17 Mart 2024

Her şey o zeytin dalında gizli…

Ölümün kol gezdiği, düşmanlıkların doruğa ulaştığı bir savaş zamanda kini, öfkeyi yansıtan bir anıt formunu herkes takdir eder, alkışlardı ama Mehmet Sadık Usta, ne düşündüyse, her gittiğimde duygulanarak uzun uzun seyrettiğim o anıta barışı simgeleyen bir zeytin dalını ekleyivermiş!

Geçtiğimiz mayıs ayında, Selanik'te, methini çok duyduğumuz Anatolica Kafe'ye gitmiştik. Türkçe-Rumca şarkılar seslendiren müzik grubundan Yorgo, programlarının ortasında, tatlı ve kırık Türkçesiyle "Türkiye'den konuklarımız var, Çanakkale'den geldiler, şimdi onlara bir şarkı armağan etmek istiyoruz" dediğinde masalardaki başlar bize döndü; kimi gülümsedi, kimi el salladı, kimi şarap bardağını kaldırarak Türkçe "şerefe" diye seslendi. Ardından, Osmanlı halıları, eski Selanik fotoğrafları ile kaplı duvarlarda enstrümanların sesi yankılandı. Biz iki dilin ortak, neşeli şarkılarından birini beklerken o çok tanıdık melodi işitildi. Orkestra bizim bilmediğimiz kimi sözleri de içeren Çanakkale türküsünü seslendirirken kafeyi dolduranlar da belirgin bir sessizlik ve saygıyla dinlemeye, içlerinden bazıları mırıldanarak eşlik etmeye başladı: "Estanbul'dan çıktım başım selamet/ Çanakkale'ye varmadan koptu kıyamet/ Gençliğim eyvah".

Doğrusu, ben biraz şaşkındım; iki ülke milliyetçiliği üzerine kafa yormuş, belgesel filmlere katkıda bulunmuş, hatta dostluk-düşmanlık ikilemi içinde savrulmayı konu alan ve her iki ülkede de yayımlanan bir kitap kaleme almış biri olarak bu türkünün, tam da burada içli bir atmosfer yaratabileceğini tahmin edememiştim. Ortak hayatlarımızın gözden kaçan ayrıntılarının kimi paradokslara işaret ettiğini de o akşam bir kez daha anladım. Yunan dostlar o türküyü seslendirirken, benim belleğimde iki küçük ayrıntı bambaşka anlamları çağrıştırıyordu: Çanakkale Savaşları'nda boğazı aşmak için vahşice saldıran donanmanın çok güvendiği devasa zırhlılardan birinin adı Agamemnon'du ve bu simgesel bir vurguydu. Çünkü Agamemnon, Troya'ya saldıran Akha ordularının da başkomutanıydı.

Karagöz dergisinden

İkinci çağrışım ise, o günler Selanik'te bulunma nedenimizden kaynaklanıyordu. "Poliksena: Kızöldün" aldı belgesel filmimizin gösterimi için oradaydık. Kral Priamos'un küçük kızı, Prenses Poliksena, Troya Savaşı sonunda Akhalarca Akhilleus'a kurban edilmişti. Son nefesini vermeden önce "Bırakın kollarımı" diye seslenmişti, "hiç kimse vücuduma el sürmesin. Cesur bir kalple boynumu uzatacağım. Tanrılar adına beni serbest bırakınız. Darbeleriniz altında serbest öleyim."

Hezimeti anlatan bir başka karikatür

Çanakkale Savaşları İngilizlerin umduğu gibi sonuçlansaydı, Anadolu da muhtemelen tıpkı Poliksena gibi çaresiz kalacaktı, boynunda parlayan kılıç karşısında. Batı dünyasını bunu çok arzuluyordu; o dönem basınını inceleyen yazar ve araştırmacı İsmail Şen, gazetelerde boy boy yer alan karikatür ve illüstrasyonların anlamını şöyle açıklıyor:

"Dönem basınını tararken, İngiliz gazetelerinde hükümetlerine karşı yoğun eleştiriler gördüm. Osmanlı gazeteleri de bunları alıntılayarak memnuniyetle kullanmış. Oysa aynı dönemde Sarıkamış'ta yaşananları, kendi kamuoyuna bir zafer olarak da aktarmışlar. Trajik bir biçimde bizzat Enver Paşa'nın ilgilendiği ‘yalan haberlere' karşı alınan tedbirler sayesinde, milletin moralini yüksek tutmak için gerçeklerden uzak duruluyordu."

1915 Mart tarihli Punc dergisi Queen Elizabet zırhlısına gönderme, Kraliçe Elizabeth Çanakkale Boğazı’na girer

İsmail Şen'in de belirttiği sansür, Çanakkale Savaşları'nı, her türlü tevatüre açık hale getirmişti. Son dönemlerde olmadık hikâyelerle, ulusal kurtuluş savaşına ilahi bir alternatif gibi sunulması, savaş alanlarının dinsel vurgular eşliğinde gezilmesi de söylencelerin hâlâ işlevsel olduğunu gösteriyor. Öte yandan, zaten geçmişten beri hamasetin gölgelediği trajik bir insanlık durumudur bu savaş. On binlerce gencin -ki önemli bir bölümü ya yetişmiş insandı ya da öğrenciydi ve geleceğin Türkiyesi'nde söz sahibi olabileceklerdi- birkaç ayda toprağa gömüldüğü yerdir Gelibolu Yarımadası. Dahası, bu savaş, Anadolu'yu "ayrımsız ve hep birlikte savunma"nın en iyi örneğidir. İlki, bildiğimiz kadarıyla Troya Savaşı'ydı. On yıldan fazla sürdüğü düşünülen savaşta Anadolu'nun her yerinden savaşçılar Troya'ya desteğe koşmuştu. Karadenizli Amazonlar'ın kraliçesi Penthesilea, yenilmez savaşçı Akhilleus'un yere sermekte en çok zorlandığı komutandır. O da aşkla bezenmiş bir hikâyedir, ayrı konu. Aslolan, Karadeniz'in hırçın yamaçlarından İda Dağları'nın düzlüğüne yardım için koşanların varlığıdır. Çanakkale Savaşı'nda da Anadolu'nun her yöresinden, her dilinden, her milletinden insanların varlığı, tarihin tekerrürden ibarettir deyip geçilebilecek denli basit olmadığını gösteriyor; zira ardında muazzam bir insanlık hikâyesi ve dramı var. 1915 yılının şubat ayında devasa savaş gemileri boğazda ilk toplarını ateşlediğinde, yaralı Mehmetçikleri hayata döndürmeye çalışanlar içinde Rum tabipler de vardı. Ermeni subaylar da Anadolu gençlerinin başında ve en önde, mevzilerdeydi. Fakat tam da o günlerde Dersaadet'te birilerinin zihninde adım adım tehcir fikri oluşmaktaydı muhtemelen!

Alman-Türk işbirliğine gönderme yapan bir Fransız dergisinden

Her savaşın bir arka planı vardır; o coğrafyanın hafızasında yaşar. Küçük bir sembol, bir çağrışım, bir anı parçası bir anda savaşın gölgelediği durumları, olayları gün yüzüne çıkarıverir. Doğduğum büyüdüğüm Biga, söz konusu savaşın arka planını bütün dehşetiyle yaşamış bir yer. O yenilmez armadanın topları boğaz girişinde nasıl dehşetle gürlemişse, kilometrelerce ötedeki babaannem o sesleri işitip korktuklarını anlatırdı. Öküz arabalarıyla getirilen yaralılar kasabada kurulan geçici hastaneye taşınırken, babaannem işittiği çığlıkları, inlemeleri hayatı boyunca silememişti kulaklarından.

Yerel tarih araştırmacıları, çatışma bölgesinin epey uzağındaki bu hastaneye getirilen yaralı askerleri Biga'ya koşan Ermeni ve Rum hekim ve eczacıların tedavi etmeye çabaladıklarını yazarlar. Çoğu asker sağaltılamamış, burada hayata veda etmiştir. Her biri alelade bir mezara gömülmüş, başına küçük bir kaya parçası dikilmiş, üzerine de künyesi takılmış, anlatılanlara göre. Bu, bölge insanını öylesine etkilemiş ki, Anadolu'nun her yerinden gelip burada canını vermiş gençler için bir anıt yapılması istenmiş. Biga'da, İlhan Tarus'un bir romanına da ad olan Hükümet Meydanı'na göz alıcı bir şadırvan tasarlayıp inşa eden Mehmet Sadık Usta yeniden kolları sıvamış ve şaşırtıcı bir anıt dikmiş, şehitliğin tam ortasına. İstanbul'daki Hürriyet-i Ebediyye Anıtı'ndaki top mermisi formundan ilham olan usta, bunu özgün bir şekle sokmuş ve ne o zaman ne sonraları pek kimsenin fark etmediği bir ayrıntıyı ekleyivermiş anıta.

Biga Şehitliği'ndeki anıt

Ölümün kol gezdiği, düşmanlıkların doruğa ulaştığı bir savaş zamanda kini, öfkeyi yansıtan bir anıt formunu herkes takdir eder, alkışlardı ama Mehmet Sadık Usta, ne düşündüyse, her gittiğimde duygulanarak uzun uzun seyrettiğim o anıta barışı simgeleyen bir zeytin dalını ekleyivermiş! Savaşın en şiddetli zamanında barışı işaret etmiş. Balkan Savaşları'ndan beri huzur bulamayan bu topraklar için belki bir kardeşlik hayali kurmuştur kim bilir. Şimdi memleketin her yerinden gelip burada toprağa karışan Anadolu gençleri koyun koyuna yatıyorlar ve mütevazı anıtın göğsüne iliştiriliveren o zeytin dalı, hamasi nutuklardan, tevatürlerden çok daha fazla anlam ifade ediyor…

İbrahim Dizman kimdir?

1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi.

1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı.

İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi.

Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor.

Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı.

Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. 

Kitaplarından bazıları:

Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020

Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018

Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016

Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016

30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010

Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007

Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006

Belgesel filmleri: 

Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010

Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012

Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016

Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018

Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Anadolu'yum ben tanıyor musun?"

Şiirde çizilen Anadolu'nun romantik imgesi, yerini tütmeyen bacalara, zincirlenmiş kapılara, camları kırılmış pencerelere, ıssız bahçelere, terk edilmiş tarlalara bıraktı...

1 Mayıs'tan Hıdırellez'e: Yitirilmemiş umutların ülkesi Türkiye

Kardeş Türküler grubunun solisti, neşeli Rumeli türkülerinin başarılı yorumcusu Fehmiye Çelik, aynı zamanda bir Balkan kültürü ve müziği araştırmacısıdır. Hıdırellez'i onunla konuştuk

"Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir"

Yılbaşı partileri için, İsrail protestoları için, futbol kutlamaları için açılan Taksim Alanı, yalnızca işçilere ve onların örgütlerine yine ve yeniden yasak