23 Haziran 2020

Polis marifetiyle vesayet rejimi

Bireysel hakların kullanılması, bir yetkilinin emir vermesi ile engelleniyorsa orada bir vesayet rejimi vardır

Şurası bir gerçek ki demokratik hakların kullanılmasından, protesto gösterilerinden filan Erdoğan rejiminin ödü kopuyor.

Nitekim dün de polis copunun tadına bakanlar ülkenin değişik kentlerinin barolarının başkanlığını yapan avukatlar oldu.

Bizim memlekette özgürlükler her zaman bir "kanunlar dairesinde" durur.

Duruma göre bir yetkili, bir özgürlüğü kullanmanızın "devletin bekasına tehdit oluşturabileceğini, güvenlik sorunları yaratabileceğini" filan düşünürse, o özgürlüğü kullanmanızı engeller.

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin bünyesi çok hassas.

Her şeyden nem kapabilir, bir özgürlük esintisiyle bile üşütebilir, hatta zatürree bile olabilir.

Valiler filan da bu nedenle bir vasi gibi davranırlar.

Çünkü Türklerin, serbest kalırlarsa abuk sabuk şeyler yapıp, devletlerini batıracaklarına inanırlar.

Böyle bir tuhaf millet olduğumuzu düşünürler, bizleri yanlışlardan korumak için bu vesayet rejimini tesis etmişlerdir.

Bakmayın AKP’lilerin "askeri vesayeti kaldırdık" palavralarına!

Türkiye’de tüm vatandaşların velisi vardır, o veli de kanlı canlı olarak devleti yönetenlerdir.

Sivilleşme dediğimiz şey, askerin devletin yönetimine karışmamasından ibaret bir şey değildir.

Sivilleşme, bireysel hakların, devletin otoritesine karşı kesin ve katı bir şekilde korunabiliyor olması demektir. Devletin ve yöneticilerinin hesap verebiliyor olması demektir.

Yoksa sizi döven ha asker olmuş, ha polis, ha bekçi. Hepsi aynı sonucu verir:

Bireysel hakların kullanılması, bir yetkilinin emir vermesi ile engelleniyorsa orada bir vesayet rejimi vardır.

TC Anayasası’na göre (34. Madde) "Herkes önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir."

2911 Sayılı Kanun, "önceden izin alınması" şartını eklemiş.

Sınırını bilmeyen bir yönetici, haddini bilmeyen bir kanun ile el ele verince, ortaya böyle görüntüler çıkıyor işte.

Çünkü Anayasa’ya göre (90. Madde) yasalarımızla AİHS ve AİHM kararları çelişiyorsa, uygulamada AİHM kararları dikkate alınır.

Baro başkanlarının dayak yemesiyle sonuçlanan olay benzeri birçok meselede AİHM kararları açık: Bu yürüyüşü engelliyorsan, insan haklarını ihmal ediyorsun demektir!

Baro başkanları, taşkınlık yapıp, şiddete yönelerek genel güvenliği tehlikeye atsalardı, tabii ki engellenebilirlerdi.

Ama böyle bir şey olmadı.

Bir Anayasal hakkın kullanılması, polis şiddeti ile engellendi.

Çünkü ülkemizde bir kişi, kendisini her şeyin üstünde görüyor.

Anayasa’yı takmıyor. Kanuna aldırmıyor. Mahkeme kararlarına uymuyor.

Egemenin, kendisini Anayasa’nın üstünde gördüğü rejimler hakkında iyi şeyler söylenmiyor, benden duymuş olmayın!

* * *

15 Temmuz gazilerine rüşvet teklif etmişler!

Geçen gün AKP Genel Merkezi’nin önünde gösteri yaparlarken "polis tarafından misafir edilen" 15 Temmuz gazilerine, gösteri yapmamaları için kendi paralarından rüşvet teklif edildiğini duymuş muydunuz?

Ne kadar saçma bir cümle oldu, değil mi?

Bir insana kendi parasıyla rüşvet teklif edilir mi? O para verilirse, bu rüşvet sayılır mı?

Boşuna beyninizi yormayın, bu işe biz fanilerin aklının erebilmesi mümkün değil.

Bunun için AKP tedrisatından geçmek gerekiyor.

Nihal Bengisu Karaca’nın Habertürk’te yazdığına göre olay şöyle cereyan ediyor:

Kahramankazan 15 Temmuz Gazileri Yardımlaşma Derneği, 9 Haziran 2020’de Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı önünde "nezih" bir basın açıklaması yapmış. ("Nezih" tanımlaması Nihal Hanım’a ait.)

Bu açıklamada taleplerini sıralamışlar ve bir darbe girişimi olursa yine en ön safta olacaklarını açıklamışlar. Ancak haklarını alana kadar eylemlerine devam edeceklerini de söylemişler.

Bunun üzerine, KHK ile kurulan ve halktan toplanan 309 milyon lirayı idare edecek vakfın yöneticileri devreye girip, "size biner lira verelim, eylemleri durdurun" teklifinde bulunmuşlar.

Meğerse Vakıf, bugüne kadar üç kez kişi başı biner lira yardım dağıtmışmış!

Tabii burada şaşırtıcı olan konulardan biri de KHK ile kurulmuş vakfın yöneticileri olduğunu da öğrenmemiş olmamız.

Bugüne kadar bu vakfa mütevelli heyeti seçildiğini, atamaların yapıldığını duymamıştık.

Bunlar kimlerdir, kamuoyu bilmiyor.

Bu vakfın da arpalık haline getirileceğinden eminim de arpayı kimler yutacak, onu merak ediyorum.

15 Temmuz Şehit ve Gazileri için toplanan 100 milyon dolar, şu anda kaç para oldu, bunu da bilmiyoruz.

Bir garip işler dönüyor, burası kesin!

Şehit yakınları ve gaziler için toplanan yardıma bile gözlerini diktiler ya, emin olun artık bunların dizginlenemeyen para hırsıyla ilgili duyduğum hiç bir şeye şaşırmayacağım!

* * *

Günün fıkrası

Dün bütün günü mutlu bir tebessümle geçirmeme neden olan şey, Fox TV’de yayımlanan bir haber oldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’nin döviz rezervleri ile ilgili olarak değişik tarihlerde yaptığı açıklamalardan oluşan bir haberdi bu.

Erdoğan, 19 Nisan 2013 günü, kalabalık bir salonda konuşurken şunu söylüyor:

"Merkez Bankamızın döviz rezervi yine bir rekor kaydetti ve 130 milyar dolara ulaştı."

31 Mart 2018’de verdiği müjde şöyle: "Şu anda döviz rezervimiz 120 milyar dolar."

Ve 20 Haziran 2020’de yüreklere ferahlık veren şu açıklamayı yapıyor: "Merkez Bankası döviz rezervimizi yeniden 93 milyar doların üzerine çıkardık."

Böylece, TC Merkez Bankası’nın döviz rezervleri 7 yılda 130 milyar dolardan, 93 milyar dolara "çıkmış" oluyor!

Bence AKP medya işleri yöneticilerini bekleyen ağır bir görev daha var: Erdoğan’ın bütün eski konuşmalarının internetten silinmesi lazım!

Yoksa böyle komik durumlar ortaya çıkıyor ve artık bunlar çok da sık oluyor.

Yazarın Diğer Yazıları

AKP'nin yargıya bakışı: "Yetkili" değil, "görevli"

AKP'nin 2011'deki Anayasa taslağında "yargı yetkisinden" değil, "yargı görevinden" söz ediliyor. Taslakta ayrıca, mahkemelerin "Türk milleti adına" karar vermesi ve AYM kararlarının herkesi bağlayacağı konularında hüküm yok. O tarihte "uzlaşma" gerçekleşmediği için Anayasa tartışması ertelendi. Ancak AKP'nin Anayasa taslağı, adı konulmadan hayata geçmiş gibi bir tablo var karşımızda...

Siyaset yapmayı yasaklama davası!

Kobani davasını çok önemsiyorum, çünkü bu dava, Türkiye'de demokratik siyasetin yasaklanması yolunda atılan büyük adımlardan biri

Reis mazbut lakin o çevresi yok mu?

O çevreyi yaratanın kim olduğu söylenmeden, çevre eleştiriliyor ki Reis, yenilginin suçunu bugünkü çevresine yıkıp, birinci halkayı yeniden oluştursun, bakarsın biz de oradan bir çıkış yakalarız!