06 Şubat 2021

Boğaziçi medeniyeti

Abdülhak Şinasi Hisar'ın ünlü Boğaziçi Medeniyeti kavramı aklıma geldi bu olaylar vesilesiyle. Rahmetli yazarımız Boğaziçi'ni ince kültürlü, kibar, birbirine saygılı insanlar beldesi olarak düşünmüştü. Son zamanlarda gördüğümüz Boğaziçi tablosu rahmetlinin düşü(ncesi)ne ne kadar uyuyor?

Kişisel yaşamındaki kimi olaylar nedeniyle insan güncelden kopabiliyor bazen, istemese de. Gel gelelim, Türkiye'de güncel o kadar gürültülü ki ne kadar uzakta kalırsan kal işitmemek çok güç. Ben de, dünyanın dışına çıktığımı sandığım şu günlerde öyle bir işittim ki güncelin gürültüsünü! Boğaziçi öğrencilerini, yetkililerin demeçlerini, polis seslerini, hepsini işittim.

Çok üzüldüm. İktidardaki koalisyonun iki başı ve ilgili bakan Boğaziçi öğrencileri hakkında ne kadar ağır lâflar etmişler öyle! Olaylar ortada. Öğrenciler o hakaretleri hak etmiyorlar, ne hukuk ne de ahlak açısından. Peki iktidarın iki başı o lâfları kendilerine yakıştırabiliyorlar mı? Kusuruma bakmasınlar, vatandaş olarak merak ediyorum. Boğaziçili gençler hepimizin çocukları, milletin evlatları. Ülkenin çeşitli köşelerinden, kesimlerinden gelenler okuyor Boğaziçi'nde, toplumu yansıtan bir ayna, toplumun geleceğine umutla bakabildiğimiz yerlerden biri. Öğrencilerle diyalog kurmak, onları anlamak gerekiyor. Anti - demokratik rektör atamasına öğrencilerin barışçıl gösteri ve protesto yoluyla itiraz hakkı elbette vardır. Türkiye "vur ensesine, al ağzından lokmayı" gençlere değil, uygarca itiraz etmesini bilen, hakkını arayan gençlere ihtiyacı duyuyor. Siz haklı olduğunuzu düşünüyorsanız, gidin konuşun çocuklarla. Diyalog yerine hiddet yüklü bir söylem seçmenizin nedeni nedir, amacı nedir? Nedeni hakkında bir şey söylemek istemiyorum, ama amacı tahmin edebiliyorum. Güya halka uzak ve alafranga bir kültürün temsilcisi saydıkları Boğaziçi ve öğrencilerini günahkâr ve isyankâr bir grup olarak göstermeye çalışıyorlar. Kime? Muhafazakâr çoğunluğa... İktidara gittikçe azalan toplumsal desteği bu olay üzerinden, yeniden kutuplaştırma taktiğine başvurarak canlandırmaya çalışıyorlar. Sadece öğrencileri değil, onlara sempati duyan, destek veren herkesi hedef alıyorlar.

Bu nedenle nasıl da büyüttüler o sözde Kabe figürlü resmi. Fotografa ben de baktım. Fotografın çekildiği anda resmin neden yerde bulunduğu belli değil. Resim bir yürüyüş yolunda görünmüyor. Arkası dönük kişiler de o resmin üstünde yürümüşe benzemiyorlar. Herhalde ilgililerle konuşulup açıklığa kavuşturulacak bir konu bu. Büyütmeye değer mi? Üstelik o resimdeki Kabe figürü üstüne Şahmeran figürü yapılarak sanatsal bir dönüşüme uğratılmış. Gerçek Kabe fotografı ya da resmi değil. Resimle ilgili açıklamayı okuyunca ressamın Kabe'yi aşağılamak gibi niyeti olmadığı da açıkça anlaşılıyor. Resme bakınca da Kabe'nin aşağılandığı anlamı çıkmıyor. Tersine, Kabe birleştirici bir simge olarak düşünülmüş. Sanat açısından ne derece başarılı bir resimdir, bilemem, ama dünyada meşhur oldu. Bırakın resimlerle, insanlarla uğraşmayı. Ülkenin gidişi iyi değil. Asıl işinize bakın. Kaldı ki, bir yönetimden beklenen şey, karşılıklı hoşgörü ortamı yaratarak, toplum içi farklılıkları bölünme değil manevi zenginleşme zeminine dönüştürmesidir. Bunu yapın.

Polislerin davranışlarıyla ilgili haberleri de gördüm. Nedir o "Aşağı bak", "Başını eğ" buyrukları? Hem "diklenmeden dik durmak" felsefesi yapıyoruz, hem de çocuklarımızdan dik durmamalarını istiyoruz. Olur mu öyle şey? Çocukların gururunu kırıcı davranış Türk polisine yakışmaz. Benim dedem de polisti. Gerçek İstanbul delikanlısıydı. Kendini delikanlı diye yutturan magandalardan değildi. "Senden güçsüz olana el kaldırmayacaksın" derdi. Dik durmayı, başını eğmemeyi, aşağı bakmamayı ben ondan öğrendim. Devlet gücünü vatandaşın onurunu, gururunu kıracak şekilde kullanmamaktır polisten beklenen. Çocuklara gurur kırıcı şiddet uygulanmasını kınıyorum. Çocuklar gözaltındayken iddia edildiği gibi taciz vakaları olmuşsa onu da kınıyorum. Araştırılmasını talep ediyorum.

Gene izleyebildiğim kadarıyla Batı ülkeleri bizim iktidarın Boğaziçi olayına yaklaşımına yoğun tepki göstermiş. Bizim dışişleri de yurt dışı tepkilere yanıt olarak çok sert bir basın açıklaması yapmış. Metni okudum. Gene çok üzülerek söylüyorum; Dışişlerinin basın açıklamalarının kalitesi gittikçe düşüyor. Kim yazıyor bu metinleri? Böyle bir metin yazanın başkatiplik sınavında çakmış ve ilerleyememiş olması gerekir. Herhalde meslekten olmayan birileri yazıyor. Metnin içeriği de bize, yani Avrupa Konseyi'nin ilk üyelerinden biri ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraf olan Türkiye Cumhuriyeti'ne yakışmıyor. Soğuk Savaş döneminde Doğu Bloku ülkeleri böyle metinler yayımlardı. Ayrıca, insan haklarının iç işleri konusu olmadığını bizim yönetim de biliyor. Yoksa Fransa'da hükümetin Müslüman Fransız vatandaşlarının temsilcisi örgütlerle birlikte hazırladığı yasa taslaklarına o kadar sert tepki verirler miydi? "Fransa'nın iç işleridir biz karışmayız" derlerdi. Gene Fransa'da polisin göstericilere davranışını kuvvetle eleştiren de biz değil miyiz? Hani iç işleriydi bu konular? Bize gelince neden iç işleri olsun? Az kaldı unutuyordum. Çin'de Uygurların durumunu dünya içişleri saymıyor ama biz sayıyoruz, sesimiz çıkmıyor. Bu hesaba göre, insan haklarını dışarıdan karışılmaması gereken iç işleri konusu saydığımız iki durum var: bir Çin, öbürü biz. Ama biz her yere karışabiliriz. Karışalım da, bize karışılmasına da böyle ilginç tepkiler göstermeyelim. Anımsayalım: biz aynı zamanda AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) üyesiyiz. Vancouver'den Vladivostok'a Kuzey yarımkürenin büyük bölümünü kapsayan bu örgütün 1992 Helsinki Doruk Bildirgesi insan hakları tarihi açısından bir dönüm noktası olmuştur. Biz dahil Batı ülkeleri ve eski Doğu Bloku üyeleri ortak ilkelerde anlaşmışlardır. O ilkelerden biri şöyledir: "AGİT'in insani boyutunda üstlenilen taahhütlerin, katılımcı ülkelerin hepsinin doğrudan ve meşru ilgi alanına giren konular olduklarını ve münhasıran ilgili devletin iç işlerine ait olmadığını vurgularız." (We emphasize that the commitments undertaken in the field of human dimension of the CSCE are matters of direct and legitimate concern to all participating States and do not belong exclusively to the internal affairs of the State concerned.) Dışişleri kendi müzakere ettiği bu belge yokmuşcasına nasıl oluyor da eski Doğu bloku üslubuyla bir açıklama yapabiliyor?

Abdülhak Şinasi Hisar'ın ünlü Boğaziçi Medeniyeti kavramı aklıma geldi bu olaylar vesilesiyle. Rahmetli yazarımız Boğaziçi'ni ince kültürlü, kibar, birbirine saygılı insanlar beldesi olarak düşünmüştü. Son zamanlarda gördüğümüz Boğaziçi tablosu rahmetlinin düşü(ncesi)ne ne kadar uyuyor? Siz takdir edin artık. Türkiye çok üzücü bir ülkeye dönüştü. Keşke bütün bu olanları görmesem, işitmesem!

Yazarın Diğer Yazıları

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!