24 Mart 2024

"Özlemde kanat oluyor her çağrışım"

Tıpkı Nâzım Hikmet gibi memleket hasretiyle yaşayıp bütün bunları yapıtlarına yansıtan Fahri Erdinç, büyük ustayla aynı sonu yaşayacağını hissetmiş gibi, mektuplarının birinde şöyle diyor: "Göğsümdeki acaip ağrı seyrek de olsa, yakamı bırakmış değil. Ne desem ne yazsam, halimi, sağlığımdaki aksaklığı tanımlayamayacağımı biliyorum. Sonu hep kavrıyor ve kabul ediyoruz ama sonun yaklaştığını bilmeye, hissetmeye katlanamıyorum"

Fahri Erdinç

Nâzım Hikmet, gelemediği memleketine çok yakın bir noktadaki Varna'dan seslendiğinde, en duygusal şiirlerinden biriydi bize ulaşan: "Bir vapur geçer Varna önünden" der. "Karşı yaka memleket / Sesleniyorum Varna'dan / İşitiyor musun /Memet Memet" diye kederle fısıldarken de Karadeniz'i kendine benzeterek bir "deli hasret" olarak niteler. Yıllar sonra bir başka Türk yazarı, şairi Fahri Erdinç de yine Bulgaristan'ın Karadeniz kıyısındaki Sozopol kasabasından seslenecektir memleketine: "Yılın birinde ben buralara yine geleyim." Sonra Nâzım'ın nefesinden devraldığı kederle fısıldayacaktır: "Göçmenlik icad olunmasaymış keşki/ özlemde kanat oluyor her çağrışım adama."

Günümüz edebiyat okurunun ne yazık ki pek tanımadığı, yapıtları gibi hayatı da puslu bir geçmişin belirsizliğinde kaybolmuş bir yazardır o. 1917'de Akhisar'da doğan Erdinç, sancılı bir çocukluğun ardından Balıkesir Öğretmen Okulu'nu bitirip Afyon'da öğretmenlik mesleğine başladığında köyü egemenliğine almış bir hocayla karşı karşıya bulur kendini. Memleketin gerçeğidir aslında karşılaştığı; bu çatışma ileride yaşayacaklarının işaret fişeğidir. Bir yıl sonra Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nün sınavını kazanarak Ankara'ya gider. Mamak'taki o güzelim taş binaya adım attığında çok seveceği, kaderini kaderi yapacağı Sabahattin Ali ile tanışır. Konservatuvar'da ders veren Sabahattin Ali'ye yazdığı öykülerini gösterir. Öğretmeni yüreklendirir onu, yazmasını ister; yazdıklarını eleştirir, kendini geliştirmesi için yol gösterir. 1947'de dönemin önde gelen edebiyat dergilerinden olan Seçilmiş Hikâyeler'de Melih Cevdet Anday, İlhan Tarus, Cahit Uçuk, Zihni Anadol gibi yazarlarla birlikte öyküleri yayımlanır. Erdinç'in öyküdeki başarısı bir yıl sonra onun aynı dergide bir özel sayı ile okura sunulmasını da sağlayacaktır. Ancak Türkiye'de her başarılı sosyalist yazarın çilesini o da yaşamaya başlar, kaçınılmaz bir yazgı gibi. Otobiyografik özellikler de taşıyan Acı Lokma adlı yapıtında "devlet başkanına dille hakaret" suçuyla tutuklanma olayını şöyle anlatır:

"Bir akşam ben de sarhoş kafa ile bütün belediye başkanlarını kalaylayıverdim, tamam mı.

'Tanık var mı' diye sordular karakolda.

'Var. Karpiç Lokantası'nın kapıcısı, bir de garson.'

'Orada ne işin vardı be kuzum' dedi, iyi niyetli komiser.

Yemek yemeye değil elbet, birini aramak için uğramıştım. Daha kapıda göğüslediler:

'Yasak!'

'Neden?'

'İçerde Amerikalılar var."'

'Olsun, ben o Amerikalıları yemem, haşlama yiyeceğim.'

'Olmaz,' dediler, 'resmi ziyafet bu.'

'Olur, olmaz' derken, azıttık işi. Beni yaka paça atmak istediler. İşte o zaman artık Amerikalıya da onu memlekete balmumu ile çağırana da sıradan okudum. Daha ben bitirmeden iki sivil polis kollarıma giriverdiler."

Sonrası, artık solcuların peşine bırakmamaya ve her fırsatta içeri tıkmaya pek meraklı devletimizin ısrarlı takibi ve baskısıdır. 1940'ların karanlığıdır yaşanan. Nâzım Hikmet hapishanededir. Üniversitede öğretim üyesi kıyımı sürmekte, dergiler, gazeteler kapatılmakta, Turancı-ırkçı fikirler köpürtülmektedir. Dönemin karanlığı hayatın bütününe çökmüştür. Sabahattin Ali, bu karanlığı yırtıp geçmenin çaresini Bulgaristan'a geçmek olarak görür. Oysa karanlığın en koyu lekesi peşindedir: Istranca Dağları'nda katledilir. Bu haber Fahri Erdinç'i acıyla yıkar. Onu da öldürebilecekleri kaygısını yaşamaya başlar. Kendisi gibi yaşamları ve yazdıklarıyla sosyalizm çizgisinde duran iki yakın arkadaşı vardır: Ziya Yamaç ve Tuğrul Deliorman. Her ikisi de Bulgaristan Türklerinden olan bu ikiliyle Balıkesir Öğretmen Okulu'ndan beri süregelen bir dostlukları vardır. Kafaya kafaya verirler ve onlar da bu karanlıktan kurtulmanın yolunu Bulgaristan'a kaçmakta bulurlar. Ağabeyleri, edebiyatta öncüleri Sabahattin Ali başaramamıştır ama onlar başarabilirler. 1949 yılı sonbaharında Trakya'nın yemyeşil ovaları usul usul sararırken, üzümler bağlardan şaraba çekilirken üç kafadar Bulgaristan'a geçerler.

Sonrası, şiirinde de söylediği gibi bir "deli hasret"tir. Kaçtığı ülkede "politik göçmen" olarak sığınma hakkı alır ama asıl olan dil göçmenliğidir. Anadilinden bir an olsun uzak kalmamak için yoğun bir çaba içine girer. Öyküler, romanlar, şiirler kaleme alır, çeviriler yapar. TKP üyesi olarak Almanya'da ve Bulgaristan'da yaşamını sürdürse de Türkiye ile, edebiyat dünyası ile bağlarını koparmaz. Memleketten gelen edebiyatçı dostlarını ağırlar, bütün dergileri, yayınları takip eder. 1970'li yıllarda en yakın dostlarından biri de şair Kemal Özer'dir. Özer, onunla mektuplaşmalarını yıllar sonra "Bulgaristan Mektupları" adıyla yayınlayacaktır. Her bir mektupta o onulmaz hasreti, anadiline açlığını, memleketinin sorunlarına duyarlılığını görmek mümkün.

Tıpkı Nâzım Hikmet gibi memleket hasretiyle yaşayıp bütün bunları yapıtlarına yansıtan Fahri Erdinç, büyük ustayla aynı sonu yaşayacağını hissetmiş gibi, mektuplarının birinde şöyle diyor: "Göğsümdeki acaip ağrı seyrek de olsa, yakamı bırakmış değil. Ne desem ne yazsam, halimi, sağlığımdaki aksaklığı tanımlayamayacağımı biliyorum. Sonu hep kavrıyor ve kabul ediyoruz ama sonun yaklaştığını bilmeye, hissetmeye katlanamıyorum."

Nâzım Hikmet'in "Benim fakir milletime ikrâm edebildiğim/Bir tek elmam var elimde, doktor/Bir kırmızı elma/Kalbim" deyip devam ettiği gibi: "Bakıyorum geceye demirlerden/ Ve iman tahtamın üstündeki baskıya rağmen/Kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor."

Fahri Erdinç'in kalbi de 1986'da duruverdi ve o, ardında onlarca kitapla bir kuyruklu yıldız gibi uzaklaştı dünyamızdan. Karadeniz kıyısından memlekete bakarken hissettikleri, çağrışımları, içinde tükenmeyen özlemi yazdıklarında kaldı sadece. Hayatı, mücadelesi ve yapıtlarıyla puslu bir zamanda yeniden keşfedilmeyi bekleyen Fahri Erdinç, bir kader gibi doğumunu da belirsizlikle anmıştı bir şiirinde:

Babamın okuyup üfledikçe
Öpüp alnına koyduğu musafımızın
Bazı tarihler vardı iç yaprağında.
Düğün, doğum, ölüm
İşte bunlar arasındaydı tevellüdüm.

Bu musaf
Yunan işgalinde yanmasaydı,
Şecerem iç yaprağından çiçek açardı;
Ve yanmıyan, toplanmıyan bir kitap
Bir insandan daha fazla yaşardı...

İbrahim Dizman kimdir?

1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi.

1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı.

İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi.

Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor.

Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı.

Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. 

Kitaplarından bazıları:

Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020

Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018

Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016

Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016

30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010

Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007

Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006

Belgesel filmleri: 

Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010

Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012

Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016

Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018

Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Anadolu'yum ben tanıyor musun?"

Şiirde çizilen Anadolu'nun romantik imgesi, yerini tütmeyen bacalara, zincirlenmiş kapılara, camları kırılmış pencerelere, ıssız bahçelere, terk edilmiş tarlalara bıraktı...

1 Mayıs'tan Hıdırellez'e: Yitirilmemiş umutların ülkesi Türkiye

Kardeş Türküler grubunun solisti, neşeli Rumeli türkülerinin başarılı yorumcusu Fehmiye Çelik, aynı zamanda bir Balkan kültürü ve müziği araştırmacısıdır. Hıdırellez'i onunla konuştuk

"Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir"

Yılbaşı partileri için, İsrail protestoları için, futbol kutlamaları için açılan Taksim Alanı, yalnızca işçilere ve onların örgütlerine yine ve yeniden yasak