiri tutmadı. Üstelik dünyanın en riskli ekonomilerinden biri haline geldik. O zaman ütopyanın distopyaya dönüştüğünü söyleyebiliriz. Kazancımız – gram artırmadığımız harcamalarımıza yetmiyor.

Satın alma davranışlarını ölçen çalışmalarda, tüketicileri anlamak için pazarlardan - marketlerden alışveriş yapan insanlara ulaşılır. Bana sorarsanız en büyük muhalefet partisi pazardadır. Fiyatları gördüğün an içinden geçen ilk ses, pirüpak meydan okur sisteme.

Misal, ben "yok deve" diyorum sıklıkla.

Küçük Emrah'ın Boynu Bükükler filminde kardeşi Gülcan'a dediği, "Bırak onu Gülcan, paramız yok artık." sahnesi hepimiz için gerçek oldu. Herkes bir gün Küçük Emrah olacakmış meğer haberimiz yokmuş.

Son aylarda esnaf da değişti. Yakın geçmişe kadar bir fiyatın yükseldiğinden şikayet ettiğinde bin dereden su getirirlerdi. İklim krizinden başlar, tarım alanlarındaki daralmadan çıkarlardı. Bitti bu açık oturumlar. Esnaf üzgün, esnaf kederli, esnaf mahcup... Ne diyeceğini bilemiyor. Hatta seni daha azını almaya iknaya çalışıyor. "Bu devirde bir bütün karpuz alınmaz, yarım kestim hazır" diyor tatlı tatlıAynı soruları çevire çevire karpuzu streçliyoruz birlikte, "ne olacak bu fiyatların hali, nereye gidiyoruz" diye söylene söylene. Belki daha da bir yere gideceğimiz falan yok, tam olarak ‘orada'yız zaten.

Alım gücünün düşmesi, ruh sağlığını kötü etkiliyormuş. Hepimiz artık değişik açılardan yoksuluz. Bu da hepimizin ruh sağlığını kıyıdan köşeden, ortadan göbekten tehlikeli kıyılara çekmiştir muhakkak. Yine de toksik bir olumluluk içindeyiz. Mesela "hâlâ en büyük dalgayı görmedik" umuduyla yaşıyoruz, bugünlerimizin iyi günlerimiz olduğuna iknayızBelki tam olarak "orada" olduğumuzu idrak ettiğimiz içindir. Yoksulluğumuzu büyük büyük rakamların, ülkenin genel ekonomik tablosunun arkasına gizliyoruz. Euro'nun 30 TL'yi gördüğünü söylemek, sayarak domates aldım, demekten daha kolay çünkü. Büyük veri bombardımanlarıyla uyuşturulmaya da maşallah çok müsaitiz. Kapitalizm, ahh kapitalizm… Benzininden hamburgerine hâlâ fiyatların Avrupa'dan daha ucuz olduğunu savunanlar da var. Ne güzel demişti Aile Arasında filminde Fiko, "Kafan çok güzel. Gerçekten. Güle güle kullan! Ama ben öyle biri değilim." Bu kafa o kafa. Biz de öyle değiliz.

Hazine Bakanlığı da anormal akaryakıt zammını Avrupa'daki benzin fiyatlarını kıyaslayarak savunmadı mı? Orijinal bir yanıt aramaya lüzum yok. Zira en güzelini Erdoğan, Refah Partisi kürsüsünden yıllar yıllar önce vermiş: "Almanya'daki Ahmet benzini senden pahalıya alıyor, evet ama o Ahmet senden 1280 kat refah içinde yaşıyor, onu hesapla" deyip, eklemiş: "Saf olma, kendine gel. Ekonomide kaide, alım gücüyle ölçülür!"

Oğlum Çınar, geçen sene liseye başlayıp, toplu taşımada tek başına seyahat özgürlüğüne kavuştuğundan bu yana İstanbul'un kendisi için yaratıldığını düşünüyor. İstanbulkart'ı çok değerli ama en fazla bir haftalık kredi yüklüyor. "Şununla uğraşma böyle, yükle bir kerede kurtul "dedim bir kere. "Saçmalama" dedi, "TL'nin bu kadar değer kaybettiği bir ortamda peşin ödeme anlamsız!" Anlamsız olan senin harcamalarını harçlığına göre değil, TL'nin değer kaybına göre yönetmeye başlaman. Diyemedim.

Bakın, 80 dönemi biz çocuklar da zenginlik içinde büyümedik. Hatta yoksulluk "Neşeli Günler" serisi filmlerinin etkisiyle özenilecek bir şeydi. Belli bir yaşa gelinceye kadar bırakın ekonomik terimleri, ülkenin bütçesine, yatırımlarına, gelir dengelerine falan kafa yorduğumuz da yoktu. Var ya da yok'u biliyorduk. Çınar, asgari ücret artışıyla gelir dengesizliğini yaşayan Latin Amerika'daki ülkelerin sorunu nasıl çözdüklerine bakıyor. Ben çocuğumun kira artışını karşılayamadığı için intihara kalkışan bir kadının haberini izlediğinde gözlerindeki kahrı da görmek istemiyorum. "Daha kaç kişi bu halde acaba" diye sorduğunda verecek yanıt bulamıyorum. "Eskiden insanlar daha mı ahlaklıydı?" diyor. Tüm yaşıtları böyle! Bu endişelerle çocuk büyütmek zorunda kalan biz anne babaların kahrını kim önemsiyor?

Pahalılık ve gelirinin giderek erimesi meselesi rakamlardan ibaret değildir. Haksızlıktır. İçinde bulunduğumuz bu şartları, bu saygısızlığı sindiremiyoruz. Kabul etmiyoruz. Biz normaliz, pahalılık anormal!


Şükran Pakkan kimdir?

Doç. Dr. Şükran Pakkan, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunudur. Birkbeck University Morley College'de Medya ve Gazetecilik eğitimi almış, yüksek lisans ve doktorasını İstanbul Üniversitesi'nde tamamlamıştır.

Mesleğe İzmir'de politika ve ekonomi muhabiri olarak başlayan Pakkan, London Weekend Television (Channel 5), Women's Journal, Milliyet Gazetesi, Al Jazeera Türk TV, Al Jazeera English, HaberTürk TV gibi ulusal ve uluslararası medya kuruluşlarının haber merkezlerinde 25 yılı aşkın süre aktif gazetecilik yapmıştır. Akademik ve medya kariyeri boyunca başta Türkiye, Amerika, İngiltere ve Katar'da olmak üzere ulusal ve uluslararası çapta medya ve editoryal program, eğitime, sunum ve seminerlere konuşmacı ya da eğitimci olarak katılan Pakkan, "Bülent Dikmener Gazetecilik Ödülü” ve “Sedat Simavi Belgesel Ödülü” başta olmak üzere birçok haber ödülünün de sahibidir.

Gazeteci Hrant Dink'e yönelik suikast sürecinde medyayı konu alan “Neler Yapmadık Şu Vatan İçin” ile dijitalleşmenin gazeteciliğin üzerine etkilerini inceleyen “Gazeteciliğin Geleceği” isimli kitapların yazarıdır. “Unutmak ya da Unutmamak: Unutulma Hakkının Gazetecilik Perspektifinden Uygulanabilirliği” başlıklı kitabın da ortak yazarıdır.

Uzun yıllardır üniversitelerde medya, televizyonculuk ve gazetecilik dersleri vermekte, kurucusu olduğu Newsroom Media'da kariyerine yapımcı ve yayıncı olarak devam etmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları

Sen saçmalamıyorsun, biz nankörüz!

Üslup, Latincedeki "kazık, ucu sivri kalem" anlamına gelen stilus kelimesinden türemiş. Yani daha kökeninde hayır yok. Peki, bize kürsüden bangır bangır söylenen, kalbimize hançer gibi saplanan onca sözün genel bir üslup sorunu olduğunu söyleyen iletişim bilimciler mi haklı, yoksa her sözün kasıtlı, siyasetin de bir din olduğunu savunan siyaset bilimciler mi?

Gaye Erkan > 10 milyon çalışan kadın

Anasıydı, babasıydı, tokat atmaydı, işlere karışmaydı, kovmalardı… Tüm bunları sakince bir kenara koyalım, büyük resimden çıkalım ve sadece şu konuya odaklanalım: Merkez Bankası Başkanı, emzirme döneminde olduğundan bebeği yanında olsun şartı koşuyor, bakıcılara değil ailesine teslim etmek istiyor, bankada özel bir düzen kuruluyor. Vallahi ben "helal olsun" dedim. Siz? "Tabii yaaa, kadın emziriyormuş, o zaman olur" mu dediniz? Peki, biz neyiz, pardon? Türkiye'de çalışan milyonlarca anneye sesleniyorum, çocuğunuzu alın ve çalıştığınız kuruma gidin. Karşı çıkan, kızan, söylenen olursa elinizde tapu gibi emsal karar var

Asıl siz kimsiniz?

Kızıl Goncalar'ı "örtmenim bu dizi beni rahatsız ediyoo" diye RTÜK'e şikayet edenlere teessüf ederim. Çünkü bir şeyin üzerinden konuşunca, o şeyi konuşmuş olmuyoruz. Yani tarikatları konuşacaksak açık açık tarikatları konuşalım, Kızıl Goncalar üzerinden konuşunca olmuyor