14 Mayıs 2025
Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan, Devlet Bahçeli ve Ahmet Türk
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bundan sonraki yol haritasında “siyasi ve hukuki reformlarla demokrasi ve sivil siyasetin güçlendirilmesi” konusu var.
Bu konu, Bahçeli’nin “yapılacaklar listesinin son adımı” olarak açıklamada yer alıyor.
Bu adıma gelinceye kadar silahların ne zaman, nasıl teslim edileceği, bunun gözetiminin nasıl yapılacağı, suça bulaşmış ve suça bulaşmamış örgüt üyelerinin nasıl ayrılacağı gibi konular var.
Bir de silah bırakan PKK’lıların PYD/YPG’ye geçişlerinin kontrolü ile ilgili bir başlık var ancak bunlardan bazılarının YPG’ye geçişinin mümkün olup olmaması konusu biraz muallakta kalmış sanki.
Bahçeli’nin listesinde “hukuk ve demokrasi alanındaki reformlar ile sivil siyasetin güçlendirilmesi” bir son adım olarak yer alıyor.
İktidar çevreleri için de bu konunun benzer bir şekilde, silah bırakma ve Kandil’in boşaltılmasından sonra ele alınacağı vurgusu var.
Buradan anlıyorum ki bugüne kadar Türkiye’de hukuk ve demokrasi alanında bir ilerleme olmamasının nedeni PKK’nın elde silahla dağlardaki varlığı imiş.
Yani PKK öyle bir örgütmüş ki Türkiye’yi yönetenleri demokrasiyi sınırlamak ve hukuk konusunu ötelemek zorunda bırakmış!
Ne alaka?
Amaç bu yolla sivil siyaseti güçlendirmektiyse, niye bugüne kadar beklendi, anlayamadım.
Sivil siyasetin alanını genişletmek, milletin iradesinin daha iyi tecelli etmesini sağlamaz mı?
Terör örgütü yüzünden milli iradenin sınırlandırıldığını mı itiraf ediyorsunuz?
Kusura bakmasınlar ama bu tutum kendilerini bir vesayet odağı olarak konumladıklarını gösteriyor.
Yani AKP-MHP koalisyonu, hukuk ve demokrasi reformlarını yapmamış çünkü Türklere o kadar da güvenmiyorlarmış.
Başıboş bırakılan genç kızın, davulcuya ya da zurnacıya kaçma ihtimalinden duyulan korkunun, alaturka siyaset versiyonu her halde.
Demokratik hakların kullanımına izin verecek bir hukuk düzenini kurmamışlar, çünkü PKK elde silah, dağlarda geziniyormuş.
Türkler, demokratik hakları bol bulunca nerelerine süreceklerini bilemezler diye mi PKK’nın silah bırakması beklendi?
Bu tipik bir “vesayetçi” bakıştır: Tepemizde birileri bizlerin demokratik haklarımızı kullanırsak yanlış şeyler yapacağımızı düşünüyorlarmış demek ki.
Yıllardır kafamızı ütülediğiniz “askeri vesayet” de aynı endişeyle hareket etmiyor muydu?
* * *
Lozan delinecek diye korkanlar arasında Orhan Miroğlu ve tıpkı onun gibi cahiller var. İddialarına göre AKP-MHP-PKK ve ABD bir araya gelip, Lozan’ı kaldıracaklarmış. ABD bu antlaşmanın tarafı değildir ki imzacısı olsun! |
PKK’nın kendisini feshederek militanlarının silahları bırakacağını açıklamasının ardından bir “Lozan tartışması” çıktı.
Lozan Antlaşması, Rum, Ermeni ve Yahudilerden oluşan gayrimüslimleri “azınlık” kabul ediyor.
Bu azınlık gruplarına tanınan hakları garanti altına alıyor, bunun dışında Türkiye topraklarında “azınlık grubu” bulunmadığını benimsiyor.
Yani Lozan’da “azınlık” denilince Müslümanlar dışında kalan topluluklar anlaşılıyor.
Anlaşıldığına göre PKK, Kürtleri “azınlık” olarak tarif etmediği için Lozan’a karşı.
O tarihte ana dil farkına dayalı “azınlık” tanımı yapılmamış.
Tanım bu şekilde yapılmış olsaydı, Türkiye sınırları içinde yaşayan Araplar, Lazlar, Boşnaklar, Arnavutlar da “azınlık statüsüne” sahip olacaklardı ki bu kadar çok “azınlığı” olan bir ülke bugüne kadar ayakta kalabilir miydi, bilebilmek mümkün değil.
PKK’nın kendisini feshettiğini açıklarken bunu hatalarını kabul edip, kanlı eylemleri için özür dileyerek yapamayacağını tahmin etmek için allame olmaya gerek yok.
Kabahat samur kürk olsa, kimse sırtına almaz.
Onun için artık küflenmiş diyebileceğimiz ideolojik terminolojiyi de kullanarak Lozan’dan filan söz etmesinin çok da anlamı yok.
PKK’nın bu açıklamasına bakarak “Lozan’ı delecekler, Lozan’ı iptal edecekler” diye ayağa kalkmak da aynı derecede anlamsız.
Lozan, deyim yerindeyse Türkiye’nin tapu senedi.
Kimse merak etmesin, bu iş Türkiye’nin İslamcılarının da ayrılıkçı hareketlerin de çapını çok aşar.
AKP’nin yöneticilerinden (MKYK Üyesi) Orhan Miroğlu da Lozan delinecek diye endişelenenlere kızıyor.
Anladığım kadarıyla Miroğlu Bey de Lozan’dan hazzetmeyenlerden biri.
Şöyle diyor:
“Lozan delinecek diye feveran ediyorlar!
Lozan’la beraber kimi sınıf ve zümrelerin elde ettiği kazanımların tarihe karışacak olmasından korkuyorlar!”
Cehaletin bu kadarına ne demek gerekir, bilmiyorum.
Böyle bir tiple hiç karşılaşmadığım için ne dendiğini bugüne kadar öğrenememiştim, kusura bakmayın.
Lozan, Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında bir barış antlaşmasıdır.
Birinci Dünya Savaşı’nın mağluplarından Osmanlı Devleti’nin yerine kurulan yeni devletin sınırlarını belirler.
Kapitülasyonların kaldırılması, savaş tazminatlarının iptal edilmesi, patrikhanelerin konumu gibi konularda hükümler içerir.
Ve 1878 yılında Padişah Abdülhamit tarafından idaresi İngiltere’ye devredilen Kıbrıs’taki egemenlik durumunu netleştirir.
Bunun dışında kim ne söylüyorsa ya cahilliğinden söyler ya da yalancılığından.
Lozan, Miroğlu Bey’in iddia ettiği gibi “kimi sınıf ve zümrelere kazanımlar” sağlamaz. Böyle bir hükmü yoktur.
Orhan Miroğlu, bununla ilgili bir madde bulsun ben bu işi bırakırım.
Ama biliyorum ki kendisi bu cehaleti ile ilgili özür de dilemez, oturup iki kitap okuyarak gerçeği öğrenmek için de gayret etmez.
Lozan delinecek diye korkanlar arasında da tıpkı Orhan Bey gibi cahiller var.
İddialarına göre ABD Senatosu onaylamadığı için ABD, Lozan’ı imzalamamış şimdi AKP-MHP-PKK ve ABD bir araya gelip, Lozan’ı kaldıracaklarmış.
Bu tür şeyler cehaletten mi kaynaklanır, kötü niyetten mi bilemem ama şunu biliyorum:
Lozan Antlaşması’na taraf ülkeler şunlardı: Britanya, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı.
ABD bu antlaşmanın tarafı değildir ki imzacısı olsun!
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı. Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu. 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |
Hakkında bunca süreye rağmen iddianame hazırlanmayan eski İBB Medya A.Ş. Genel Müdürü Dr. İpek Elif Atayman, küçücük bir cezaevi aracında, ani bir nakil kararıyla götürüldüğü Afyonkarahisar Kapalı Cezaevi’ne ranza verilmediği için beş gün süreyle yerde yatmış. Adalet Bakanı bu nakil kararının hangi gerekçeyle alındığını yüzü kızarmadan açıklayabilecek mi?
MHP Genel Başkanı, bayram mesajında “kurucu anayasadan” söz ediyor. Bahçeli’nin dilinin altında bir başka bakla var gibi geldi bana
İçişleri Bakanlığı’nın yeni düzenlemesine göre, daha güvenli bir sürüş ortamı yaratmak amacıyla 65 yaş üstündeki vatandaşlar her iki yılda bir, 80 yaşını geçenler ise her yıl doktor kontrolünden geçecekler. Öğrenmiş oluyoruz ki Türkiye’de otomobil kullanmak, devlet yönetmekten çok daha ciddiye alınması gereken bir şeymiş
© Tüm hakları saklıdır.