03 Temmuz 2025

Provokasyonlar X halkın yükselen bilinci

Bir kurt kuzu durumu yaşıyoruz. Kurt saldırmak istiyor, bahane arayışı içinde, suyumu bulandırdın diyor. Dünya ortak kültür sözlüğü işte bu tür durumlara provokasyon diyor, yani kötü amaçlı kışkırtma

Bu yazının başlığı olarak “provokasyonun bini bir para” demeyi düşünmüştüm, çünkü son günlerin gerçeği öyle: Cezaya dönüştürülen gözaltı ve tutuklama furyaları, CHP’yi etkisizleştirme tezgâhları, bir dergiden yeni bir Madımak yaratma girişimleri... Gelgelelim, salı akşamı “Yüzüncü Gün Saraçhane Mitingi” adlı toplanmayı baştan sona izleyince, başlığı yukarıdaki gibi düzenlemeyi kararlaştırdım: Halkın yükselen bilinci, kışkırtmaları aşıyor.

Şili’de 1970 seçimlerini Halk Birliği’nin adayı sosyalist Salvador Allende kazanmıştı. Allende böylece Latin Amerika’da iktidara seçimle gelen ilk Marksist devlet başkanı olmuştu. O yıl, söylemesi ayıp, benim de burslu öğrenci olarak Paris’e gittiğim yıldır. Gidişimin senesi dolmadan Türkiye’de 12 Mart 1971 askerî darbesi yapılacaktı.

Allende’nin zaferinden bir süre sonra haber aldık ki çok sevdiğimiz şair Pablo Neruda Şili’nin Fransa Büyükelçisi olarak atanmıştı ve o günlerde Paris’e gelmesi bekleniyordu. Haberi duyunca “acaba ev bulabildiler mi” diyerek kaygılanışım öğrenci birliğinde herkesi güldürmüştü.

Ve ondan da bir yıl sonra, 1973’te bir sabah dünya Şili’de askerî darbe haberiyle uyandı. Darbe, ITT adlı ABD tekeli marifetiyle tezgâhlanmıştı. Allende karmaşık koşullarda, teslim olmaya zorlanınca intihar etti diye duyduk. Bir stadyum dolusu insanın önünde gitar çalmakta ısrar eden şarkıcı Victor Jara’nın önce parmakları kırılmış, ardından canına kıyılmıştı. Pablo Neruda da ölümü kuşkulu sayılanlar arasındaydı.

Ne diye hatırlıyorum, niye yazıyorum şimdi bunları? Besbelli güçlü çağrışımlar var. Aslında günlerdir 2 Temmuz geliyor diye geçiyordu aklımdan. 93’ün yıldönümü. Aralarında en yakın arkadaşlarımdan Metin Altıok’un, en sevdiğim halk ozanlarından Âşık Nesimi’nin, en çok etkilendiğim yazarlardan Aziz Nesin’in, şairlerden Behçet Aysan’ın ve eleştirmen Asım Bezirci’nin bulunduğu otuz beş insanın yakılarak öldürüldüğü gün...

Derken işte buyurun: 1 Temmuz 2025 Salı sabahı, 2 Temmuz 1993’e ikiz kardeş gibi benzeyen bir görüntüyle uyandık: Beyoğlu’nda bir binanın dibine birikmiş, yüzleri binaya dönük bir kalabalık, eller havada tehdit işaretleri. “Peygamber efendimize hakaret” lafları havada uçuşuyor... Çağrışım çok açık ve çarpıcı.

Provokasyon tek kelimeyle dehşet verici. İki nedenle:

Birincisi, Hz. Muhammed’in karikatürü yapıldı deniliyor, düpedüz yanıltmaca. Söz konusu karikatürü görenler bilecektir: Bir Muhammed figürü var orada ama, Hz. Muhammed figürü olarak değil, günümüzün bir Müslüman figürü olarak. Bir de Musa var, o da Hz. Musa değil, günümüzün bir Yahudi figürü. İkisi de günümüzün kıyafetleriyle. Başka bir deyişle Hz. Muhammed’in sureti çizilmez ilkesine aykırı bir durum yok ortada. Savaşın ne kadar dünyevi bir olay olduğunu, ahirete yükselen, farklı dinden insanların orada barış içinde olacağı inancını işleyen bir karikatür bu.

İflah olmaz bir mizah okuru olarak o karikatürü yayımlandığı gün görmüş ve aynen böyle anlamıştım. Haberi okuyunca hemen dergiye yeniden bakarken, acaba peygamber çizimi derginin henüz okumadığım sayfalarında mıydı diye geçiriyordum aklımdan. Hayır, dergide Hz. Muhammed de yoktu, hakaret de. Provokasyonu o zaman anladım.

Olayın bu yönünden çok ifade özgürlüğünün ihlaline ve işkenceye varan gözaltı tarzlarına karşı çıkan görüşler oldu. Haklılar ama, sanıyorum onlar da büyük çoğunluk gibi karikatürü incelemek ve anlamak gereğini duymaksızın söz alıyor.

X’te de dediğim gibi karikatür Gazze’de sürüp giden savaşı ve ölenlerden iki kişinin yükselen ruhunu temsil ediyor. Biri Müslüman diğeri Musevi olan bu iki ruhun yükseldikleri yer günümüzün yakılıp yıkılan şehirleridir. İki figürün kıyafeti de günümüzün kıyafetleri...

Sonuçta yine bir kurt kuzu durumu yaşıyoruz. Kurt saldırmak istiyor, bahane arayışı içinde, suyumu bulandırdın diyor. Dünya ortak kültür sözlüğü işte bu tür durumlara provokasyon diyor, yani kötü amaçlı kışkırtma. Tıpkı Sivas Madımak Oteli’nin önünde olup biten, daha doğrusu bitmeyen gibi.

Neden tezgâhlanmış olabilir bu seferki provokasyon? LeMan’ı susturmak, gençlik üzerinde etkili bir yayına daha “had bildirmek” için.

Bazı provokasyonlar gerçekten de katmer katmer. Belki alet olanların çoğu da durumun farkında değil. “Peygamberimize hakaret” sözü çileden çıkmaya yetebiliyor. Bunu en iyi bilenler, tezgâhçıların kendisi olmalı, nereye saldıracaklarını bildiklerini sananlar.

Sonuçta provokasyona gelenler de oldu, gelmeyenler de. Umarım bilmeden konuşanlar, anlık korkularıyla hareket edenler, özeleştiri yapmayı başarırlar.

Ondan önceki provokasyon olan “Butlan Davası” konusunda ise, butlan kararı çıkarsa o karar geçerli olurmuş gibi konuşan kürsü erbapları dikkat çekiyordu. Neyi savundukları belirsiz.

Oysa güvenilir hukukçular mahkemenin yetkisizliği meselesini defalarca açıklamış, Özgür Özel de butlan gibi yetkisizlik ürünü bir kararı kabul etmeyeceklerini açıkça ilan etmişti. Demek istediğim, bir “yorumcu”nun en azından anmasını gerektiren temel önemde bilgiler vardı.

Örneğin, Nagehan Alçı, “CHP’nin eli kolu bağlandı” diyordu. Andığım bilgilere dikkat etmek gereğini o da duymuyor ya da duymazdan geliyor. Maşallah gazeteciliğinize.

Yine 1 Temmuz’da Saraçhane’de konuşan Özel’in ise eli kolu bağlanmış gibi değildi. Provokasyonları bir bir yerine oturttu. Özel, demokrasinin kitle tabanıyla senkronize olabilen bir lider, hem fikri, hem de zikriyle.

İktidar tıpkı LeMan binasındaki gibi mitingde de epey bir eziyet, göze sıkılan göz yaşartıcı bomba ve gözaltı uygulamaktan geri durmadı. Nezarethanelerle cezaevlerinde yer yok, o başka.

Bu yazıyı yollamadan önce bir provokasyonun daha açığa çıktığını ekleyeyim: İzmir’in önceki Belediye Başkanı Tunç Soyer dahil çok sayıda belediye çalışanına yönelik gözaltıların şimdiki Belediye Başkanı Tugay’ın suç duyurusuyla yapıldığı “bilgisi” de yalan çıktı.

Bütün bunlar gerek İçişleri Bakanı’nın gerekse Adalet Bakanı’nın her tür demokratik kavramdan ne kadar uzak olduklarını bir kez daha gösterdi sevgili Hz. Ömer. Bu da geçsin tarih kayıtlarına. Onların da nelere uzak, nelere yakın oldukları konusunda yığınla soru işareti birikti.

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)

- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)

- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)

- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)

- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)

- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir fenomen kavram

Problem, bir modern “millet” tasarlanarak yasalaştırılan, hatta anayasallaştırılan “Türk milleti” terimi için cumhuriyetimiz boyunca yeterince rıza üretilmiş olmayışıdır. Ancak şu var ki “Türk” sıfatı, bütün kültürel artalanıyla birlikte, rıza göstermiş olmayan yurttaşlarımıza da zaman içerisinde her tür yöntem kullanılarak dayatıldı

Ardına kadar aralamak

RTE, Silahları “yandırma” töreninden sonraki gün yaptığı konuşmada “Türkiye yüzyılının kapıları ardına kadar aralanmıştır” dedi. Konuşmayı izlerken bu cümleyi duyunca içimden bir ses, acaba dedi, prompter’dan akan yazıda “ardına kadar açılmıştır” denmişti ama, bu sözdeki vurgu ve vaatten çekinen RTE, yarı bilinçli bir irkiltiyle, bir tür temkin edimi olarak onun yerine “aralamak” fiilini mi seçmişti?

Demokrasinin kitle tabanı

Ülkemizdeki demokratların tüm kesimlerini bir bir sayan Özgür Özel’i lider olarak hemen herkes oybirliğiyle beklenmedik ölçüde doyurucu buluyor. Gerçek halk kitlelerinin ve özellikle gençliğin çok rağbet ettiği mitinglerde kitleyle kurduğu içten yakınlıkla, “Bizim Özgür” ya da “Arkadaş Özgür” gibi bir sıfat gelecektir yakında

"
"