26 Nisan 2024

AKP-MHP koalisyonu bozulur mu?

Nasıl ki Erdoğan’a tek adamlık yolunu açtığı ilk gün Bahçeli'nin ne yapmak istediğini kimse anlamadıysa, bugün de kafasının içinde nelerin döndüğünü kavrayabilmek mümkün değil... Her ikisi de iktidar olmaktan kolayca vazgeçemeyeceği için bu koalisyonun o arabesk şarkıyla bitmeyeceğini söyleyebilirim

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yürüyüş yaparken çekilmiş bir videosuna Ferdi Tayfur’un bir şarkısını koyması, eğlenceli bir politika bilmecesine dönüştü: Bahçeli bu videoyla Erdoğan’a bir mesaj mı veriyor?

Bahçeli’yi tanımak ve aklından geçenleri okuyabilmek o kadar kolay değil, bunu biliyoruz.

Soruya bir cevap vermeden önce kısa bir yakın dönem siyasi tarih hatırlatması yapmak istiyorum:

Devlet Bahçeli, ortağı olduğu koalisyonu bozarak 2002 yılında erken seçim istediğinde bir anlamda AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’ın da yolunu açmıştı.

O tarihte MHP ve Bahçeli’nin koalisyon ortakları Bülent Ecevit’in DSP’si ile Mesut Yılmaz’ın ANAP’ı idi.

Soldan sağa: MHP lideri Devlet Bahçeli, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, ANAP lideri Mesut Yılmaz

Koalisyonun son günlerinde Mesut Yılmaz’ın, koalisyon içinde MHP’li bakanlar ile anlaşmazlık yaşadığı ve MHP yerine koalisyona DYP’yi alarak yola devam etmek istediği konuşuluyordu.

Bahçeli’nin erken seçim çıkışının öncesinde Ankara’daki Trilye Balık Lokantası’nda iki parti kurmaylarının “tesadüfen” birbirine yakın masalarda oturmaları ve gecenin sonunda aralarında yüksek rütbeli bazı askerlerin de bulunduğu bir başka masayla birleşerek sohbeti koyultmaları, bu konuyla ilgili komplo teorilerinin çok sayıda taraftar bulmasına neden olmuştu.

Bunun hemen ardından Hürriyet’in Frankfurt’taki yeni matbaasının açılış törenine Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılması ve aynı salonda açılış törenini izlemeleri komplo teorilerinin ateşini iyice harlamıştı. O törende ben de vardım ve Devlet Bahçeli davetli olduğu halde törene katılmamış ve yanlış hatırlamıyorsam MHP’yi temsilen Tunca Toskay’ı görevlendirmişti.

O günlerde Bülent Ecevit’in ABD ziyaretini takiben aniden rahatsızlanarak uzun süre hastanede tedavi görmesi bir başka komplo teorisine kaynaklık etti.

Buna göre ABD de koalisyonun bozulmasını ve Kemal Derviş’in de içinde olacağı, Yılmaz – Çiller koalisyonunu destekliyordu.

Milliyetçi ve ulusalcı” Bahçeli ve Ecevit böylece denklem dışına çıkarılacak, Bush’un Irak operasyonuna Türkiye’nin de onay vermesi sağlanacaktı.

Devlet Bahçeli’nin o günlerde bütün bu komplo teorilerinden etkilendiğini söylemek yanlış olmaz.

Koalisyonu bozma sonucunu yaratacak “erken seçim” çıkışı, Bahçeli’nin böyle bir ruh durumu içinde olmasından kaynaklanıyordu.

Tabii komplo teorilerinin sonu hiçbir zaman yok: Bir başka teoriye göre Bahçeli’nin, koalisyon hükümetini bozması aslında ABD’nin istediği bir şeydi.

Irak’ta Saddam’a karşı harekâta hazırlanan Bush yönetimi, Devlet Bahçeli’nin koalisyonu bozmasıyla harekâta karşı olan Ecevit hükümetini bertaraf etmiş oluyordu.

Erken seçim kararının alınmasından sonra Bahçeli’nin bir diğer atağı Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan’ın vatandaşlıktan çıkarılma kararını imzalamamasıydı.

Bunun sonucu DYP, ANAP ve MHP’nin barajın altında kalmasıyla, AKP’ye iktidar yolunun açılması oldu.

3 Kasım 2002 günü yapılan erken seçimde MHP yüzde 8,35, ANAP yüzde 5,12, DYP yüzde 9,56 ve DSP yüzde 1,22 oy alarak tamamen TBMM'nin dışında kaldılar. Cem Uzan’ın Genç Partisi’nin aldığı yüzde 7,26 oy DYP, MHP ve ANAP’in baraj altında kalıp milletvekilliği çıkaramamasına neden oldu.

Oyların yüzde 34,3'ü ile 363 milletvekilliği kazanan AKP tek başına iktidar olma fırsatını yakaladı. Oyların üçte biri ile milletvekilliklerinin yaklaşık üçte ikisini kazanmış oldu.

AKP’nin ilk kez tek başına çoğunluğu sağlayamadığı 2015 genel seçimlerinin ertesinde koalisyon görüşmelerine kapıyı kapatarak seçimin 45 gün sonra yenilenmesi de Devlet Bahçeli’nin, isteyerek ya da istemeden Erdoğan’a yaptığı iyiliklerden biri oldu.

Yenilenen seçimde, AKP yeniden tek başına çoğunluğu sağlayarak, hükümeti kurdu.

Fetullahçı çetenin darbe girişiminin bastırılmasının ardından Bahçeli bir kez daha sahne aldı.

MHP grup toplantısında yaptığı konuşmada “Şu anda Anayasa çiğnenmekte ve suç işlenmektedir. Tercihimiz parlamenter sistemin devamıdır. Ancak milletimiz aksini söyleyecek olursa buna diyeceğimiz bir şey doğal olarak olmaz. Başkanlık mı, parlamenter sistem mi sorusunun kalıcı şekilde cevaplandırılmasını diliyoruz” dedi.

O günlerdeki Başbakan Binali Yıldırım fırsatı kaçırmadı: “Biz Bahçeli’nin çağrısını aynen kabul ediyoruz, kısa sürede yeni anayasa çalışmamızı Meclis’e getireceğiz.”

Bunun sonunda bugün Türkiye’nin yönetim sistemi olan ve Erdoğan’a tek adam olarak Türkiye’yi yönetme olanağı veren başkanlık sistemine geçildi.

O güne kadar Erdoğan hakkında çok ağır konuşan Bahçeli’nin, bu ani dönüşünün neden olduğunu zaman içinde gördük: MHP,  başkanlık sisteminin getirdiği “yüzde 50 + 1 oy zorunluluğu” nedeniyle AKP’nin fiilen koalisyon ortağı oldu.

Devlet Bahçeli-Recep Tayyip Erdoğan

Bürokraside Fetullahçı çeteden boşalan yerleri MHP’liler ile doldurdu, partisini seçim kazanmadan seçimi kazanmış gibi koalisyon ortağı yapmayı başardı.

Son yerel seçimin ardından AKP’de geçmişte çok etkili olan bazı politikacıların seçim yenilgisini MHP ile olan aşırı yakınlaşmaya bağlamalarının ve buna AKP üst yönetimi ile Erdoğan’dan açık ve direkt bir yanıt verilmemiş olmasının Bahçeli’nin son çıkışında etkili olmuş olması büyük olasılık.

Tıpkı 2002 yılının yaz aylarındaki gibi bir ruh durumuna girmiş olabileceğini düşünüyorum.

Ancak bugün ile 2002 yazı arasındaki en önemli fark, Recep Tayyip Erdoğan ile Bülent Ecevit – Mesut Yılmaz ikilisi arasındaki karakter farklılıklarından kaynaklanıyor.

Rahmetli Bülent Ecevit, bir politikacı olarak aşırı duygusal davranabiliyordu. Mesut Yılmaz da çok eğilip bükülebilen bir karakter değildi.

Oysa Erdoğan, siyasette iktidarda kalabilmek için gerektiğinde tavizler verebilen, söylenenlere kulağını kapatabilen, sessiz kalarak da bazı problemleri geçiştirebileceğini bilen bir politikacı.

Temel içgüdüsü iktidarda kalmak.

Bunun için kendisine olmadık sözler söylemiş Süleyman Soylu’yu, Numan Kurtulmuş’u bile içine sindirebildi. Bahçeli’nin geçmiş konuşmalarında kendisi hakkında söylediği ağır sözleri yutabildi.

Bugüne kadar türlü badireleri atlatabilen Erdoğan’ın, gerektiğinde bazı tavizler de verebileceğini ve bunu da kendi tabanına anlatmakta hiç zorluk çekmeyeceğini biliyoruz.

Onun için ateş bacayı tamamen sarmadan ve söndürülemez hale gelmeden bu duruma müdahale edeceğini düşünüyorum.

Bahçeli’nin kendisi için nasıl bir oyun planı çizdiğini tahmin etmek kolay değil, çünkü Bahçeli çok öngörülebilir bir karakter değil ve galiba siyasetteki başarısı biraz da bundan kaynaklanıyor.

Nasıl ki Erdoğan’a tek adamlık yolunu açtığı ilk gün ne yapmak istediğini kimse anlamadıysa, bugün de kafasının içinde nelerin döndüğünü kavrayabilmek mümkün değil.

Kişisel görüşüm şu ki Bahçeli de iktidarda olmanın partisine sağladığı olanakların neler olduğunu hepimizden iyi biliyor.

Her ikisi de iktidar olmaktan kolayca vazgeçemeyeceği için bu koalisyonun bu arabesk şarkıyla bitmeyeceğini söyleyebilirim.

Başlıktaki sorunun yanıtı bu: Hayır, AKP – MHP koalisyonu bozulmaz, koalisyonun bozulmasının etkileyeceği çıkarlar, buna engel olur.



Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Önce ne kadar "özgürlükçü" olduğunu görelim

Türkiye, Erdoğan'ın iktidara geldiği günden daha özgürlükçü, daha demokratik, daha sivil bir ülke değil. Hak ve özgürlüklerin asker vesayetinde kısıtlanmasıyla, Saray vesayetinde kısıtlanması arasında fark yok. Bu "özgürlükçü, sivil Anayasa" bahsi her açıldığında aynı şeyi haykırmak gerekiyor: Önce ne kadar özgürlükçü ve sivil olduğunu göster, gerisini sonra konuşalım

Artık ne istediğini açıkça söylemeli

Cumhurbaşkanı'nı seçtik ve memleketi düzgünce yönetsin, haklarımızı korusun diye emrine ne istediyse verdik... Ve şimdi o da elinde bunca imkân varken çıkmış, "1 Mayıs'ı propaganda aracına dönüştürmek isteyen terör örgütlerine istismar zemini hazırlanmamalıdır" diyor. Terör örgütlerinin faaliyetlerini önleyebilmesi için bütün bir kenti evine hapsetmesi gerekiyormuş demek ki!

Sokaktan ödü kopan bir rejim

Hem 12 Eylül Anayasa'sını değiştirmekten söz ediyor hem de Taksim'deki 1 Mayıs kutlamaları ile ilgili 12 Eylül yasaklarından medet umuyor. Oysa otokrasileri yıkan şey, kitlelerin toplantıları, protestoları değil; baskıcı liderlerin asıl korkmaları gerekenler, kendi yönetsel gruplarının içindeki hırslı tipler. Yani önce Saray koridorlarına, sonra Devlet Bey'e dikkat etmelisiniz Tayyip Bey...