09 Mayıs 2025

Bu kadar “tesadüf”, tesadüfen olmaz

Selçuk Tengioğlu, ifadesinde kimseden talimat almadığını, "duygusal bir yapı içerisinde" kendini kaybederek Özgür Özel'e tokat attığını söylüyor. Erdoğan da saldırıyı "siyaseti şiddet zeminine çekmek isteyenler inşallah bu yaşananlardan ders çıkarır” ifadeleriyle kınadı. “Miting filan yaparsan yumruğu yersin, akıllanmazsan telef olursun” demek mi istiyor?

Selçuk Tengioğlu, Sırrı Süreyya Önder'in anma programından çıkan Özgür Özel'e saldırdı

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e saldıran adam, ifadesine göre oralarda gezinirken Özel’i görünce dayanamayıp tokatlamış.

İfadesinde şöyle anlatıyor:

Özel’in daha önceden Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’na, savcılarına, askerlerine, polislerine tehditvari konuşmaları olduğundan, o an bir duygusal yapı içerisinde de olduğumdan bir anda kendimi kaybederek Özgür Özel’in yüzüne bir tokat vurdum. Özel’e tokat vurmamdaki sebep, içinde olduğum üzüntü hali ve Özel’in sürekli tehdit dili kullanması, ülkemizi yabancı ülkelere şikâyet etmesinden kaynaklanan tepkisel bir eylemdir.”

Saldırgan daha sonra sevk edildiği Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklandı.

İşim gereği poliste alınmış ifadelerden çok okudum. Cümlelerin karışmasından filan bilmece çözmeye de benzer bazen. Ya da ifadeyi alan, sanığın anlattıklarını bir biçime sokar, öyle yazar.

Bu yukarıda aktardığım ifade biçimi saldırganın “kariyerine” pek uymuyor bence. Sanki birisi onun anlattıklarını derleyip toparlamış gibi.

Mesela normal bir vatandaş Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan söz ederken “Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı” demez.

Süleyman Demirel’den söz ederken “Türkiye Cumhuriyeti’nin Dokuzuncu Cumhurbaşkanı” demediğimiz gibi.

“Cumhurbaşkanımız” diyebilir, “ülkemizin Cumhurbaşkanı” diyebilir, “Cumhurbaşkanım” diyebilir, “Reis” ya da “Başkan” der ama böyle adlı adınca “Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı” diye söz etmez.

En yakınınızdaki insanı çevirin ve sorun bakalım, Erdoğan’dan nasıl söz ediyor?

Ya şuna ne dersiniz: “Özel’in sürekli tehdit dili kullanması!”

“Tehditkâr konuşuyordu”, “tehdit ediyordu” filan deseydi anlaşılabilirdi.

Sizce bu eğitim düzeyindeki birinden beklenecek bir ifade midir, “tehdit dili kullanıyor” ifadesi?

Ve bir sorum var: Sanık, yakalandıktan sonra Asayiş Şube Müdürlüğü’ne götürülmüş.

Niye “terörle mücadele şubesine” değil de Asayiş’e götürüldü sorusunun yanıtını almamız gerekiyor.

Bu memlekette TikTok’ta bir şeyler söyledi diye insanların kapısına terörle mücadele şubesi ekipleri dayanıyor. Gazetecileri evlerinden terörle mücadele ekipleri topluyor.

Bir politikacıya fiziki saldırıda bulunan adam sadece “asayiş” sorunu mudur?

Ana muhalefet liderine saldıran kişinin bir terörist olmadığından, o anda AKM’de görevli polis amirleri nasıl emin olabilmişler?

* * *

Saldırganın tutuklanmasına neden olan suçlama şu: Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten yaralama!

Kasten yaralama suçunun cezası 4 aydan 1 yıla kadar hapis ya da adli para cezası.

Kamu görevini yerine getiren bir kişiye yönelik olduğu için ceza, yarısı oranında arttırılır. Yani 6 aydan 18 aya kadar hapis ya da adli para cezası!

Adli para cezası, 2025 yılı için gün başına alt sınırı 20 lira, üst sınırı 100 lira.

Bakalım yargılama sonucunda bu iş saldırgana kaça mâl olacak?

Saldırgan verdiği ifadede kimseden talimat almadığını, herhangi bir örgüte üye olmadığını, kimseden bu saldırı için para almadığını, telefonla konuşmadığını, internet üzerinden iletişim kurmadığını da söylüyor.

Hafızama güveniyorum ama hızla bir kere daha internette dolaştım:

Bu tür saldırılardan sonra kimse çıkıp da “saldırmamı şu emretti, bana bu iş için bu kadar para verdi, zaten şu örgüte de üyeyim” diye de ifade vermemiş.

Sorarsan hepsi o anda sinirlerine hâkim olamamış, zaten bu iş için para almayı aklından da geçirmezmiş, herhangi bir örgütle bağı da yokmuş! Bir anlık bir öfke imiş!

Zaten böyle bir bağ kurulamasın diye saldırganlar, tıpkı Özel’e saldıran şahıs gibi tipler arasından çıkıyor. Yoksa “seçiliyor” mu deseydim?

En yakın örnek: Sinan Ateş cinayeti de böyle yarım yamalak soruşturma ve yargılamayla geçiştirilmedi mi?

Bu tür saldırılar “tesadüfen” gerçekleşemez.

Gazeteci Murat İde’ye, İyi Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu’ya, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’a, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na saldıranlar da “tesadüfen” oralardalardı. Buna inanmamız beklendi.

O soruşturmalardan hiçbiri gerektiği gibi yapılmadı, saldırganları kimlerin azmettirdikleri kasten ortaya çıkarılmadı.

Özel’e saldırının da “tesadüfen” olduğuna inanmamızı bekleyecekler.

Soruşturmalarını, sonuç böyle çıksın diye yapıyorlar çünkü.

* * *

Saldırının ardından Özgür Özel’e yönelik saldırı doğal olarak kınandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “siyaseti şiddet zeminine çekmek isteyenler inşallah bu yaşananlardan ders çıkarır” dedi.

Daha doğrusu “demiş!”

Bu sözleri AKP’nin MYK toplantısında söylemiş, bizler de Türkiye gazetesinin haberinden öğrendik.

Erdoğan “siyaseti şiddet zeminine çekmek isteyenler” diye kimleri tanımlıyor acaba?

Ekrem İmamoğlu’na kurulan yargı kumpası için CHP’nin düzenlediği gösterileri “şiddet eylemi” diye tanımladığına göre kastettiği bu mudur?

“Miting filan yaparsan yumruğu yersin, akıllanmazsan telef olursun” demek mi istiyor?

MHP Genel Başkanı’nın tavrı daha da tuhaf.

“CHP” demeye bile dili varamamış.

Apo, “PKK’nın kurucu önderi”, Özgür Özel, adı bile anılmadan “bir siyasi kurumun yöneticisi!”

Gerçekten çok ilginç.

* * *

Polis ile şehir eşkıyasının arasındaki fark

Polis, CHP'nin mitingine katılmak isteyen bir grup gencin “Bu Pisliği Devrim Temizler” yazılı pankartına el koymuş. Bu kararı vermek polisin hakkı da haddi de değildir; polis Anayasa ve kanunlar ile bağlıdır, bu onları eşkıyalardan ayırır

Anayasa’ya göre temel hakların kullanımı sadece kanunla kısıtlanabilir. Bu amaçla çıkarılacak kanun da hakkın özünü zedelememelidir.

Onun için de bir anayasal hakkın kullanımını, elindeki Anayasa ve kanunlara bakarak kısıtlayabilecek tek yetkili bir mahkemedir.

İçişleri Bakanı, vali, emniyet müdürü, kaymakam, emniyet amiri gibi zevatın böyle bir yetkisi yoktur.

Erdoğan Türkiye’sinde ise sokakta görevli en düşük rütbeli polisin bile böyle bir yetkisi var.

CHP’nin mitingine katılmak için Saraçhane’den Beyazıt’a yürüyen bir grup genç “Bu Pisliği Devrim Temizler” yazılı bir pankart taşıyormuş.

Polis, bu gençleri durdurup, pankartı ellerinden almış.

Gençler, Saraçhane'den Beyazıt Meydanı'na yürüdü, 7 Mayıs 2025 (Fotoğraf: Can Öztürk)

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edilişlerinin yıldönümünde de bir grup genç Taksim’den Dolmabahçe’ye yürümüş.

Yürüyüş sırasında LGBTİ+ renklerinde bayrak açan bir lise öğrencisine polis müdahale edip, bayrağın taşınmasına izin vermemiş, el koymuş.

Buradan anlıyoruz ki polisin sevmediği, beğenmediği bir pankartı taşıyamazsın, bayrağı açamazsın vs.

Baştan söyleyeyim ki böyle bir kararı vermek polisin hakkı da değildir, görevi de değildir, haddi de değildir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin önceden izin alınmadan yapılabiliyor olmasını öngören Anayasa’ya göre kişiler fikirlerini açıklamakta da özgürdür.

Zaten bütün bunların hepsi, ifade özgürlüğünün bir parçasıdır.

Mitingde ya da yürüyüşte açılan bir pankart, bir bayrak, slogan atmak, mitingde tekbir getirmek ve benzeri şeyler de ifade özgürlüğünün kullanımı anlamına gelir.

Buna müdahale polisin çapını aşar.

Polisin çapını aştığı gibi İçişleri Bakanı’ndan başlayarak vali ve Emniyet müdürlerine kadar bütün mülki görevlilerin çapını da aşar.

Hadi burada durmayayım, Cumhurbaşkanı’nın da çapını aşar.

Bu hakkın kullanımını sınırlamak TBMM’ye ait bir yetkidir ve TBMM’nin çizdiği sınır içinde bir hâkimin kararı olmadan bu haklar sınırlanamaz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Özel’e yapılan saldırıdan sonra “siyaseti şiddet zeminine çekmek isteyenlerden” söz etti.

Siyaset yapmak, sadece politikacıların yapabileceği bir iş değildir. Yapabilmek için belli özelliklere sahip olunması gereken bir meslek de sayılmaz.

Bir temel haktır! Herkes yapabilir.

Demokrasilerde canı isteyen herkes siyaset yapabilir.

Bu hakkı polis marifetiyle yasaklamaya kalkışıyorsanız, siyaseti şiddet zeminine çekiyorsunuzdur.

Polis, Anayasa ve kanunların kendisine çizdiği sınırlar içinde verilen görevi yerine getirir.

Bunun dışına çıkıyorsa, kanunları ihlal ederek şiddet kullanan herhangi bir insandan farkı kalmaz.

Polis ile şehir eşkıyasını birbirinden ayıran şey budur: Polis Anayasa ve kanunlar ile bağlıdır, şiddet kullanması gerekirse meşruiyetini buradan alır. Oysa şehir eşkıyası kafasına göre takılır.

Polisin kafasına göre takılmasını önlemek de her halde başta Cumhurbaşkanı olmak üzere İçişleri Bakanı’na ve sıralı amirlerine düşer.

Bir işe yaramaz ama hatırlatayım dedim.

-----------------------------------

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı.

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu.

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bahçeli’nin “kurucu anayasası” kuş mu, deve mi?

MHP Genel Başkanı, bayram mesajında “kurucu anayasadan” söz ediyor. Bahçeli’nin dilinin altında bir başka bakla var gibi geldi bana

Yaşı ilerleyen yönetici sorunu

İçişleri Bakanlığı’nın yeni düzenlemesine göre, daha güvenli bir sürüş ortamı yaratmak amacıyla 65 yaş üstündeki vatandaşlar her iki yılda bir, 80 yaşını geçenler ise her yıl doktor kontrolünden geçecekler. Öğrenmiş oluyoruz ki Türkiye’de otomobil kullanmak, devlet yönetmekten çok daha ciddiye alınması gereken bir şeymiş

Bu “yetenek” vardı da niye kullanmadınız?

Türkiye’yi 23 yıldır tek başına yöneten Cumhurbaşkanı’nın, bir muhalefet lideri gibi “Türkiye’yi hak ettiği seviyelere ulaştıracak, irade, tecrübe, birikim ve ufuk ancak bizde vardır” sözlerini okuduğumda elimde olmadan kahkaha attım. Yaşadığımız gerçekler, bu heyetin Türkiye’yi iyi yönetemediğini, olanaklarını çarçur ettiğini, bir gelecek vizyonuna bile sahip olmadıklarını gösteriyor

"
"