24 Mayıs 2025

Lokantalar pahalı değil, siz fakirsiniz

Türkiye’de gelir dağılımı o kadar adaletsiz ki ülkenin yarısının bir eli yağda bir eli balda, diğer yarısı kuru ekmeğe muhtaç. Ama iyi lokantalara gidebilecek durumda olanlar bile kişi başı harcamaların yüksekliğinden şikayetçi. Geçen ay Kos Adası’nda sırf meraktan girdiğim kasapta 1 kilo bonfile, bizim paramızla 450 liraya satılıyordu. Bizde ise kasap fiyatı 1500 lira. Maliyet böyleyken, 150 gramlık 1 porsiyon bonfileyi restoranda kaça verebilirsiniz?

Yaşamak için çalışması gerekmeyen, “hali vakti yerinde” bir arkadaşım var.

Gerçi onun durumunu, “hali vakti yerinde” diye tanımlayacak olursam, memleketin gerçek “hali vakti yerinde” olan insanları kendilerini nasıl hissederler, bilemiyorum.

Çünkü bu tanım normal bir ülkede düzenli bir gelire sahip, çocuklarının eğitimine, sosyal, kültürel ve sanatsal faaliyetlere bütçe ayırabilen orta sınıflar için kullanılır.

Yani uzun lafın kısası, arkadaşımın hali vakti, Ataköy’deki yüksek apartmanlardan birinde yaşayan herkese yetecek kadar yerinde!

Arada bir Türkiye’ye geldiğinde memleketin halini gördüğü için çok mutlu oluyor.

“Dış Türklerin” bir bölümünde görülebilen bir sendrom bu.

Türkiye’ye geliyorlar, kısa süre kaldıkları için haberleri filan da izlemiyorlar, sadece belli bir çevrede takılıyorlar ve sonra uçağa biniyorlar, ver elini “evim, evim güzel evim”!

Durumları turist olarak gittikleri Roma’da iki gün geçirdikten sonra İtalyan günlük yaşamı ve kültürü üzerine her türlü bilgiye vakıf olduklarını zanneden insanlara benziyor.

Laf aramızda böyle bir “turist tipi” -ki kendisi eskinin büyük gazetelerinden birinin logosunu kullanan gazeteyi yönetiyor- geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Roma’ya gittikten sonra şunu yazmıştı:

“Pizza/Makarna/Espresso. Başka bir numara yok... Roma bitmiş abi. Bir daha da gitmem Roma’ya.”

“Bitmemiş Roma’ya” ne zaman gitmişti ki Roma’nın bittiğine karar verebilmiş, bu da ayrı bir mesele.

Her yer doluysa işler yolunda mı?

Benim arkadaşım da böyle sayılır. Yaşadığı ülkede Trump’çı. Burada ise hiçbir şeyci gibi görünüyor ama ben kendisine “aslında latan AKP’li” olduğunu söylüyorum, bana inanmıyor.

Bu arkadaşım geçenlerde geldiğinde Bebek Bar-Cozy-Arkestra’dan oluşan bir paket programı tamamladıktan sonra Türkiye’nin her geçen gün daha iyiye gittiğine kani oldu.

“Her yer tıklım tıklım, insanlar eğleniyor, demek ki işler yolunda” diye mutlu oldu.

Ona anlatmaya çalıştım: Türkiye’de 80 milyon kişi yaşıyor. Bu nüfusun 16 milyon kişisi milli gelirin yarısını alıyor ki bu kadar zengin Danimarka’da yok!

Rahmetli Süleyman Demirel ile küçük bir grup gazeteci arkadaşla Çankaya Köşkü’nde yemek yerken Boğaz’ın iki yakasını, gelirden aldıkları paya işaret ederek şakayla karışık “Türkiye Danimarka’sı” diye tanımlamıştı.

“Türkiye Danimarka’sı” lafı dilime ondan miras kaldı.

Türkiye’de gelir dağılımı o kadar adaletsiz ki ülkenin bir yarısı bir eli yağda bir eli balda yaşarken, diğer yarısı bir kuru ekmeğe muhtaç sayılır.

Arkadaşıma da anlatmaya çalıştım ki o lokantaları, barları bu kitle dolduruyor. Zorlu’daki lüks mağazalarda kuyrukta beklemesinin nedeni de bu kişiler. Otomobilin lüksünü de bunlar alıyor. Ve bu kalabalık nüfusun harcamaları, deyim yerindeyse memleket ekonomisinin bir bölümünü ayakta tutuyor.

Artık ne kadar anladı, bilemiyorum.

Son yılların en düşük seviyesi

Belli semtlerdeki belli lokantalar, kulüpler filan rezervasyon kabul edecek sandalye bulamazken toplam yemek harcamasının düştüğüne de ayrıca dikkatinizi çekmek isterim.

Geçtiğimiz mart ayında kredi kartı ve banka kartı ile yapılan yeme-içme işlemi adedi 200 milyon ile son yılların en düşük seviyesine geldi.

İşlem başına 435 lira harcama yapılmış ki bu rakam önceki yıllara göre “rekor” sayılsa da aslında yaşadığımız “lokanta enflasyonunun” bir sonucu.

Yeme içme kaleminde yıllık enflasyonun yüzde 43.38 olarak gerçekleştiğini biliyoruz.

Toplam banka ve kredi kartı harcaması içinde de yeme-içme harcamasının oranında gerileme yaşanıyor.

Sektör temsilcileri, bir yandan enflasyonun yol açtığı fiyat artışları ve diğer yandan aynı sebepten alım gücünün düşmesi nedeniyle dışarıda yeme-içme sıklığımız azalıyor.

Enflasyonist baskılar ve fiyatlama davranışlarının etkisiyle bu düşüşün devam edeceği de tahminler arasında.

İşlem başına ortalamanın 435 lira oluşuna da bakarak bu harcamanın önemli bölümünün eğlence amaçlı olmaktan daha çok karın doyurma amaçlı olduğunu söyleyebiliriz.

Yani Etiler’de ya da genç ve çalışan insanların daha çok tercih ettikleri semtlerdeki lokantaların doluluğuna bakarak “oh ne ala, memleket eğleniyor” demek o kadar da gerçekçi değil.

Zaten geçtiğimiz yılın Kültürel Harcamalar İstatistikleri de gösteriyor ki devletin kültür harcamaları artarken, vatandaşların kültürel harcamaları oransal olarak azalıyor.

48 milyonun parası yok

İstatistiklerin verdiği sevinilecek tek haber, satın alınan kitap sayısında azalma olmaması, küçük de olsa bir artışın görülmesi.

Ancak unutmamak gerekiyor ki o harcamayı da yine nüfusun belli bir bölümü yapabiliyor.

Milli gelirin ancak yüzde 30’unu alabilen 48 milyon kişinin bu işe para ayıracak durumları yok.

Öte yandan iyi lokantalara gidebilecek durumda olanların, kişi başı harcamaların yüksekliğinden şikâyet ettikleri de bir başka gerçek.

Boğaz’daki tanınmış balık lokantalarında tüketilen içki miktarına göre değişmekle beraber içki dahil adam başına harcama 6-7 bin lira civarında.

Bu fiyattan şikâyet etmeden önce taze balık fiyatlarını, lokantanın kirasını, personel maaşlarını, zamanında tüketilmediği için bozulup atılan ürün maliyetini ve hepimiz gibi yaşamak zorunda olan lokanta sahibinin elde etmesi gereken kazancı filan da aklınızdan geçirmenizi öneririm.

Aynı durum her tür lokanta için geçerli.

1 kilo bonfilenin kasapta 1500 lira ve üstüne satıldığı bir ülkede, lokantada bir porsiyon bonfileyi (150 gram civarında) kaça satabilirsiniz?

Geçtiğimiz ay Kos Adası’nda sırf meraktan bir kasaba girdim, 1 kilo bonfile bizim paramızla 450 liraya satılıyordu.

Şeytan dürttü, şuradan bir sığırı bavula doldur, Bodrum’a götür diye!

Sonuç olarak şunu söylemem gerekecek:

Aslına bakarsanız lokantalardaki, barlardaki fiyatlar pahalı değil.

Hepimiz eskisine göre fakirleştik, gerçeğimiz bu. 


Oksijen'den alınmıştır.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı.

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu.

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

At my signal unleash hell!

Ellerinde silahlarla kötüleri cehenneme yollayan ve başlarına hiçbir iş gelmeyen film kahramanlarına özenebilirsiniz, ayıp değil. Bu özentinin en önde gelen belirtisi ise bazı filmlerdeki replikleri tekrarlamaktır. Benim favorim Russell Crowe’un başlıktaki cümlesi...

Cep telefonuma mı aşık oldum?

Mesleğimin bir gereği olarak haber akışını arada bir kontrol etmem anlaşılabilir bir şey. Önemli bir haberi kaçırma endişesi parmaklarımın ucuna emir veriyor: Kaydır bakalım ne var? Ama öbürlerini izah edemiyorum. Hele de o saçma sapan videoları...

Flört iyidir be hocam

Cuma hutbesindeki “Kadın-erkek arkadaşlığı kişileri zina batağına çekmektedir” cümlesinden anlıyoruz ki, Diyanet flörte karşı. Elbette Diyanet’in “Gençler, hayat kısa, tadını çıkarın” demesini beklemiyorum ama bunu okuyunca “Diyanet’e Freudçu bir bakış mı hâkim olmuş” diye aklımdan geçirmedim de değil...

"
"