23 Ekim 2019

Erdoğan, Rusya’dan istediğini aldı

Türkiye’nin ulaştığı nokta, Avrupa ile ipleri kopma noktasına getirmek pahasına da olsa Erdoğan açısından bir başarı olarak görülmeli

Rusya ile varılan mutabakat metninin içeriği, Türkiye’nin PKK / PYD’ye karşı başlattığı askeri operasyonun ile ulaşmak istediğine çok yakın bir durumu teyit ediyor.

Barış Pınarı adı verilen harekât başlarken ilk hedef Türkiye – Suriye sınırının, Suriye tarafında 30 kilometrelik bir derinlikte PKK / PYD silahlı unsurlarının geri çekilmesiydi.

Önce ABD ile varılan mutabakat ve ardından da Rusya ile dün açıklanan muhtıra başlangıç amacına ulaşıldığını gösteriyor.

* Mutabakat muhtırasının Adana Anlaşması’na referans vermiş olması da önemli bir ayrıntı.

Bu anlaşma, Türkiye’nin terörist unsurlara karşı Suriye içinde askeri harekât yapmasını meşrulaştırıyor.

Ve bu aynı zamanda Türkiye’nin, bu sorunla ilgili olarak muhatabının esasen Suriye devleti olduğunun da altını çiziyor ve öyle görünüyor ki Türkiye’nin de buna itirazı yok.

* Soçi’deki görüşmenin sonuçlarını görmek için 150 saatlik “temizlik” sürecini bekleyeceğiz.

Bugün Türkiye’nin ulaştığı nokta, Avrupa ile ipleri kopma noktasına getirmek pahasına da olsa Erdoğan açısından bir başarı olarak görülmeli.

Mutabakat nasıl denetlenir, verilen sözler nasıl tutulur diye merak edenler olacaktır elbette.

Bu noktada çok sorun çıkmayacağını düşünüyorum.

Şimdi sırada ABD’de Trump ile yapılacak görüşme var.

Bu görüşmeyle birlikte Suriye sınırımızda neyin şekilleneceği daha net bir tablo olarak ortaya çıkacak.

Bu aşamada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Soçi’den istediğini alarak döndüğünü söyleyebilirim.

***

Halkın “bir bölümünün” dinini aşağılamak serbest mi?

Konya’da, otobüs duraklarına asılan afişleri gördünüz mü, bilmiyorum.

Anadolu Gençlik Derneği ve Milli Gençlik Vakfı imzasını taşıyan bu afişlerde şunlar yazılı:

“Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu doğru yola eriştirmez.”

Bu afişler, Konya Büyükşehir Belediyesi’ne ait otobüs duraklarına asıldı. Belediyenin bu ilan panoları, Wall AG isimli bir Alman şirketi tarafından kiraya veriliyor.

Merak ediyorum, kanunlarımızı okuyup anlayacak düzeyde bir savcı ya da mülki idare amiri, bu afişleri gördü mü?

Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesi, “Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” diyor.

Bu aşağılama suçu, kamu güvenliği açısından açık ya da yakın bir tehlikeye neden oluyorsa, cezası bir yıldan üç yıla kadar hapis olur.

Bu afiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin, “Anayasa ve kanunlar önünde eşit” Hristiyan ve Yahudi vatandaşlarını alenen aşağılıyor, kin ve düşmanlığa yol açmayı hedefliyor. Kamu barışının bozulmasını hedefliyor.

Soralım bakalım:

* Konya’da, TCK’ya vakıf ve Türkçe okumayı bilen bir savcı var mı? Varsa, bu afişi okumuş mu?

* Bu afişin sorumluları hakkında nasıl bir işlem yapıldı?

* Bu afişin, kamuya ait yerlere asılmasına kim izin verdi?

* Afişlerin asıldığı yerlerin kiralarını kim ödedi? Kira ödenmediyse, para alınmaması için kim ricacı oldu? (İçeriği suç oluşturan bir afişin asılmasını kolaylaştırmak, suça iştirak sayılır mı acaba? Bilemedim.)

* Vilayet ve Emniyet Müdürlüğü Dernekler Masası, inanmış Müslümanları, halkın bir bölümüne karşı alenen tahrik eden bu afişleri bastırıp, asan dernekler ile ilgili nasıl bir işlem yapıyor?

Bizim ülkemizde, kamu görevlilerinin bu tür suçlara ortak olmasının yolu, tam siper olup, sorulara yanıt vermemekten geçer.

Konya Cumhuriyet Başsavcısı, Konya Valisi, Konya Emniyet Müdürü!

Sessizliğin arkasına saklanıp, bu soruları atlatabileceğinizi zannetmeyin.

Takip edeceğim.

***

“Çok doldu, biraz boşaltalım” affı

Aslına bakarsanız bu ülkenin vatandaşı olmasak ve mesela ABD’de televizyonda stand-up yapıyor olsak, hem kendimiz eğlenirdik, hem de izleyicilerimizi eğlendirebilirdik.

BBC Türkçe’den Ayşe Sayın’ın haberine göre, AKP, “cezaevlerindeki doluluğun artması ve halkta oluşan af beklentisi” nedeniyle infaz düzenlemesini, 2. yargı paketinden ayrı olarak öncelikli olarak gündeme almaya karar vermiş.

Hatırlarsınız, bu “af beklentisi” dedikleri şey, günün birinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “mafya babalarının hapiste yatıyor olmasına çok üzülmesi” nedeniyle ortaya atılmıştı.

AKP’nin bulduğu formül, hapis cezalarında infaz indiriminin yüzde 50 olması!

Mahkeme 10 yıl verdiyse, 5 yıl yatıp çıkacaksınız.

Eskiden de böyleydi ama 2004’te yine AKP, bu indirimin çok olduğu gerekçesiyle infaz indirimini üçte bir oranına düşürmüştü.

Eski fikirlerinden neden vazgeçtiklerini merak mı ediyorsunuz? Buyurun:

“İstenen sonuç alınamadı, cezaevleri de zaten çok kalabalıklaştı.”

Ne sonuç bekliyorlardı, gerçekten çok merak ediyorum. İnfaz indirimi azaldı diye insanların suç işlemekten vazgeçeceklerini mi düşünmüşlerdi?

İnsanlar suç işleme kararını verirken şöyle mi düşüneceklerdi yani: “Suç işlemeyeyim abi. 10 yıl yersem eskiden 5 yıl yatıyordum, şimdi 6 yıl 6 ay yatacağım. Değmez vallahi!”

Bu AKP’liler, bu kafaya nasıl ulaştıklarını bir anlatsalar, biz de dener, hayata daha pembe bakmaya başlardık!

Ve sanırım “cezaevleri kalabalıklaştı” diye suçluların bir bölümünün cezasını çekmeden hapisten çıkarılmaları garipliği de yine aynı “uçmuş” kafanın eseri!

Hadi bize de söyleyin, siz ne içiyorsunuz Allah aşkına!

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"