11 Mayıs 2025
Ercüment Akdeniz
Türkiye bir yandan Ekim 2024’te Kürt Sorunu’nun çözümü konusunda başlayan çalışmaların silah bırakma kısmının gerçekleşmesini izliyor. Barış ve birlikte yaşam konusunda umudu yeşertmeye çalışıyor. Öte yandan aynı konuda değişik gerekçelerle hapiste tutulanların yeni duruma rağmen özgürlüklerini konuşamamanın çarpıklığını. Yeni sürecin başlamasından dört ay sonra 18 Şubat 2025’te gerçekleştirilen HDK operasyonuyla tutuklanan 30 kişi bunun örneklerinden sadece biri. 2011 yılında Barış ve Demokrasi Partisi ile 20’ye yakın sosyalist parti ve hareketin iş birliği ile oluşan Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ile ilgisi, teması, çalışması olanlar soruşturuluyor. Bu isimlerden biri gazeteci Ercüment Akdeniz. Kendisi başta mülteciler, dezavantajlılar, emek konularında yaptığı haberlerle bilinir. Bir dönem Emek Partisi’nin Genel Başkanlığı’nı da yapan Akdeniz’in davası 31 Temmuz’da. Silivri 5. Nolu L Tipi Cezaevi’nde kalıyor. Daha önce değişik meslektaşların televizyon kanallarında gözaltına alınmasıyla ilgili anlattıklarını (Banu Güven-Timur Soykan) kendisinden de dinlemek istedim. Aşağıda daha uzun kısmı var ama kısa özeti şöyle:
"Apartmanın önünde sivil polislerle karşılaştım. Beni bekliyorlarmış. Gözaltı işlemi yapacaklarını söylediler. Avukatımla görüşmek istedim. Oğlum avukat ve aynı evde yaşıyoruz. Ama görüşme hakkım tanınmadı. Yarım saat sivil polis aracında alıkonuldum. Saat 06:00 gibi eve baskın yapılacağı söylendi. Şaka gibi. 'Beni aldınız, ev araması olacaksa kapıyı ben açayım, anahtar çantamda' dediysem de kabul etmediler. İlla kapı dövülecek, gürültü patırtı ile şok baskın yapılacak. Özel harekât birimi gelince baskın aşamasına geçildi."
Ercüment Akdeniz kendi tutukluluğu ve yaşanan sürece dair de şunları söylüyor: "'Süreç' gündemi, toplumsal barış arayışları ile bizim yaşadığımız hukuksuzluk taban tabana ters. On beş yıl öncesine gidip 'çözüm süreci'ne destek veren gazeteciler bugün yargılanırsa, 'süreç' destek verenler ne yapacak?"
Söyleşiyi aktarmadan önce son söz… Aynı davada yargılanan gazeteciler Elif Akgül, Yıldız Tar ve başka davalarda yargılanan ev hapsinde olan, pasaportu, sürekli basın kartı iptal edilen onlarca meslektaş. Gazetecilerin hapisteki meslektaşlarıyla söyleşi yapmayacakları bir memleket diliyorum.
- Ercüment Bey, öncelikle gözaltına alındığınız güne dönmek istiyorum. Biraz anlatır mısınız? Kapıda diğer polislerle karşılaşıp özel harekatın beklenmesinden evde aileniz varken sizin yanınızda levye ile kapının açılmasına pek çok iddia konuşuldu.
Öncelikle herkese merhaba. Röportaj için teşekkür ediyorum. Dayanışma ezilenlerin nezaketidir, derler. Gözaltı ve tutukluluk sürecinde dayanışmasını eksik etmeyen tüm meslektaşlarıma, demokratik kurumlara ve dostlara şükranlarımı sunuyorum. Sorunuza gelince… 18 Şubat Salı günü, saat 05:30 gibi evden çıktım. Bu benim hafta içi günlerimin rutinidir. İlke TV’de Meydan Zamanı programını Denizcan Abay ile birlikte hazırlıyoruz. O yüzden işe erken gitmem gerekiyor. O sabah, apartmanın önünde sivil polislerle karşılaştım. Beni bekliyorlarmış. Gözaltı işlemi yapacaklarını söylediler. Avukatımla görüşmek istedim. Oğlum avukat ve aynı evde yaşıyoruz. Ama görüşme hakkım tanınmadı. Yarım saat sivil polis aracında alıkonuldum. Saat 06:00 gibi eve baskın yapılacağı söylendi. Şaka gibi. “Beni aldınız, ev araması olacaksa kapıyı ben açayım, anahtar çantamda” dediysem de kabul etmediler. İlla kapı dövülecek, gürültü patırtı ile şok baskın yapılacak. Özel harekât birimi gelince baskın aşamasına geçildi. Ben evdekilere bağırdım, korksunlar istemedim, tekrar anahtarı söyledim, yine dinlemediler. Bu arada bir kamera çekimdeydi. Kapı levye benzeri demir bir aletle dövüldü, bağırış çağırışlar arasında eşim ve avukat oğlum kapıyı açtı. Önce komşulardan başlayan, sonra haberlerle yayılan bir kriminalizasyon operasyonu. Oysa ifadeye çağrılsam kendim giderdim. Maalesef bu tür uygulamalar giderek sıradanlaşıyor, sanırım amaç topluma gözdağı vermek. Bu arada bir düzeltme yapmak gerek. Bazı gazeteci dostlar, baskın sırasında evimin kapısının koçbaşı ile kırıldığını söylemişler. Bu bilgi doğru değil, dediğim gibi levye kemeri bir aletle kapı dövüldü, objektif gazetecilik için doğru bilgiyi paylaşmış olayım.
- HDK soruşturması kapsamında tutuklandınız. 15-16 Ekim 2011 tarihinde İstanbul'da kurulan HDK, çok bileşenli bir siyasi oluşum. İçinde sol, sosyalist partilerle birlikte feminist, ekolojist, LGBTİ+ dernekleri var. Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin HDK’yı 2019 tarihli kararıyla "terör örgütü" olarak kabul edilen Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK) devamı olduğunu öne sürüyor. HDK'nın "legal görünümlü bir cephe yapılanması ve TBMM'ye alternatif bir meclis olduğu" savunuluyor. İktidarın bugün barışı konuştuğu Kürt siyasi hareketinin o dönemki ana bloğu Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) idi. BDP seçimlere, 'Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku' çatısı altında bağımsız adaylarla katılmıştı. Zamanlaması, içeriği oldukça tartışmalı bir durum. 2011’i sizin katılımınızı ve bugün aranan çözüm ile yaşanan tezatı anlatır mısınız?
Bir “torba operasyon” ile karşı karşıyayız. On beş yıllık bir suç torbası çıkarmaya çalışmışlar. Beraat ettiğim Gezi dosyası yeniden konmuş. EMEP (Emek Partisi) içinde üye ve yönetici olduğum yıllardaki faaliyetler “terör” ile ilişkilendirilmiş. Tam bir akıl tutulması. Birbirini daha önce tanımayan birçok aydın, siyasetçi, gazeteci, aktivist bu operasyon sonunda cezaevinde tanıştık. On beş yıl önce telefon dinlemeleri kimin eseri? Bakıyorsunuz, yasadışı dinlemelerin altında FETÖ’cü polis ve yargı mensuplarının imzası var. Avukatlar bu konuda savunma hazırlıyor. Detayları duruşmaya bırakalım. Ama bu kadarı bile suçlama ve yargılamanın nasıl büyük bir çelişki üzerinde durduğunu gösteriyor.
Burada, Anayasal bir hak olan siyasi partilere üye olma ve faaliyetlerine katılma hakkı açıkça suç sayılıyor. Demokratik siyaset hiçbir dayanak olmadan “terör” suçuyla eş kabul ediliyor. Aidat toplamak, gençlik yaz kampı düzenlemek, yemek organizasyonu vb. etkinlikler suç sayılıyor. HDK bileşeni olan veya EMEP gibi bir dönem bileşen olup ayrılan tüm sol, sosyalist partiler, demokratik oluşumlar tuhaf suçlamalarla karşı karşıya. Dolayısıyla mesele Anayasal haklar ve siyaset hakkının yok sayılmasıdır.
İkinci olarak, gazeteciler ve gazetecilik faaliyeti de bu kapsamda kriminalize ediliyor. Hayat TV’ye bağlanmış olmam suç sayılmış. Göç kitaplarımla ilgili imza günlerim, panellerim içinde HDK daveti de var diye suçlandım. İfademde de belirttiğim üzere yasal, demokratik bütün kurumlara, göç konulu seminerler, paneller veririm. Yıldız Tar, Elif Akgül arkadaşlarımız da bu dosya içinde, gazetecilik eylemleri nedeniyle suçlanıyor. Basın özgürlüğü, haber yapma ve yayma hakkı Anayasal bir haktır. Yargılandığımız konular bunlardır. Gazeteciler, yazarlar ağzına bant takıp çalışamazlar. Cezaevinde olabiliriz ama düşünceye, hakikate kelepçe vurulamaz.
Barış gazetecileri, barış gazeteciliği de cezaevinde. “Süreç” gündemi, toplumsal barış arayışları ile bizim yaşadığımız hukuksuzluk taban tabana ters. On beş yıl öncesine gidip “çözüm süreci”ne destek veren gazeteciler bugün yargılanırsa, “süreç”e destek verenler ne yapacak? Hukuki güvence bu bakımdan elzem. Hukuksuzluk pratiklere de bir an önce son verilmeli. Hayatın olağan akışı bunu söylüyor.
- Siz Türkiye’de başta sığınmacılar-mülteciler dezavantajlı grupların haberlerini yapan bir gazetecisiniz. Başta sizin de büyük emeğinizle topluma mâl olan Nourtani davası hak ve emek temelli konuları haberleştirdiniz. İçerinde bu konuları nasıl izliyorsunuz?
Özel olarak benim en büyük üzüntüm, tutukluluk sürecinde, mülteci toplumundan ayrı kalmak. Toplumun en dezavantajlı kesimi onlar. Gazetecilere de belki en çok onların ihtiyacı var. Bu saçmalığın uzun sürmeyeceğine inanıyorum. İçeride okuduğumuz, izlediğimiz göç haberleri beni mutlu ediyor, umut veriyor. Nourtani davasını sormuşsunuz. Afgan göçmenin yakılmış bedeni ikonik bir sembol; ucuz, güvencesiz çalıştırılan, öldüğünde bedeni buhar edilen göçmen işçilerin sembolü. Ben dışarıda iken Nourtani davasına yoğunlaştım, farkındalık yaratmaya çalıştım. Ama gözüm arkada kalmadı. Özellikle İstanbul Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı davayı sıkı takip ediyor. Ben de makaleler yazmaya çalışıyorum. İzmir Güzelbahçe’de yakılarak öldürülen Suriyeli inşaat işçilerinin davası da önemli. Adana’da pandemi döneminde öldürülen 17 yaşındaki tekstil işçisi Ali El Hemdan davasında ÇHD ve Adana Barosu sıkı takip yaptı. En azından katil ceza aldı. Bunlar örnek olmalı. Türkiye, bedeni yakılan göçmen işçilerle anılan bir ülkeyi olmayı hak etmiyor.
- Hapiste günler nasıl geçiyor? Ne okuyorsunuz?
Şu an elimde bir kitap var; Michel Foucault’un yazdığı “Hapishanenin Doğuşu.” Mahpusları, daha doğrusu mahpus toplumunu “Halk içinde bir halk” olarak tanımlıyor. Türkiye’de cezaevleri kapasitesinin üzerinde mahpus tutuyor. Evet 400 bin mahpus 86 milyon içinde ayrı/özgün bir halk damarı. Mahpushaneler de gazeteciler için bir laboratuvar, saha gözlem yerleri. Sosyo-psikolojik okumalar bakımından ilginç insan hikayeleri. “Süreç” ve barış arayışlarının cezaevi ortamındaki etkiler de hayli özgün. Umarım, serbest kalınca daha geniş konuşuruz. Tutuklu insanların iddianame öyküleri de hukuk çıtamızın vazifesine ayna.
Bizim koğuşta 40 kişiyiz. Welat Ekinci arkadaşımız beraatle serbest kaldı. Güzel haber. Welat, Yıldız ile çekildiğimiz bir de fotoğraf var. Size gönderiyorum.
Güne erken başlıyoruz. Günde iki defa okuma saatlerimiz var. Spor yapmayı, voleybolu ihmal etmiyoruz. Sigarayı bırakan arkadaş sayımız artıyor. Günlük işler kolektif yapılıyor. Yaş dağılımı bakımından üç kuşak bir aradayız. “Sucu Bekir” en favori oyunlarımızdan biriydi. Avluda herkes su içinde kaldı. :) Resim öğretmenliği okuduğum için portre çizimlere ağırlık veriyorum. Bir arkadaşa bağlama dersi veriyorum. Üç gazete hakkımız var. TV kanalları içinde maalesef İlke TV yok. Sadece gazetecilere değil, içeride olan mahpuslara mektup, kart göndermeyi unutmayın. Kitap hediyesi de yanında olursa, tadından yenmez. :)
İlk duruşmada görüşmek üzere, herkese sevgiler…
Murat Sabuncu kimdir?Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı. Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı. En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Halk TV'de yorumculuk yaptı. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor. Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti "En İyi Köşe Yazısı" ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var. |
Özgür Özel ’30 Haziran’daki davayla’ ilgili şunu söyledi: Bu davayı sonuç odaklı değil süreç odaklı bir dava olarak görüyorum. Partiyi tartıştırmak en büyük kazanımları. Bu yüzden akıllı olup partiyi tartıştırmamak lazım
"Ya bir iftiraya, bir yalana, bir kumpasa bu milleti ikna edecekler ve iktidarlarını sürdürmek için elverişli bir zemin yaratacaklar. Ya da millet 31 Mart’ta verdiği kararın arkasında duracak, iktidar geri adım atacak"
"Erdoğan benimle yarışmak istemediği için hapisteyim, Erdoğan benimle yarışmaktan korktuğu için sorularınızı yüz yüze değil Silivri zindanından yazılı olarak cevaplıyorum. Erdoğan’la yarışmayı tabii ki isterim"
© Tüm hakları saklıdır.