14 Haziran 2025
Geçtiğimiz haftanın en önemli konusu otoyollara konan hız tespit cihazlarıydı.
Vatandaşların önemli bölümü bu uygulamaya karşı çıktı.
“Radar tuzağının” devlet hazinesinin üç kuruşa muhtaç hale gelmesinden kaynaklandığını iddia edenler bile oldu.
Bayram tatili nedeniyle karayollarına çıkacak olanları aşırı hız yapmaktan caydırmak için olsa gerek, İçişleri Bakanlığı otoyollardaki radarların yerlerini bile harita üzerinde gösterdi.
Devletimizin vatandaşlarına tuzak kurmaktan vazgeçmesi anlamında doğru bir tutum.
Doğu kültüründe “pusu kurmanın” özel bir yeri var ve daha önce de bu köşede trafik yönetimimizin pusu kültürünün etkisi altında kaldığından söz etmiştim.
İçişleri Bakanı’nın bayramdan sonra yaptığı değerlendirmede hız sınırı 140 olan otoyollarda can kaybının hiç olmadığını öğrendik.
Hız sınırının 130 kilometre olduğu otoyollarda ise 2 kişi hayatını kaybetmiş.
Bakan bunu “radarların sağladığını” söylüyor.
“Radar uygulamasının daha seyrek olduğu, hız sınırının 50 ila 80 km arasında değiştiği yerlerde maalesef 22 vatandaşımızı, hız sınırının 90 ila 110 km arasında değiştiği yerlerde ise maalesef 20 vatandaşımızı kaybettik” diyor.
Bayramdaki kazalarda ölenlerin üçte biri motosiklet ile seyahat edenler!
Aşırı hız, önemli can kayıplarına yol açıyor ve bunun önüne geçmek, aşırı hız yapanı kolayca tespit edip yaptığını yanına kâr bırakmayacak yükseklikte bir cezayla muhatap kılmak ile mümkün.
Ancak köpeğim nedeniyle daha çok karayolunu tercih eden bir amatör şoför olarak şunu da söylemeliyim ki özellikle otoyollarda hızına uygun şeridi kullanmamak da ciddi bir kaza nedeni.
Herkesin saatte 140 kilometrelik hız limitine uyduğu bir otoyolda 50 - 60 kilometre hızla orta şeritte seyretmek de kaza nedeni olabilir ve aşırı hız kaynaklı kazalardan farklı bir sonuç yaratmaz.
Nitekim Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre ölümlü - yaralamalı kazaların birinci sırasında “hızını yol ve hava şartlarına uydurmamak” geliyor, “aşırı hız” değil.
Ancak öyle görünüyor ki İçişleri Bakanlığı bunu önemsemiyor. Çünkü bu tür ihlalleri önlemeye yönelik bir girişim içinde olmadıklarını biliyoruz.
Türkiye kentlerindeki en önemli trafik sorunu olan geçemeyeceği kavşağı tıkamak, dönüşlerde ikinci, hatta üçüncü şerit oluşturmak, trafikte zikzak yapmak, yol kenarlarında ikinci şeridi de park yeri olarak kullanmak, dörtlüleri yakınca her yerde durabileceğini zannetmek gibi sorunlar, Türk trafik yönetiminin ilgi alanında değil.
Bu tür ihlalleri istediğiniz kadar yapabilirsiniz, kavşakta bekleyen polis memuru bile sesini çıkarmaz.
Ancak trafik cezalarının artırılması gündeme her geldiğinde konuşulan sadece iki ihlal vardır: Alkollü araç kullanmak ve hız limitlerine uymamak.
Alkollü araç kullanmaya karşıyım, bunu tehlikeli buluyorum ancak şunu da söylemem gerekir ki hükümetimizin bu konudaki tutumu daha çok ideolojik.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2024 yılı verilerine göre “ölümlü - yaralamalı trafik kazalarına neden olan sürücülerin kusurları” listesinin ilk sırasında, “araç hızını yol, hava ve trafik akışına uydurmamak” yer alıyor.
İkinci sırada kavşak, geçit ve kaplamanın daraldığı bölgelerde geçiş önceliğine uymamak var.
Bundan sonrasını sırayla yazıyorum: Hatalı şerit değiştirmek ve şerit izleme kurallarına uymamak, takip mesafesine uymayarak arkadan çarpmak, dönüş kurallarına uymamak, manevraları düzenleyen genel şartlara uymamak, kırmızı ışıkta durmamak, taşıt giremez işaretine uymamak, trafik güvenliği ile ilgili kurallara uymamak, yaya geçitlerinde durmamak.
Buraya kadar ölümlü ve yaralamalı trafik kazalarına neden olan ilk 10 nedeni saydım. Bundan sonra tane tane gideceğim.
“Geçme yasağı olan yerlerde geçmek” 11. sırada.
“Aşırı hızlı araç kullanmak” 12. sırada.
“Alkollü araç kullanmak” 13. sırada.
“Hatalı park etmek” ise 14. sırada yer alıyor.
Bakanlığın “radar” planı ve tuzak kurarak alkol kontrolü planı ile ölümlü - yaralamalı trafik kazaları büyük ölçüde önlenemez anlamına geliyor bu.
Alkollü araç kullanımına yönelik cezaların ideolojik olduğunu söylememin nedeni de bu zaten.
Ve üstelik mesela kavşaklarda geçiş önceliklerine uymamak nedeniyle ölümlü bir kazaya karışırsanız infaz kanunuydu filan derken hiç hapis yatmayabilirsiniz.
Örnek arıyorsanız eski Kızılay Başkanı’nın kızının yaptığı ölümlü kaza buna uyuyor ve bu nedenle tek bir gün bile hapiste yatmayacak. Ehliyeti de cebinde durmaya devam ediyor.
Ölümlü kazaya karışmış birisinin yeniden otomobil kullanabilmesi için “psikolojik değerlendirmeye” tabi tutulması gerekmiyor ama hiç kazaya karışmamış, kimseyi öldürmemiş bir sürücü, alkollü olarak ikinci kez yakalandıysa psikolojik tedaviye gitmek zorunda!
Bu mantıklı değil.
Kızılay Başkanı’nın kızı hapis yatacak bir ceza almış olsaydı da infaz kanunları filan derken paçayı kurtarabilecekti.
Ama aynı sürücü iki kadeh şarap içtikten sonra alkollü olarak yakalanmış olsaydı ilk hatasında en az altı ay süresince ehliyetini kullanamayacak ve bu ceza hiçbir şekilde af kapsamına da alınmayacaktı.
Üstelik alkol, herkeste aynı etkiyi yaratmıyor, kimisi bir bardak birayla zombi olabilirken, kimisi bir ufak rakıyla bile zımba gibi ayık olabiliyor.
Ölümlü - yaralamalı trafik kazalarına karışanlar her türlü infaz indirimi, af vs. ile paçayı kurtarabilirlerken, kazaya karışmamış ama 0.50 promil sınırını geçtiği için ehliyetine el konulmuş olanların hiçbir şekilde bu tür infaz ve af düzenlemelerinden yararlandırılmamaları adil değil.
Tekrarlıyorum, alkollü araç kullanımının önüne geçmek mutlaka gerekir ama iş cezalandırmaya gelince de “adalet” aramak vatandaşların hakkıdır.
Öte yandan İçişleri Bakanlığı’nın trafik kazalarını önleme amaçlı yeni projesine göre 65 yaşını geçen sürücüler iki yılda bir hekim kontrolünden geçmek zorunda kalacaklar. 80 yaşından sonra bu kontrol her yıl yapılacak.
65 yaşın “yeni ileri orta yaş” olduğunu söyleyen Prof. Dr. Osman Müftüoğlu bu işe ne diyecek bilmiyorum.
Bu “önlemin” gerekçesi, ileri yaşlardaki kişilerin mental ve fiziksel durumlarında gerileme meydana gelmesi olasılığı.
Buradan da anlıyoruz ki 65 yaşından sonra otomobil kullanmak, 65 yaşından sonra ülke yönetmekten daha tehlikeli bir şey.
Çünkü Türkiye’yi halen yöneten ve yönetmeye talip olan “ileri yaşlıların” aday olduklarında böyle bir kontrolden geçmeleri gerekmiyor.
Oysa bazı melekelerde ilerleyen yaşla birlikte ortaya çıkan gerileme, otomobil kullanmak kadar devlet yönetmeyi de etkiliyor olmalı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan şu anda 71 yaşında.
Yeniden seçilmeyi başarabilirse 79 yaşına kadar bu görevini sürdürecek.
Ve kendisinin sağlık durumuyla ilgili hiçbir şey bilmiyoruz.
65 yaşından sonra yavaşlayan refleksler vs. 79 yaşına gelmiş bir kişiyi daha çok etkiliyor olmalı ki bunu da 80 yaşından sonra ehliyet için hekim muayenesinin her yıl tekrarlanacak olmasından anlıyoruz.
Kişisel sağlık verilerinin kamuoyuna açıklanması meselesi kişilik hakları ile ilgili.
Ancak söz konusu olan koca bir ülkeyi yönetmek ise bu kişilik haklarını çok aşan bir başka durum olmalı.
Türkiye’yi yönetmek, herhalde otomobil kullanmaktan daha önemli.
Cumhurbaşkanı’nın bazı toplantılarda uyukladığı ile ilgili videolar bazen sosyal medyada yayınlanıyor.
Otomobil kullanırken uyuklamak tehlikeli de devlet yönetirken tehlikeli değil mi?
Oksijen'den alınmıştır.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı. Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu. 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |
Ellerinde silahlarla kötüleri cehenneme yollayan ve başlarına hiçbir iş gelmeyen film kahramanlarına özenebilirsiniz, ayıp değil. Bu özentinin en önde gelen belirtisi ise bazı filmlerdeki replikleri tekrarlamaktır. Benim favorim Russell Crowe’un başlıktaki cümlesi...
Mesleğimin bir gereği olarak haber akışını arada bir kontrol etmem anlaşılabilir bir şey. Önemli bir haberi kaçırma endişesi parmaklarımın ucuna emir veriyor: Kaydır bakalım ne var? Ama öbürlerini izah edemiyorum. Hele de o saçma sapan videoları...
Türkiye’de gelir dağılımı o kadar adaletsiz ki ülkenin yarısının bir eli yağda bir eli balda, diğer yarısı kuru ekmeğe muhtaç. Ama iyi lokantalara gidebilecek durumda olanlar bile kişi başı harcamaların yüksekliğinden şikayetçi. Geçen ay Kos Adası’nda sırf meraktan girdiğim kasapta 1 kilo bonfile, bizim paramızla 450 liraya satılıyordu. Bizde ise kasap fiyatı 1500 lira. Maliyet böyleyken, 150 gramlık 1 porsiyon bonfileyi restoranda kaça verebilirsiniz?
© Tüm hakları saklıdır.