08 Haziran 2020

Ayasofya, giden oyları geri getirir mi?

AKP’nin oyu yüzde 30’lara kadar inmiş. 30 yaşın altındaki 19 milyon seçmenin yarısı mevcut siyasi aktörlerden bu arada Erdoğan’dan da umudu kesmiş durumda. Siyaseti sertleştirerek ve dini sembolleri alabildiğine kullanarak partisinin eski tabanını toparlayabileceğini düşünüyor olmalı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz perşembe günü partisinin yönetim kurulunda Ayasofya’nın ibadete açılması konusunu gündeme getirdi.

"Ayasofya’da namaz da kılınır, Fetih suresi de okunur. Buna ancak ve ancak aziz milletimiz karar verir" dedi.

Sonra da parti yöneticilerine görev verdi: "Ayasofya için bir çalışma yapın, değerlendirip, konuşalım."

Erdoğan’ın bu sözlerini okuduğumda Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın son araştırma ile ilgili açıklamalarından haberdar değildim.

Onun için Erdoğan’ın sözlerini biraz hayretle okumuştum.

Çünkü Tekirdağ’daki mitinginde (16 Mart 2019) Ayasofya’nın ibadete açılmasını isteyen bir vatandaşa şöyle yanıt vermişti:

"Önce Sultanahmet'i doldurun sonra bakarız. Yan tarafta Sultanahmet'i doldurmayacaksın, Ayasofya'yı dolduralım diyeceksin. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgah. Biz ne zaman, neyi, nasıl yapılacağını çok iyi biliyoruz. Bu namussuzlar böyle dedi diye biz adım atmayız."

Bu mitingden 3 gün sonra televizyonda canlı yayına katıldı ve aynı konu açılınca şunu söyledi:

"Bu oyunlara gelmeyelim, bunlar da tahriktir. Bu tahrik unsurlarını bozalım. Başka düşüncelerim de var ama bunlar konuşulmaz, bunlar yapılır. Mesela orada bir sergi de yapıldı, kuran tilaveti de yapıldı. Belli bölümünde şu an namaz da kılınıyor. Bunları da aşmak bizim için sorun değil ama getirisi götürüsü nedir? Bunun bir götürüsü var. Onun faturası çok daha ağır. Dünyanın çeşitli yerlerinde bizim binlerce camimiz var. Bunu söyleyenler acaba o camilerin başına ne gelir düşünüyor mu? Bunları düşünmeden söylüyorlar. Bunlar dünyayı tanımıyorlar. Muhataplarını bilmiyorlar. Ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelecek kadar istikametimi kaybetmedim."

Erdoğan’ın bu konudaki görüşünü aslında çok daha önce öğrenmiştik.

6 Haziran 2014’te restorasyonu tamamlanan Ortaköy Camii’nin açılış töreninde, Ayasofya’nın açılması için sloganlar atan gruba şunu söylemişti:

"Bize düşen bir görev var. Camilerimizi cemaatsiz bırakmayacağız. Ortaköy Camisi küçük, bizim kitabımızda cami değil de mescit olarak geçer. Bu mescitlerin cemaatsiz kalmaması lazım. Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih. Şimdi, kardeşlerim, yan tarafından Sultanahmet’i bir dolduralım bakalım. Ama teravih namazlarında değil, bayram namazlarında değil, sabah namazlarında dolduralım. Ondan sonra gerisi gelir önce onu bir halledelim."

Onun için şimdi durduk yerde Ayasofya’nın ibadete açılması konusunu gündeme getirmesinin bir anlamı olmalı.

O anlamı Bekir Ağırdır’ın sözünü ettiği araştırmanın satır aralarında bulabiliriz gibi geliyor bana.

Ağırdır’ın açıklamasına göre AKP’nin oyu yüzde 30’lara kadar inmiş.

30 yaşın altındaki 19 milyon seçmenin yarısı mevcut siyasi aktörlerden bu arada Erdoğan’dan da umudu kesmiş durumda.

Kuşkusuz ki Erdoğan da bunun farkında.

Siyaseti sertleştirerek ve dini sembolleri alabildiğine kullanarak partisinin eski tabanını toparlayabileceğini düşünüyor olmalı.

Şimdi heyecan içinde muhalefetin Ayasofya konusunun üzerine atlamasını bekliyordur.

Bakalım muhalefet bu kez Erdoğan’ı yanıltabilecek mi?

***

65 yaş üstü bir açıklamayı hak etti

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, "son bir ayda ölen vatandaşlarımızın yaş ortalaması 74,6’dır. Toplam ölümlerin yüzde 93’ü 65 yaş üstü vatandaşlarımızdır" dedi.

Bakan, bu istatistiği verdi ki 65 yaş üstüne uygulanmakta olan sokağa çıkma sınırlamasını vicdanlarımıza kabul ettirebilsin.

Ancak sadece bu açıklama bile 65 yaş üstüne uygulanmakta olan sınırlamanın pek bir işe yaramadığını düşündürtüyor.

Toplam ölümlerin yüzde 93’ü 65 yaş üzeriyse, sokağa da çıkmadıklarına göre bu vatandaşlarımız hastalığı nereden kaptılar?

23 Mart günü T24’te, Erdoğan yönetiminin aldığı tedbirlerin Nasreddin Hoca’nın türbesine benzediğine dikkat çekip, 65 yaş üzerindeki vatandaşlarımıza getirilen sınırlama için şöyle yazmıştım:

"Onlar evlerinde oturacak ama virüsü onlara bizler götüreceğiz anlamına geliyor bu."

Öyle görünüyor ki yanılmamışım.

Bakan Koca, her gün bazı rakamlar veriyor ve o rakamlara bakarak ne durumda olduğumuzu anlamaya çalışıyoruz.

Ama rakamlar, tam bir değerlendirme yapmak için eksik.

"Son bir ayda meydana gelen ölümlerin yüzde 93’ü 65 yaşın üzerinde" bilgisini de lütfen öğrendik.

Soru, soruyu doğuruyor: Bu ölümlerin ne kadarı işe gitmek için sokağa çıkmak zorunda kalan vatandaşlarımız arasında gerçekleşti? Kaçı evinde otururken virüse yakalandı?

Evinde yakalananlara virüs hangi yolla bulaştı? Aynı hanelerde başka bulaş gerçekleşti mi?

Bunların ne kadarı çalışmak için sokağa çıkmak zorunda kalanlar, kaçı gezinmek için sokağa çıkanlardı?

Bu sorulara ancak tahmini yanıtlar verebiliriz çünkü Sağlık Bakanlığı bu bilgileri kimseyle paylaşmıyor.

65 yaş üstüne kısıtlama getirilmemiş olsaydı, tablo ne yönde değişebilirdi, onu da bilmiyoruz.

Bakanlık, evinde oturmak zorunda bıraktığı insanlara karşı biraz sorumluluk hissedip, bu bilgileri paylaşmalı ki "esaret" boşuna mıymış, değil miymiş, hep birlikte öğrenelim.

Yazarın Diğer Yazıları

Kimyasal savaşa kurban gidiyoruz!

Pestisitler ürün miktarını ve dayanıklılığını arttırıyor ama bunlar bildiğiniz zehir. Doğru kullanılması ve Tarım Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığı tarafından denetlenmesi gerekiyor. Türkiye'den ihraç edildikleri ülkelerin sınır kapılarından geri çevrilen ürünlere bakarsanız, devletin kurumları bu işle yeteri kadar ilgilenmiyorlar

Aklımda deli bir soru!

İktidardaki koalisyon partilerinin sözlerine bakacak olursak Erdoğan’ın yeniden aday olup seçilmesi Türkiye için hayati bir mesele. Günün birinde tıpkı Güney Kore Devlet Başkanı Yoon’un yaptığı gibi ülkedeki demokrasiyi dış tehlikelere ve devlet karşıtı unsurlara karşı korumak için “bazı anayasal yetkilerini” kullanmaya kalkışırsa ne olacak?

AKP’den kalacak en kötü miras

Eğitim sistemi, fakirliği yeniden üretmeye odaklanmış durumda. Bunu aşmayı başaran çocukların bir kariyer mesleğine adım atabilmeleri ise ceplerine koyabilecekleri bir kartvizit olup olmamasına bağlı. Yazılı sınavda en yüksek notları alanların, “mülakatta” elenip işsizliğe terk edilmeleri işten bile değil

"
"