19 Mayıs 2025

Kaç safha, kaç evre, kaç aşama?

Gazetecilik kimi bürokrat ve siyasilerin fısıltılarını aktarmaya dönünce curcunaya neden oluyor. Aşama, evre, safha, her neyse üzerine çok konuşuluyor ama aslında neler olduğu ve sürecin nasıl ilerleyeceği anlaşılmaz hale geliyor. Kafa karıştırması bir yana barış gazeteciliğine hizmet etmiyor medyanın bu tutumu

 PKK’nın kendini feshedip, silah bırakması, kaç aşamadır, kaç safhadır, kaç evredir? Yakından izlemeye çalışanların kafası karışmıştır mutlaka.

PKK’nın kongre kararını açıklamasıyla birlikte Sabah’ta olduğu gibi “İşte yeni aşamanın yol haritası” haberleri çıktı. Sonra Türkiye gazetesi manşetten, 2. aşamaya geçildiğini ilan etti; “Dört aşamada tasfiye edilecek” diyerek de aşama sayısını 4 olarak duyurdu.

Aşama sayıları orada dursa iyi, durmadı. Akşam gazetesinde Melik Yiğitel, “3 aşamalı plan işliyor” yazarak aşamaların sayısını 3’e indirdi! Gerçi Cumhurbaşkanı Erdoğan, Meclis Grup toplantısında sayı vermeden sadece “Yeni bir safhadayız” dedi ama bir gün sonra Habertürk, Hürriyet, Sabah, Yeni Şafak ve NTV topluca devreye girip, aşama sayısını 5’e çıkardılar.

Hem de Erdoğan “safha” derken Habertürk, Hürriyet ve Yeni Şafak “evre”yi, Sabah ise “aşama” sözcüğünü yeğledi. NTV iki sözcüğü de kullandı. Özel haber gibi sunulmasına rağmen beş ayrı yerdeki haberlerin tümünün içeriği aynıydı. Üstelik Hürriyet’te Hande Fırat, Sabah’ta Okan Müderrisoğlu, Yeni Şafak’ta Yahya Bostan hiç kaynak göstermezken, Habertürk’te Fevzi Çakır “güvenlik kaynakları”na, NTV’de Mustafa Berber, “istihbarat kaynakları”na dayandırdı.

Anlaşılan, MİT ya da güvenlikle ilgili başka bir birim bu gazetecileri toplamış, anlatmış. Onlar da kendi bilgi ve değerlendirmeleri gibi yazmış! Yanlış habercilik bu. Söyleyen kurumla değer kazanacak ifadeleri kendine ait gibi yazmak hem kullanılmak ve hem de okuru yanıltmak olur.

Gazetecilik böyle kimi bürokrat ve siyasilerin fısıltılarını aktarmaya dönünce curcunaya neden oluyor. Aşama, evre, safha, her neyse üzerine çok konuşuluyor ama aslında neler olduğu ve sürecin nasıl ilerleyeceği anlaşılmaz hale geliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, MHP Genel Başkanı Bahçeli gibi sürecin yürütücüleri ve ilgili bürokratlar da şeffaf davranmayınca somut bilginin yerini “istihbarat kaynakları” gibi belirsiz odakların fısıltıları alıyor. Ekranlardaki “konuşan kafalar”ın bilgi diye sundukları kulisler, yalan yanlış söylemler de karmaşa daha da büyüyor.

Üstelik de bir yanda özel uçakta Erdoğan’ın karşısına geçildiğinde bile “Bu aslında Nobel Barış Ödülü gerektiren bir devrim” diye söze başlayıp sorgulayan, didikleyen soru sormayan iktidar medyasının “PKK’nın bittiği gün”, “Fesih kararı geldi terörsüz dönem başladı”, “Ve PKK kendini feshetti”, “50 yıllık terör devri kapandı”, “Erdoğan barışı” başlıkları yayımlanıyor. Silahlar teslim edilecek, örgüt liderleri başka ülkelere gidecek, terör ve Kürt sorunu bitti haberleri birbirini izliyor.

Öbür yanda muhalif medyanın “İktidar niyetini erken açık etti”, “Lozan tartışılamaz”, “1921’de buluştular”, “Kandili boşaltıyoruz Suriye’ye karışmayın”, “Fesih metnine Erdoğan şerhi”, “Yürekleri yakmayın bu haini affetmeyin” başlıkları kullanılıyor. Lozan antlaşması, PKK’lıların affı, anayasa değişikliği üzerinde durup terörün sona ermesini yeterince önemsemeyen haberler, manşetlere çekiliyor.

Kafa karıştırması bir yana barış gazeteciliğine hizmet etmiyor medyanın bu tutumu.

 

Sokak röportajcılarına çağrı

İktidar cephesinin yeni düşmanı “Sokak röportajları”.  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ardından RTÜK’ün düzenlediği “Güçlü Medya Bilinçli Toplum Zirvesi”nden de “Sokak röportajlarında yeni düzenlemeler getirilerek güçlü bir denetim mekanizmasının oluşturulması” isteği geldi.

Yeni Şafak’ta Mehmet Kırtorun imzasıyla yayımlanan yazıda da “RTÜK, Basın Konseyi ve Basın Meslek İlkeleri gibi yapıların sokak röportajı yapan dijital yayıncıları da kapsayacak şekilde kapsamlı bir düzenlemeye gitmesi” gerektiği savunuldu. Yazıda ayrıca “yeni medya ahlakı inşa etmek”ten söz ediliyor, “Bu ahlâk, yalnızca gazetecilik ilkelerine bağlı kalmayı değil, aynı zamanda bireyin onuruna, ifadesine ve bağlamına saygı duymayı da içerir” denildi.

Anlaşılan bu satırların yazarı hem etik ile ahlak arasındaki farkı bilmiyor hem de medya etiğinden habersiz. Biz gazetecilik meslek etiği ile zamana, yere, kişiye göre değişen ahlaki bir anlayıştan değil, evrensel gazetecilik ilkelerinden söz ediyoruz. Gazetecilik meslek etiği de zaten “bireylerin onuruna, ifadesine, bağlamına saygı”yı içerir. Gazeteciliğin insana dair mesleki ilkelerini görmek için çok uzağa gitmesine de gerek yok, Türkiye Gazetecilik Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne bakabilir.

Ayrıca benim de içinde yer aldığım “TGC Meslek İlkeleri Kurulu”, bildirgeyi güncellerken, “Sokak röportajcıları” hakkında da bir bölüm ekledi:

“Profesyonel mesleği gazetecilik olmayan ancak dijital mecralar ile sosyal medyayı içerik üretme, bilgi toplama ve yayma amacıyla kullanan ‘Vatandaş gazeteciler’, ‘Dijital içerik üreticileri’, ‘Sokak röportajcıları’, ‘Kırıntı haberciler’ de kamu yararını gözetmeli; doğruluk ve nesnelliği esas almalı, bilgi kirliliğine yol açmamaya özen göstermelidirler.”

Görüldüğü gibi, biz gazeteciler, Erdoğan, RTÜK ya da kimi iktidar sözcüleri gibi “Sokak röportajcıları”nı RTÜK’ün denetimi altına sokmayı ve özgürlüklerini baskılamayı değil, onları da evrensel medya etiğine uygun davranmaya çağırıyor; yönlendirmeye çalışıyoruz.

Sadece onları da değil, mesleği gazetecilik olmayan “Vatandaş gazeteciler”, “Dijital içerik üreticileri” ve “Kırıntı habercileri” de…

Kimmiş o yorumları yapanlar?

“CHP milletvekili nerede görüldü: Özgür Özel'i dinleyen yok” başlığı, CHP Milletvekilinin acayip, hatta olmaması gereken bir yerde olduğu izlenimi veriyordu.

Halbuki Odatv’nin haberinin öznesi olan Okan Konuralp, gazeteci kökenli bir milletvekili ve gazetecilik meslek örgütlerinin düzenlediği “Dijital Tekeller, Tehlikeler ve Arayışlar” konferansında konuşmacıydı. Orada bulunmasından daha doğal ne olabilir?

Odatv’nin itirazı, Konuralp’in, Demirören Medya Editoryal Koordinatörü Deniz Ayas ile aynı bölümde konuşmacı olması, yanyana oturması, şöyle deniyordu haberde:

“Özel'in boykot çağrıları arasında yer alan medya kuruluşundan temsilcinin, CHP milletvekili ile aynı platformda bir araya gelmesi, ‘Özgür Özel'i dinleyen yok’ yorumlarına yol açtı.”

Şaşırtıcı bir yorum bu. CHP, Demirören TV’lerine boykot uyguluyorsa, partili bir milletvekilinin o gruptan kimseyle yanyana gelmemesi mi gerekir? Üstelik haberde “yorumlarına yol açtı” denilmiş ama kimler yapmış o yorumu? Yok.

Habercilikte ismi gizli birilerinin adına “yorum” yazılmaz. Zaten böyle bir haberde kaynağın adını gizlemenin bir gerekçesi de olamaz. Belli ki, yorumu yapan Odatv’nin kendisi. Açıkça eleştirmek yerine haberi böyle eğip bükerek yayımlamak son derece yanlış.

Odatv, haber görünümü altında böyle yorum yapacağına keşke o konferansta konuşulanları

haber yapsaydı. Benim de katıldığım çalıştay ve konferansta, iki gün boyunca dijital tekeller ile yapay zekanın dijital gazetecilik açısından yarattığı sorunlar konuşuldu, tartışıldı. Sonuçta bir yol haritası niteliğinde sonuç bildirgesi hazırladık.

Yazık, dijital platformların algoritmalarından sonra belki de hepimizi ezip geçecek bir yapay zeka tehlikesi hızla üzerimize doğru geliyor; gazeteci arkadaşlarımız bambaşka havalarda… 

Ekranlar, sicili lekelilere de açık

Milliyet yazarı Ali Eyüboğlu, “Sicili lekeliler ekranda olmamalı” başlıklı yazısında, televizyon yöneticilerinin “yayıncılık ilkeleri ve topluma karşı sorumlulukları” uyarınca eski futbolcular Ümit Karan ile Nihat Kahveci’yi ekrana çıkarmamaları gerektiğini savunuyordu.

Zira Yargıtay, geçen hafta Ümit Karan hakkındaki ‘Sarkıntılık düzeyinde kalan basit cinsel saldırı’ suçundan verilen 1 yıl 8 ay hapis cezasını onadı. Nihat Kahveci’nin de eski eşi mahkemeye başvurarak, “hakaret ederek pedagojik gelişimlerine zarar verdiği” gerekçesiyle iki çocuklarına iki ay süreyle 500 metreden fazla yaklaşmasını yasaklattı.

Eyüboğlu, Karan ve Kahveci’nin televizyonlar ve YouTube’daki futbol programlarına “yorumcu” olarak çıkarılmaması gerektiğini savunmakta haklı. Çünkü o programlardaki yorumcular, bir yandan da topluma rol modeller olarak sunulmuş oluyor. Oysa cinsel saldırıda bulunan ya da çocuklarına hakaret eden kişilerin örnek kişilikler olarak ekranlarda yer alması sakıncalı. Özellikle de gençlere zararlı.

Maalesef bizde ne TV kanallarının yöneticileri ne de futbol ve magazin medyası, Karan ve Kahveci gibi suç işleyen, kötülükler yapan, hatta şiddet uygulayan futbol yıldızları ve ünlü oyuncularını saha dışına almıyor; onları bir anlamda aforoz etmiyor; programlara çıkarmaya, haberlerini yapıp ünlerine ün katmaya devam ediyor.

Örnek vermek gerekirse, futbol medyası, Brezilyalı ünlü futbolcu Robinho’nun, İtalya’da bir kadına tecavüz suçundan 9 yıl hapis cezasına mahkûm edilmesini neredeyse yok saydı. Magazin medyası da oyuncu Ahmet Kural’ın, sevgilisi olan sanatçı Sıla Gençoğlu'na karşı “hakaret, tehdit ve kasten yaralama” suçlarından mahkûm olmasını kısa sürede unuttu.

Ahlaktan dem vuran çok ama pratikte ne etik kodları ne de kamu yararını gözeten yok.

Tek cümleyle:
• Çorum’da zabıta, bir dilencinin üzerinden çıkan 50 bin 145 lirayı geniş bir masaya tek tek yanyana dizerek sergiledi, İHA da bu teşhir fotoğrafını aynen medyaya servis etti.
• Yeni Akit, CHP İzmir Milletvekili Sevda E. Kılıç’ın öldüğü haberi yaptı; Kılıç, “Hayattayım” açıklaması yapınca özür dilemek yerine “Yine bir şeyler çeviriyorlar: CHP’lilerin “öldü” dediği vekil ‘canlandı!” yazarak hatayı bilinmeyen birilerinin üzerine atmaya çalıştı.
• Gazeteci Furkan Karabay, video ve sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek “Cumhurbaşkanı’na hakaret” ve “terörle mücadelede görev almış kişileri hedef gösterme” suçlamalarıyla tutuklandı; X hesabına erişim engeli getirildi.
• Cumhuriyet, “muhatap” sözcüğünü “CHP lideri Özgür Özel: Muhattapları Erdoğan ve Devlet Bahçeli” başlığında yanlış yazdı ama haberin içindeki yazımı doğruydu.
• Türkiye gazetesinin Muslera’ya “Eldivenlerini Uğurcan’a bırakır mısın” diye sorulmasını, “tatsız bir soru” olarak nitelendirmesi yanlıştı; gazeteci aklına gelen her soruyu sorar.
• Akşam, “Merkez 2 ay sonra alıma döndü” haberinde Merkez Bankası’nın 2 ay önce 19 Mart’taki İmamoğlu operasyonunun ardından döviz satmaya başladığı bilgisini eksik bıraktı.
• Akşam, “Ruhsatsız bungalovda ölüm havuzu” haberinde şirketin ismini vermedi.
• Azerilerin inşaat projesinin peyzajını üstlenen şirket, Cumhuriyet, Dünya, Ekonomim, Hürriyet yazarlarını Karadağ’a davetli götürdü, onlar da yazılarıyla şirketi ve projeyi tanıttı.
• Türkiye gazetesi, “İstanbul Boğazı’nı kullanan gemi sayısının geçen yılın aynı dönemine göre azaldığı” bilgisini “Boğaz’dan 3 ayda 823 ‘bomba’ geçti” haberinin son satırına sakladı.
• CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in İzmir mitingi öncesinde meydana gelen vinç kazasını haberleştirmek isteyen İHA muhabirleri bir grubun saldırısına uğradı.

ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com

Faruk Bildirici kimdir?

Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı.

Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı.

Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı.

31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı.

TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı.

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi.

19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi. 

Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor.

Yayımlanan kitapları:

Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021) 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gazetecileri fişleyen SETA raporu, Türkiye'deki uluslararası medya kuruluşlarını nasıl etkiledi?

Aradan geçen altı yıl içerisinde SETA'nın hazırladığı bu rapor, uluslararası medya kuruluşlarının Türkiye'deki faaliyetlerini nasıl etkiledi? AKP iktidarı, strateji ve politika oluşturan kuruluş işlevini yüklediği SETA'nın raporunu nasıl yaşama geçirdi?

Villasını da abartılı haber yaptılar

Bilgi olmadan ne analiz yapılabilir ne yorum. Uğur Mumcu’nun dediği gibi “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.” Gazeteci sokakta ileri geri konuşan vatandaştan farklı olmalı...

Güran ailesi ya gerçekten suçsuzsa?

Artık bu dosyayı yeniden açmak, gazeteci soğukkanlılığıyla irdelemek; kanıtların peşine düşmek zorunluluğu doğdu. Eğer bizim de katkımızla mahkûm olanlardan biri bile masumsa bu büyük sorumluluk, ağır bir vicdani yük…

"
"