22 Mayıs 2025

Nasıl bir deprem bekliyoruz, bilen var mı?

Bilim insanları arasında görüş ayrılıklarına neden olan "olası İstanbul depremi" için yapılması gereken, uluslararası bir kongre toplamak ve görüş ayrılıklarını giderecek bilimsel bilgiyi üretmek. Bu konuda bir girişimde bulunulduğunu duymadık. Beklenen depremin çok yıkıcı olmayacağı ortaya çıkarsa, rant ve inşaat işleri yatar diye endişe ettikleri için mi?

İstanbul’da 23 Nisan günü meydana gelen 6,2 büyüklüğündeki deprem, bilimciler arasındaki görüş farklılıklarının bir kez daha ortaya çıkmasına yol açtı.

Prof. Dr. Osman Bektaş, ana Marmara fayının 7,2’den küçük deprem üretebileceğini ve 6,2’lik depremin “beklenen deprem” olduğunu söylüyor.

Prof. Dr. Şener Üşümezsoy ise Marmara’da çok yıkıcı bir deprem beklemenin gerçekçi olmadığını, Adalar fayının artık ölü olduğunu, Marmara’yı boydan boya kat eden bir fayın olmadığını söylüyor.

Prof. Dr. Ahmet Ercan, Kuzey Marmara’daki fayın tek bir defada kırılarak büyük deprem yaratacağı önerisinin çöktüğünü, iki ayrı kırılma gerçekleşeceğini söylüyor.

Prof. Dr. Ercan’a göre büyük deprem en erken 2045’te, en geç 2085’te meydana gelecek.

Ercan, 6,2’lik depremin ardından, İstanbul ile ilgili deprem senaryolarının gözden geçirilmesi gerektiği kanısında.

Prof. Dr. Şükrü Ersoy, artçıları izleyerek daha doğru bir kanaate varılabileceğini söylüyor.

Japon deprem uzmanı Yoshinori Moriwaki ise 30 yıl içinde büyük bir deprem olasılığını yüzde 60 olarak veriyor. Moriwaki zemini sağlam bölgelerin depremden daha az etkileneceği kanısında.

Prof. Dr. Celal Şengör ise İstanbul’un “topun ağzında” olduğunu ve en mantıklı adımın şehri terk etmek olduğunu söylüyor.

Gördüğünüz gibi bilim insanları arasında ciddi görüş ayrılıkları var.

Ve bu görüş ayrılıkları sadece bilim dünyasını ilgilendiren, üniversitenin duvarlarının gerisinde yürütülen bir fikir jimnastiğinden daha ileri anlamlar taşıyor.

Marmara’da beklenen deprem, ileri sürüldüğü gibi çok yıkıcı büyüklükte olacaksa başka tedbirler almak gerekiyor, daha düşük büyüklükte olacaksa başka tedbirler almak gerekiyor.

İki senaryo arasında, İstanbul’u depreme hazırlamak konusunda yüzlerce milyon dolarlık harcama farkı çıkacak.

İstanbul’u depreme hazırlamak için gerekli bütçenin hemen harcanması ile 25-30 yıla yayılarak harcanması arasında da muazzam bir maliyet farkı var.

Yani bu bilim insanları arasında yürütülecek bir fikir yarışmasının konusu değil.

Öncelikle cebimizi ilgilendiriyor.

Devletin harcayacağı para açısından da evlerimizi güçlendirmek için harcamamız gereken bütçeler açısından da.

Deprem eğer iddia edildiği gibi büyük değil de 23 Nisan’daki gibi gerçekleşecekse bu, birçok semtte deprem güçlendirmesi için boşa para harcanıyor demek.

O zaman buralardaki harcamaları ertelemek, binaların ekonomik ömürlerini doldurmalarını beklemek ciddi bir bütçe tasarrufu anlamına geliyor.

Ama deprem gerçekten çok büyük olacaksa da o paraların hemen bulunup harcanması şart.

Arsaları nispeten daha değerli olan semtlerde deprem güçlendirmesi birçok kişi için yeni bir gelir kapısı olmuş durumda.

Oysa belki de o bölgelerde depremin yıkıcı etkisi hiç görülmeyecek.

Bunları bilmiyoruz. Biz bilmediğimiz gibi hükümet de bilmiyor yerel yönetim de. Yapılması gereken belli: Bu konuda önde gelen tüm bilim insanlarının katılacağı uluslararası bir kongre toplamak ve İstanbul’u neyin beklediğiyle ilgili görüş ayrılıklarını giderecek bilimsel bilgiyi üretmek.

Bu konuda Erdoğan yönetiminin bir girişimde bulunduğunu duymadık.

Beklenen depremin çok yıkıcı olmayacağı ortaya çıkarsa, rant ve inşaat işleri yatar diye endişe ettikleri için mi?

* * *

AKP, “araya mesafe koyma” peşinde

Bahçeli'nin "kuşun ikinci kanadı"nı oluşturacak 100 kişilik Milli Birlik Komisyonu önerisine, AKP Genel Başkan Yardımcısı “Önce silahları bıraksınlar, görelim” karşılığını verdi. AKP, PKK'ya mı güvenmiyor, yoksa girişimlerinin oy kaybına yol açacağının görülmesi durumunda, kendisine manevra alanı mı açmak istiyor?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli

Adı konulmamış barış sürecini başlatan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, DEM Partili Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın katıldığı bir televizyon programına mesaj gönderdi ve “Barış tek kanatlı bir kuş değildir. Birinci kanat Öcalan’ın çağrısı ve fesih kararıyla kendisini gösterdi. İki kanadı millet olarak hep birlikte gövdeye getirmeliyiz” dedi.

Bahçeli, “kuş kanadı” alegorisini, 100 kişilik Milli Birlik Komisyonu önerisiyle biraz daha geliştirdi.

TBMM’de temsil edilen 16 partinin hepsinin en az bir milletvekiliyle temsil edileceği bu komisyon, “kuşun ikinci kanadını tamamlayacak” konuları tartışacak ve kanun teklifleri hâline getirip, TBMM’ye yollayacak.

Bahçeli’nin bu önerisine muhalefet partilerinden İYİ Parti hariç hepsi olumlu yaklaştı.

İyi Parti, PKK’nın kendisini feshetmesi ve silah bırakması sürecine kategorik olarak karşı.

Bu nedenle Bahçeli’nin bu son teklifine de karşı çıkmalarında yadırganacak bir durum yok.

İlginç olan, Bahçeli’nin komisyon önerisine “muhalefet partileri gibi atlamayan” ikinci partinin AKP olması.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Zafer Sarıkaya “Silahların herhangi bir şekilde daha gündem oluşturduğu bir ortam içerisinde TBMM’deki sürecin konuşulabilme imkânının olmadığı kanaatindeyim” dedi.

PKK’nın kendisini feshederek silah bırakacağını açıklamasının ardından iktidar kanadından gelen en açık “araya mesafe koyma” açıklaması bu.

PKK’nın silahlarını bir günde bırakamayacağı, bu sürecin MİT’in gözetim ve denetiminde sürdürüleceği bir sır değil.

Ve silahları teslim etme işleminin eylül ayının sonuna kadar biteceği de aşağı yukarı netleşmiş bir bilgi.

Böyle bir tabloda AKP Genel Başkan Yardımcısı’nın “Önce silahları bıraksınlar, görelim” demesi, PKK’ya güvenmediklerini mi gösteriyor?

Yoksa kaçınılmaz bir şekilde bir genel af kanununu da içerecek “kuşun ikinci kanadını oluşturma” girişimlerinin, AKP oylarında bir kayba yol açacağının görülmesi durumunda, kendilerine geri dönmek için bir manevra alanı açmak istediklerini mi gösteriyor?

Şurası çok açık ki iktidarın büyük ortağı AKP kanadı, bu konuda MHP kadar istekli görünmüyor ve bu konudaki ileri adımların hepsinin MHP lideri tarafından atılmasını bekliyor.

Bu konuda muhalefeti bilgilendirme görevi DEM Parti’ye, süreç ile ilgili açılımları genişletme görevi de MHP’ye verilmiş gibi.

AKP, deyim yerindeyse iki elinde iki maşa ile ateşi kontrol etmek istiyor.

Bu sürdürülebilir bir pozisyon mudur, bugünden bir şey söylemek zor.

Adı konulmamış bu süreç, MHP lideri Bahçeli’nin ani bir çıkışıyla tuhaf başlamıştı, aynı tuhaflıkla sürüyor.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı.

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu.

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bu “yetenek” vardı da niye kullanmadınız?

Türkiye’yi 23 yıldır tek başına yöneten Cumhurbaşkanı’nın, bir muhalefet lideri gibi “Türkiye’yi hak ettiği seviyelere ulaştıracak, irade, tecrübe, birikim ve ufuk ancak bizde vardır” sözlerini okuduğumda elimde olmadan kahkaha attım. Yaşadığımız gerçekler, bu heyetin Türkiye’yi iyi yönetemediğini, olanaklarını çarçur ettiğini, bir gelecek vizyonuna bile sahip olmadıklarını gösteriyor

Savcının işi artık iyice zorlaştı

CHP Kurultayı davasında savcının işi daha da zorlaşmış olmalı. Çünkü önce bazı delegelerin, bazı çıkarlar karşılığında oy değiştirmeyi kabul ettiklerini ispat edecek. Sonra da bu CHP delegelerinin siyaset yapan sivil vatandaşlar değil, kamu görevlisi olduklarını ispatlayacak. Bunu ispatlayabildiği takdirde “Evet, dava siyasi değilmiş” diyebileceğiz

Ceza hukukunda lafla peynir gemisi yürümez

Savcı, Özgür Özel’in seçilmesi için “hile yapıldığını” iddia ediyor. Hileden bahsediyorsak, “aldatma kastı” aramamız gerekir. Savcı haklıysa, oy istemek için kömür ya da erzak kolisi dağıtmak seçime hile karıştırmak mı kabul edilecek? Fıkıh kavramı olarak “hile”, yanlış bir kanaat uyandırarak veya mevcut bir hatalı fikrin devamını sağlayarak yanıltmaktır; ki bu da daha çok iktidar sözcülerinin durumuna uyuyor

"
"