15 Haziran 2025
Akdeniz’in en önemli filozoflarından biri Nikos Kazancakis’tir... (1883-1957) Ünlü romanı “Zorba”da, aslında cahil ancak bilge bir madenci olan Zorba, ona iş veren İngiliz yazara sorar: “Gençler niye ölür, İnsanlar niye ölür?” İngiliz zorlanarak bir cevap verir “Bilmiyorum!” Zorba kızmıştır; “O zaman bütün bu okuduğun kitapların faydası ne? Sana bunu söylemiyorlarsa, ne diyorlar?”
Öte yandan yine bir Filozof edebiyatçı olan Albert Camus (1913-1960) İnsanı hoplatan “Veba” kitabında “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” der.
Özbek sanatçı Yıldız Usmanova ise, “Yalan” şarkısını cezaevinde yazdığını anlatır: “1991’de 'Güzel ülkem Özbekistan'da demokrasi yok, diktatörlük var' diye bir açıklama yapmıştım. Beni hapse attılar. Bir gece yarısı gözyaşları içinde uyanıp 'Dünyada ölümden başkası yalan' diye mırıldandım” diyerek belki de ölümü en yalın hali ile tarif eder.
Genç, başarılı ve istikbali olan, sahici devlet adamı Manisa Büyük Şehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’ in ölümü beni sadece insani sebeplerden değil; bir de özel bir sebepten üzdü ve rahatsız etti...
Bir buçuk aydır, Manisa’nın en mümbit toprakları üzerine Çin otomobil fabrikası kurmaya çalıştıklarını yazıyorum. Durumu kavrayan, tufaya gelmeyen (hileye, düzene kanmak, aldatılmak) Manisalılar, “istemiyoruz” diyorlar.
Çünkü yasal olarak “tarımdan başka bir işte kullanılması yasak olan -yılda iki defa ürün alınabilen, Gediz’e 1500 metre uzakta Gediz Ovası’nın en mümbit yeri- bir alana, “birileri” mahkemeye yanlış bilgi vererek, (yanlış bilgi çok matrak, Manisa’da veya komşu illerde başka uygun alan yokmuş) o alana Çin otomobil fabrikası koymayı organize etmişler...” Kim bilir hangi temsilci, nasıl ve neden çözdü bu işi.
Otomobil fabrikaları pis endüstrileri arasındadır, hem döküm hem talaş kaldırma hem de kimyasal kirlilik yaratırlar…
Ben, hem “iyi Türk vatandaşı” olarak, hem de “1960’lı yıllarda Bursa’da dutlukların, şeftali bahçelerinin üzerine otomobil fabrikaları konan günleri yaşamış bir “otomobilci” olarak, iktidarı -en başta Sanayi Bakanı olmak üzere- ikaz etmiş, ‘yazık etmeyin’ diye yazmıştım. Buna devam edeceğim.
Doğru söylemek gerekirse, bundan 4 yıl evvel Sayın Mehmet Fatih Kacır ile, devlete yeni tayin edildiği günlerde yaptığımız görüşme sonunda ümide kapılmış, 56 yıllık sanayi tecrübesinden öğrendiklerimi anlayan biri olarak görmüştüm...
Ancak anlıyorum ki o da zaman içinde “akıntıya kapılmış!”
Manisa Belediyesi’nde, Rahmetli Başkan Ferdi Bey ve Genel Sekreteri Burak Bey ile Çin fabrikası hakkında görüşmemde, “Manisa’nın mümbit arazileri için niye mücadele etmediniz” diye sorunca aldığım cevaplardan anladım ki “ortada, bir yanda, açık ara belediye başkanı seçilerek gelen bir insan, öte yanda ‘şehrimize endüstri geliyor!’ diye aldatılmış bir yerel kamuoyu baskısı, diğer yanda da tökezlesin, hata yapsın linç edeyim, içeri alayım diye gözünün içine bakan bir hükümet var.
Belediye olarak, sivil toplumla, yerel basınla buluşmalarında bu yatırımın Türkiye’ye döviz getirmeden önce, Manisa’ya ek yük getireceğini dile getirmişler.
Çandarlı limanına yakınlığı nedeniyle Soma’nın bir alternatif olabileceğini, orada uygun araziler bulunduğunu dile getirmişler ancak zaten kimse burası olsun mu diye de sormamış, Ankara’dan karar verip devam etmişler.”
Ancak açık açık itiraz etmesi; legal olarak zaten mümkün değil; siyasetçi olarak da yapmamışlar.
Bizim ülkede -özellikle “tek adam rejimi” sonrası- akla, mantığa, uygun gelen, siyaseten yanlış olabiliyor? Tuhaf değil!
Ama şu çok tuhaf: Manisa halkını temsil eden devlet dairesi olan belediyeye sormadan, ‘her şeyi BİZ biliriz’ deyip, Manisa için ne isterlerse yapan bir egosantrizm, kibir! Oysa kitabımızda,
“Kibirlenip de insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” - Lokman sûresi (31/18) der.
Bu satırları biraz da “acaba bu suallerle rahmetli başkanın canını sıktım mı?” diye endişe ettiğim için biraz da günah çıkartır gibi yazdım…
Şimdi gelelim Camus ’nun tespitine: Bizim ülkede İnsanlar nasıl ölüyor? İşin tuhafı bu da Sanayi Bakanlığı’nı ilgilendiriyor.
İşte size çok tipik bir sıralama:
Ülkemiz 100 bin çalışan arasında tipik iş kazası geçiren 2 bin 459 kişi ile (202 ülke arasında) 11’inci sırada.
Ancak kaza geçiren bu insanlardaki ölüm oranına bakınca birden nasıl sınıf atladığımızı görüyorsunuz;
Bu listelerde en başları kimselere bırakmadığımız konu ise, kazaları önlemek için ayırdığımız “her 10 bin çalışana denetleyici personel sayısı.” (Beyaz ve mavi yaka birlikte.)
Yani uçak kazası gibi otobüs kazası, orman yangını gibi Turistik otel yangını, inşaat iskelesinden düşüp ölme, sokakta elektrik çarpması, sıkışma, boğulma, vs. vs. say sayabildiğin kadar konu için 100 bin kişide 3 kişi.
TSE (Türkiye Standartlar Enstitüsü) Sanayi Bakanlığı’na bağlı bir kuruluş. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) bünyesinde hazırlanan tüzük ile 16 Ekim 1954 tarihinde kuruldu.
Enstitü, 26 Mayıs 1955 tarihinde International Organization For Standardisation-ISO’ya ve 01 Ocak 1956 tarihinde International Electrotechnical Commission-IEC’ye üye olarak kabul edildi. “Türk Standartlarının Tatbiki Hakkında Nizamname” 4 Aralık 1959 tarih ve 10372 sayılı Resmi Gazete’de Bakanlar Kurulu Kararnamesi olarak yayımlandı ve yasal zemin oluşturuldu.
(Sakın ‘Bakanlık personeli oturup, gri hücre harcayıp, bu teknik şartları düşündü, soruşturdu, sivil toplumdan, meslek odalarından, üniversitelerden destek aldı, insanımızın alışkanlıklarına uydurdu da yazdı’ filan zannedilmesin; Batı’dan gelen dokümanlar, tercüme bürolarında Türkçeye çevrilip, TSE tarafından vatandaşın hizmetine -ücreti karşılığı tabii- sunuldu.)
TSE, “her ürünün kaliteli olmasını sağlamak ile görevlidir.”
Her ürün için bir standart belirler.
İnsan ve çevre sağlığına duyarlı, kontrollü üretim sağlar.
Tüketiciyi korumak ve üreticiyi denetlemekle hükümlüdür.
Kalitenin iyileştirilmesi ve onarılmasını sağlar.
Bu sözlerin hepsi iyi niyetten ileri gidememiştir.
Özellikle Türk insanının gündelik hayatına dokunan hizmet ve ürünlerin belki yüzde 10’ u “matluba uygundur.”
ÜLKEMİZDE İMAL EDİLEN YÜZME HAVUZLARININ MUHTEMELEN HİÇBİRİ MATLUBA UYGUN DEĞİLDİR.
TSE, havuzlar ile ilgili T 15288-1SE nolu standartı yayınlamıştır.
Yasal olarak “Nasıl” uygulanacağını bilen yoktur. Yüzme havuzları inşaatın bir bölümü olarak görülür.
Bunların denetlenmesinden -eğer başvuru olursa- belediyeler mesuldür, ancak belediyeler de bu işi mühendis odalarına “taşare” ederler.
Kısaca, günün sonunda, bütün bu ölen çalışan, yani varlığımızı borçlu olduğumuz insanlar TEKNOLOJİ EKSİKLİĞİ yüzünden ölüyorlar.
Hangi çalışma, üretme dalını seçerseniz seçin; ürettiğimiz (nerede ise) hiçbir teknoloji yok. İnovatif olmanın ne olduğunu bilen yok! Yerli-milli lafı almış yürümüş, birbirimizi kandırıp duruyoruz…
TV’de çok sevdiğim bir dizi var, Masterchef. Oradaki sempatik şeflerden İtalyan olan TV reklamına çıkıyor.
Bir İtalyan şirketinin ürettiği bir mutfak tezgâhı reklamını yapıyor. Reklam sonunda “filan marka porselen mutfak tezgâhı, İtalyan teknolojisi, yüzde yüz yerli! Eğer filansa sorun yok” diyor...
Görevlerinden biri “denetim” yapmak olan belediyenin başkanı, kendi yüzme havuzunda elektrik çarpmasında ölüyorsa, o devleti kişisel marifetleri ile müthiş geliştirdiklerini ve daha da geliştireceklerini iddia eden 23 yıllık bir iktidar, şapkasını önüne koyup düşünmek durumundadır…
Bir de kimse bana otel yangınında Bolu Belediyesi’ne yapmaya çalıştıkları numarayı yutturmaya kalkmasın….
Hadi beyler; bizim modamız geçti, siz de benim gibi yapın, tabiat ananın çağrısına uyun, her hafta yazı yazın…
Sn. Kılıçdaroğlu çok beyefendi bir kişilik, epeyce müşterek dostumuz da var... Bürokrat olduğu süreç için insanlar -haklı olarak- çok olumlu kanaat serdediyor. Ancak parti başkanlığı süresi için pek o kadar destek bulamadı...
Önden yürümesi gereken hukuk nerede mi? Arkadan geliyor... Ama gelecek... Mutlaka gelecek... İşimiz çok zor olsa da gelecek... Sonunda hak, hukuk ve adalet kazanacak…
© Tüm hakları saklıdır.