08 Mayıs 2025
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in 6 Mayıs 2025 Salı TBMM Grup toplantısındaki konuşmasını canlı yayından dinlerken, bilenmiş diye düşündüm. Oradakilerin konuşmaya verdikleri tepkiler de aynı izlenimi aldıklarını, aynı duyguları paylaştıklarını gösteriyordu: “Hepimiz Özgürüz” sloganı, kendilerini temsil eden ve önceki gün siyasi bir fiziksel saldırıya uğramış olan başkanın tavrıyla bütünleştiklerinin açık bir göstergesiydi. Öyle ki, özel ad olmasa küçük harfle yazılması gereken “Özgürüz” sözcüğünü, Özel’in adını temsil etmek üzere büyük harfle yazmak gereğini hissettim. Küçük harflisinin pek fazla gerçekliği olmazdı zaten.
Salonda atılan bu slogan açıkça “saldırı hepimize” anlamına geliyor, “hepimiz Özgür Özel’iz” gibi.
CHP’nin “biz”ine çoktandır, ilk İmamoğlu seçimlerinden bu yana, yalnızca kendi partileri değil, günümüz demokratik muhalefetinin büyük bölümü dahil. Kılıçdaroğlu önderliğinde kurulmuş ve dağılmış olan “Altılı Masa”nın kitlesi bir tür yaşayan ebru olarak varlık buluyor şimdi. “Hepimiz Özgürüz” haykırışı, saldırıya uğramış başkanla dayanışmanın yanı sıra buram buram özgürlük özlemiyle de belirleniyor.
Gerçekten de, 19 Mart’tan bu yana haftada iki kez farklı yerlerde yapılan mitinglere katılan kitlelerin bileşimi dikkate alındığında Başkan Özel’in şu an barış ve demokrasi güçlerinin önemli bir bölümünü temsil eder hale geldiği söylenebilir. Saraçhane halkı ve Gezi halkı kesişen kümeler halinde, hatta bazen bütünüyle, örtüşüyor. 4 Mayıs saldırısı en temelde bu bileşimin gitgide daha çok hacim ve güç kazanıp ete kemiğe bürünmesine karşı yapılmış olabilir. Öyle görünüyor ki Kürt halkının iradesine fütursuzca el koyan kayyum siyaseti ülke sathına ve İstanbul’a kadar yayılmaya kalkışınca halk birleşmenin yolunu yordamını bulmuş, oluşturmuştur: Hepimiz Özgürüz!
Sosyal demokrasinin dünyadaki, daha doğrusu merkez vatanı olan Avrupa’daki serencamı ile bizdeki serencamı aynı değil/di. Avrupa’nın kendi içinde de ülkeden ülkeye farklılık arz etmekle birlikte ortak kökenleri Marksizm, yani kabaca kapitalizme sınıf mücadelesi yoluyla son vermeyi hedefleyen siyasi doktrin olmuş. Söylemeden geçmeyeyim, Marx esasen sözcüğün dar anlamıyla siyasetçi değil iktisatçıdır ve en büyük başarısı, ünlü Das Kapital (Sermaye) adlı çalışmasında kapitalizmin işleyişini bilimsel yöntem temelinde ortaya koymasıdır. Her şeyden önce, ana düsturu bilimseldir: “Bütünüyle kuşkudayız.” Bilim de her yeni bulguyu ve vargıyı, ancak yanlışlanıncaya kadar doğru kabul etmez mi? Dar anlamdaki Marksist siyasetin babası da Marx değil, Engels’tir. Şimdiye değin kapitalizmi ondan daha iyi açıklayan bir bilim insanı çıkmadığından, hepimiz Marksistiz, o kadar.
Marksist hareketler önceleri, yani geçen yüzyılın başlarında “sosyalist” ve “sosyal demokrasi” adıyla partileşirken, daha sonra devrimciler ile reformistler olarak bölünmüşler. Bir kanat kapitalizme devrimle son vermeyi hedeflemiş, diğeri ise sosyalizme reformlar yoluyla ulaşmayı amaçlamış. Sözgelimi Lenin’in partisinin adı o ilk zamanlar “Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi” (RSDİP). “Komünist” adını alması devrimden sonra (1918).
Avrupa ülkelerinin Marksistlerinden devrim yanlısı olanlar “komünist” partilerde örgütlenirken, reformist olanlar “sosyalist”, “sosyal demokrat” ya da “işçi partisi” gibi adlarla partileşmişler.
Tarihsel olaylar her zaman böyle mutlak şemalar temelinde gelişmiyor tabii: Birinci Dünya Savaşı’nın ve 1929 Büyük Buhranı’nın ardından faşizm her yerde yükselişe geçerken bu yükseliş karşısında Avrupa sosyal demokratları komünistlerden daha öngörülü davranmışlar ve antifaşist cephe (birlik) politikasını kararlı bir biçimde savunmaya girişmişler. Bu tavrın isabetinin sonraki yıllarda Nazilerin iktidarıyla açıkça ortaya çıktığını biliyoruz. Fransa ve Avusturya gibi ülkeler faşizmin zaferinden bu sayede kurtulabilmişler.
Sosyal demokrat partilerin savaş sonrasında esas olarak kapitalizm temelinde ve emperyal pastalardan da pay alan bir hayat sürdürdükleri doğrudur. Göreli olarak daha sosyal, daha demokrat ve daha barışçı olmalarını ise tabanlarındaki emekçi sınıfların mücadelesine borçlular. Hep öyle oldular ve şimdi de öyleler. Britanya’nın PKK’sı denebilecek IRA ile olan yıllanmış çatışmada kalıcı barış gerçekleştirilirken Tony Blair ve İşçi Partisi’nin başlıca dayanağı da halk sınıflarıydı...
“Hepimiz Özgürüz” sloganına mazhar olan Özgür Özel geçen yıl Sosyalist Enternasyonal’in başkan yardımcılığına seçilmişti.
Özel’in bu konumu, Sosyalist Enternasyonal ile olan üyelik ilişkilerinin aktifleşmesi için iyi bir dolayım sağlıyor.
Küreselleşme çağında uluslararası ilişkilerin yaşamsal önemini belirtmek herhalde gerekmiyordur.
CHP ne de olsa büyük bir devrimin, Cumhuriyet devriminin partisi olarak bir devrim belleği barındırmaktadır. Devrimciliği kısa sürede terk edip tekçiliğe ve muhafızlığa soyunduysa da, bunun “zamanın ruhu” ve “siz iktidarı almazsınız iktidar sizi alır” gibi iki büyük belirleyicisini akılda tutmak, meseleyi anlamamızı kolaylaştırabilir. Ne de olsa iki savaş arası demek, Kürtler, Nâzım, komünistler, azınlıklar vd. gibi epey kurbanı olan bir konjonktür demek.
CHP’nin sınıfsal açıdan özellikle Bülent Ecevit’in başkanlığında klasik sosyal demokrasi yönünde bir değişim fikrine açılmaya başladığını biliyoruz. Uygulamadaki başarısızlıklar ve özellikle Kürt sorunundaki devekuşu politikalarının devamı bu tür açılımların şu son aylara kadar etkisiz kalmasına yol açtı.
Umarım “Hepimiz Özgürüz” sloganı çok uzun olmayan bir süre içinde gerçeğe dönüşür ve ülkemizde utanç verici bir tablo halinde sürüp giden siyasi mahpuslar probleminin çözümüne de yönelen bir ilke haline gelir.
Bu arada CHP yenilenme yönünde inandırıcı olmak istiyorsa bir an önce bir özür dileme programı yapsa, çok rahatlatıcı, bilinç yükseltici ve güçlendirici, bambaşka bir jest olur. Yurtta barış, dünyada barış gönenir. Emperyalizmin canı bir güzel sıkılır.
Necmiye Alpay kimdir?Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi. 1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi. 2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. Kitapları - Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları) - Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları) - Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları) Çevirileri - Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay. - Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları) - Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları) - Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları) - Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları) - Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi) - Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi) - Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi) |
“Savaş öyle canavar ki, insandan çok hayvanlara yaraşır; öyle çılgın ki, şairler bile onun öç tanrıçaları tarafından salıverildiğini düşünür; öyle ölümcül ki, bir veba gibi bütün evreni bir anda silip süpürür; öyle adaletsiz ki, en iyisi en aşağılık haydut sürüleri tarafından kazanılır"
Evrensel değerlere göre tanımlanan kamu hizmet ve varlıklarının “simülakr” olmayanı kaldı mı acaba? Başta “demokrasi” yani temsiliyet olmak üzere?
Zana Farqînî’nin İstanbul Kürt Enstitüsü yayını Kürtçe-Türkçe sözlüğü, “tertele”nin tanımını “katliam” olarak veriyor. Tertele, Kafle, Tehcir, Holokost, Şoa... Bunlar, tarihsel soykırımlara halkların verdiği özel adlar...
© Tüm hakları saklıdır.